İnsanlığın tarih boyunca iki ana dönemi oldu. Birincisi kabaca 19. Yüzyıl öncesi geleneksel dönem, ikincisi de 19. yüzyıl sonrası modern dönem. Şu anda idrak etmekte olduğumuz modern dönem, görünüşte insana kolaylıklar, rahat bir yaşama imkânı ve renkli bir hayat sunarken; bunun görünüşte ve kabukta kalan, insanı oyalamaktan başka bir sonuç doğurmayan bir hayat tasavvuru olduğunu gördük ve yaşıyoruz.Geleneksel dönemde hayatın, varlığın, zamanın ve mekânın anlamı din kaynaklı "öz"le, mana ile, soyut, evrensel, ezelî ve ebedî değerlerle tanımlanıyor ve bunlar belirleyici temel oluyordu. Modern dönemde ise öz yok oldu, kabuk öne çıktı. Yani mana, soyut değerler, ruhanî, ilahî değerler, beşeri insan katına çıkaran ahlakî, manevî, insanî değerler yok oldu, yerine bedeni, cesedi oyalayan, şımartan, rahatlık ve kolaylık sağlayan geçici, maddi değerler önem kazandı.Geleneksel dönem, kalıcı, evrensel, insanî değerlerin devamlılığına dayalı bir sükunet hayatı sunmuştu. Bu da huzur veren bir hayat algısıydı. Modern dönem ise çok hızlı gelişen değişim, dönüşüm, dinamizm esaslarına bağlı bir hayat tasavvuruyla insanın ruh sükûnetini yok etti, karmaşaya, tedirginliğe, telaşa mahkûm etti. Bu da huzursuzluk, stres, çaresizlik, perişanlık, boşluk, hiçlik hallerini doğurdu.Geleneksel dönem, iç güzelliğini, ruh asaletini, bilgi, kültür zenginlik ve derinliğini, ahlak, erdem yüksekliğini ödüllendiriyordu. Bu durumda başkalarının hasedini değil; gıptasını çektiğinden sahibine huzur ve mutluluk veriyordu. Modern dönem ise görseli, görünür olanı, maddi zenginliği, pahalı, şatafatlı, gösterişli giyim kuşam, alet edevat, araba gibi nesne kullanımını ödüllendiriyor. Bunların insana verdiği tatmin son derece sınırlı ve geçici olduğundan; ayrıca başkalarının hasedini çektiğinden, sahibine huzursuzluk ve tatminsizlik vermiştir. Dolayısıyla gelenekselden modernizme geçiş, görünmeyen özün yükselişinden görselin saldırısına intikal sürecidir.Geleneksel dönem birebir insan ilişkisine dayanan, insanların birbirleriyle sürekli, yüzyüze konuştuğu, devamlı olarak aracısız ilişki ve iletişimde bulunduğu yani duygu, bilgi, heyecan, tecrübe paylaşımında bulunduğu bir dönemdi. Bu da insanı çoğaltan, kalabalıklaştıran, toplumsal ve duygusal zenginliğe ulaştıran bir dönemdi. Modern dönemde ise insanlar arası ilişki araçlar, nesneler, aygıtlar, aletler vasıtasıyla olmaya başladı. Televizyonlarla, telefonlarla, internetle dolaylı bir iletişim modern insanı boğucu, bunaltıcı, hasta edici bir yalnızlığa itti.Geleneksel dönemde haklı olan, hakikati temsil eden, bilgisi, kültürü, ahlakı olan belirleyici idi. Modern dönemde ise en çok sesi çıkan, en çok propaganda yapan, siyasi ve ekonomik anlamda gücün en büyüğüne sahip olan belirleyici olmaya başladı. Saldırgan ses, saldırgan güç, modern insanı esir etti ve bu esaret onu boğdu.Geleneksel dönemde insan, doğumundan ölümüne kadarki süreçte tabiatla iç içe, tabiata saygılı, tabiatı bozmayan, katletmeyen, yok etmeyen, doğal varlığı koruyan bir anlayışla mutlu idi. Modernizm, tabiatı darmadağın etti, bozdu, kirletti, yağmaladı, kendisini tabiattan yalıtılmış mekanik bir hayata mahkûm etti yani tabiata ihanet etti. Tabiat da modern insana küstü. Sonuç, modern insanın kurulaşması, yavanlaşması, ruhsuzlaşması, bunalımı, çaresizliği.Geleneksel dönem imece dönemidir. İnsanlar bencillikten uzak bir şekilde her anlamda adaletli bir paylaşımı esas almaya çalışıyorlardı. İnsan olarak var oluşlarını ancak yardımlaşma ve dayanışma ile gerçekleştireceklerine inanıyorlardı. Modern dönem ise tam bir bencillik çağıdır ve insanlar salt kendi menfaatlerini merkeze alarak hemcinsi olan diğer insanları yok sayarak, yok ederek, çiğneyerek ayakta kalma mücadelesi veriyor. Böyle insanî olmayan bir bencillik ve mücadele, modern insanı yorarak, sonuçsuz bir yola sürükleyerek, çıkmaz bir yola sokarak çaresiz, mutsuz, huzursuz ve amaçsız bir halde orta yerde bırakıvermiştir. Modern zamanlar insanı yaratıcısını hatırlayarak, yaratıcının yarattığı düzene saygı duyarak, yaratılmış olma konumunu kabullenerek, yaratıcıya karşı yaratılmışlık bilinciyle yaklaşarak, kendi dışındaki diğer varlıkların da kendisi gibi yaratılmışlık haklarına sahip olduğunu hatırlayarak insanlığına ve huzura kavuşabilir.
Prof. Dr. Nurullah Çetin / diğer yazıları
- Dayatılan kapitalist stil / 26.12.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015