Resulullah Efendimiz (sav); sabır konusunda tam bir kemale sahip idi. Ve sabrederken de mücadeleden geri durmamışlardır. Herşeye, kadere ve oluşa sabretmişlerdir... Başa gelene kalben ses çıkarmamak, kadere; bir yandan da bütün varlığı ile mücadele etmek ise oluşa iştirakin bir ifadesidir. Bu iki unsurun biraraya gelmesi, Peygamberî sabrı oluşturmaktadır. İşte Resulullah Efendimiz, yüzyıllar süren bir sabrın sonunda zuhur etmiş; o sabrın gayesi olarak da sabrı tamama erdirmek için hayat sürmüştür. Yani O, bir sabır Peygamberi idi. Çile dolu bir hayat yaşaması, meşakkatlere göğüs germesi ve kısa sürede dini tamama erdirmesi ise, yüzyıllar süren sabrın, yirmiüç yıla sığdırılmış bir ifadesi idi.Ashab-ı Kiram da Resulullah ile beraber, böylesine mukaddes bir sabır zincirinin son halkasını yerine koyma şerefine nail olmuşlardır.Nasıl ki, Hz. Peygamberin teşrifiyle, bu nimete nispetle geçmiş anlamsızlaşır; Allah Resulü'nun mücadelesini tamamlamasıyla da geçmiş sıkıntılar ve çileler muhabbete dönüşmüştür. Mü'min de bu mantıkla yaşayan insandır. Mücadelesi bugünün mumunu yakmaktır; ama sabrettiği, bu mumu yakmak için verdiği mücadeleler değil, bu mücadelesinin sonunda sönmemek üzere yanacak olan, hakikat nurudur. Bu sebeple, Hak dostları mücadele içinde hayat geçirmelerine rağmen, her seferde; "Allah'ım, son nefese Seninle erdirme zaferini ver"; üzülüp kaybeder gibi olduklarında da "Rabb'im son nefeste yenilgi verme" diyerek gerçek zaferi gözlemişlerdir. Bu hal ve tavırları onların "zafer sabırdadır" hadisinin sırrına erdiklerinin göstergesidir. İşte, zaferin son nefeste olduğunu bilen mümin-i kamil, bu zafere nispetle yaşadığı hayat ve çilenin bir hiç olduğunu bilir ve başına gelenlere değil; son nefese, yani zafere ulaşmaya sabır göstererek bu noktada Resulullah'ın sabrındaki ruhu yaşamış olur. Bu şuur, kişiyi gerçek delikanlı, Allah eri yapar.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.