- Böyle bir kayıt ve şart, Kamer mu'cizesinin meydana gelişindeki tarza uymaz. Zira mu'cizenin gösterilmesini kâfirlerden küçük bir zümre istemiş ve mu'cize onlara gösterilmişti. Muhatapları ve şahitleri mahdut olduğu gibi, gece vaki olmasından ve herkesin istirahata çekilmiş bulunmasından dolayı, başkalarınca görülüp tespit edilme ihtimali de haliyle çok zayıftı. Zira böyle bir hadise olacağı, önceden ilan edilmiş ve etrafa haber salınmış değildi. Sonra, hava şartları bakımından o gece, Kamer'in her taraftan görülüp görülmediği de ayrı bir meseledir. Allah'ın Resûlü, mu'cizelerini yalnız isteyenlere gösterip onları İslâm'a çekmek gayesini güttüklerine göre, hadiseyi herkesin görmesine, kayıt ve zaptetmesine mahsus bir iş sanmak, iyi niyetten uzaktır. Peygamber, mu'cizesini muhatabına gösterir. Yoksa, bütün dünyaya garip işler seyrettirmeye kalkışmaz. İşte o akşam da, Kamer'in iki şak olduğunu, Allah, başta küfrün mucize isteyen zümresi olmak üzere, dilediklerine göstermiş; birçokları da evlerinde bulundukları veya işin farkında olmadıkları için bir şey görememişlerdir.
Taşlar ve lokmaların tesbihi
Kâinatın Efendisinin nice mu'cizelerinden bir tanesini de Ebûzer Hazretleri şöyle rivayet etmişlerdir:
"Birgün öğle sıcağında evden çıktım. Allah'ın Resûlüne doğru yol aldım. Hizmetçisine rastlayıp Allah Resûlünün haberini sordum. Evlerinde olduklarını söyledi. Gittim. Kâinatın Efendisi bir kenarda oturuyorlardı. Yanlarında kimse yoktu. Vahy anında olduklarını sandım. 'Ya Ebâzer! Seni bu vakitte buraya çeken sebep nedir?', diye sordular. Ben de; 'Allah ve Resûlü', cevabını verdim. Mübarek elleriyle, oturmamı işaret ettiler. Yanlarına oturdum. Ama hiçbir şey sormadım ve söylemedim. Çok zaman geçmeden Ebubekir Hz.leri gelip selam verdiler. Selâmını aldıktan sonra ona da aynı süali sordular. O da, benim verdiğim cevabı verdiler. Onu da karşılarına alıp oturttular. Derken Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) geldiler. Aynı süal ve cevaplar... Son gelenlerin üçü de yanyana oturdu. O zaman Allah'ın Resûlü, yerden 7 yahut 9 küçük taş alıp avuçlarında gösterdiler. Küçük taşlar, Allah Resûlü'nün elinde öyle tesbih etmeye başladılar ki, sesleri arı vızıltıları gibi işitiliyordu. Taşları Hz. Ebubekir'in (ra) eline verdiler. Aynı tesbih... Alıp yere bıraktılar... Taşlar cansız... Yine alıp Hz. Ömer'in (ra) avucuna koydular. Yine aynı tesbih..."
İmam-ı Buhari'den, İbn-i Mes'ud'un (ra) şu ifadesi de çok çarpıcı bir misaldir:
"Biz, Allah'ın Resûlüyle yemek yerdik. Yemek yerken lokmaların tesbihini işitirdik".
Taşlar Resûlullah'ı selâmlıyor
Kâinatın Efendisi'ne taşların selâm verdiği herkesçe bilinen bir gerçektir. İmam-ı Müslim'in Cabir'den naklettiği bir hadis, Allah Resûlü'nün lisanından şu vakıayı bildirir: "Ben, Mekke'de bir taş bilirim ki, nebîliğimde bana selâm verirdi". Bazı âlimler bu taşın "Hacerü'l-Esved" olduğunu söylemekle beraber bazıları da bu hususta şöyle demişlerdir:
"Mekke'de tanınmış bir sokak ve orada bir taş vardı. Halk onu tanır ve teberrük olarak ona ellerini ve yüzlerini sürerlerdi. İşte Allah'ın Resûlüne selam veren bu taştır. Âlemin Fahri'ne, önünden geçtikleri her zaman selam verirdi".
Hz. Ali'den (ra) rivayet olunmuştur:
"Ben, Mekke'de Allah'ın Resûlüyle dolaşırdım. Birgün beraberce Mekke dışına çıktık. Önünden geçtiğimiz her taş ve ağaç; 'Selâm sana olsun, ey Allah'ın Resûlü!' diyerek O'na selam vermeye başlardı".
* Bir de; Allah Resûlünün dualarına evdeki duvarların ve kapı eşiklerinin "âmin" diye mukabele etmesi vardır:
İmam-ı Beyhâki anlatıyor:
"Birgün Allah'ın Resûlü, amcaları Abbas'a (ra) dediler ki: 'Yarın sen ve oğulların, evden çıkmayın; beni bekleyin! Sizinle görülecek bir işim var...' Ertesi gün kuşluk vaktinde Allah'ın Resûlü, Abbas'a (ra) gittiler. Eve girip selâm verdiler; 'Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun', buyurdular. Hâl ve hatır sordular. Onlar da, Allah'a hamdettikleri cevabını verdiler. Allah'ın Resûlü daha sonra; 'Yaklaşın!' emrini verdi. Hepsi birden sokulup Kâinatın Efendisinin etrafında halka oldular. Varlığın Nûru, mübarek örtülerini onların üzerlerine yaydı ve dua etti: 'Ya Rabbi, bu benim amcamdır. Babamın kardeşidir. Bunlar da benim ev halkımdır. Sen onları cehennem ateşinden koru. Benim kendilerini bu örtüyle örttüğüm gibi'. O anda kapının eşiği üç kere; "âmin, amin, amin!' diye Peygamber Efendimizin duasına karşılık verdi.
Dağ cezbeye geliyor
Resûlullah'ın mucizelerinden biri de, birgün dağa çıkarlarken dağın şevkinden harekete geçmesi üzerine; mübarek ayaklarını yere vurarak; "Dur!" diyerek verdikleri emirle dağın sükûnet bulmasıdır.
Enes b. Mâlik naklediyor:
"Birgün Allah'ın Resûlü, beraberinde Hz. Ebubekir (ra), Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra) bulunduğu halde Uhud dağına çıktılar. Dağ harekete geçti. Kâinatın Fahri, mübarek ayaklarıyla dağa vurup hitap ettiler: 'Dur, ya Uhud! Senin üzerinde bir Nebi, bir sıddık ve iki şehid var...' Ve dağ sükûn buldu". Bu mu'cizede, dağın hareket ve sonra sükûnetine ait harikadan başka Hz. Ömer (ra) ve Hz. Osman (ra)'ın şehid olacaklarını keşfetmek fevkalâdeliği de vardır. Bu mu'cize bütün âlimlerce kabul edildiği halde, dağın hangi dağ olduğu üzerinde ihtilaf vardır.
Cennetle müjdelenen sahabi
O'nun keşfî mucizelerinden bir tanesi de şöyle cereyan etmiştir:
Yine bir âyet emriyle; Allah Resûlü'ne hitap edenlerin, seslerini sert ve yüksek tutmamaları gerekiyordu. Bu âyet nazil olduktan sonra Hz. Ebubekir (ra), Allah'ın Resûlüne mahrem birşey söylercesine fısıltıyla söz söylemeye başlamış, Hz. Ömer de (ra), ne söylediğinin ancak birkaç kere sorulması neticesinde anlaşılabileceği şekilde konuşmaya başlamıştı.
Kays b. Sabit -ki dik sesli ve kulağı az işitir bir zattı- bu âyet indikten sonra Allah Resûlünün yanından uzaklaştı ve görünmez oldu. Allah'ın Resûlü onu buldurttular ve huzurlarına davet edip, uzaklaşmasının sebebini sordular. Sabit, şu cevabı verdi:
- Ey Allah'ın Resûlü! Sana âyet nazil oldu. Ben de dik sesli bir insanım ve ağzımdan sert bir ton çıkar da amelimi iptal eder, diye korktum.
Allah'ın Resûlü, Sabit'i teselli edip buyurdular:
- Ya Sabit! Sen onlardan değilsin! Senin işin ve niyetin hayırdır. Sen hayır ile yaşar ve ölürsün! Sen cennet ehlindensin!
Enes b. Mâlik: "Allah Resûlünün bu sözlerinden sonra Sabit'e baktıkça onu bir cennet örneği olarak görmeye başladık. Sonradan Yemame'de Müseylime'ye karşı cenk olurken bir aralık Müslümanların safına dağınıklık ve bozgun hali düşünce Sabit ileriye atıldı ve kâfirlerle boğuşmaya başladı. Bu atılış neticesinde de şehid oldu. Allah Resûlünün cennet müjdesindeki mânâyı o vakit anladık".