Hicaz demiryolu
Osmanlıların bu topraklarda yaptıkları en önemli hizmetlerden birisi, başkent İstanbul'u, Mekke, Medine, Şam ve Kızıldeniz'e ulaştıran Hicaz demiryolunun inşâsıdır. Demiryolu, 1908 yılında II. Abdülhamid devrinde inşâ edilmeye başlandı. Demiryolu inşâsı için bir yardım kampanyası açıldı. İlk yılda toplanan paranın miktarı 20 milyon altını buldu. Sultan Abdülhamid bu kampanya için para yardımında bulunanlara verilmek üzere altın, gümüş ve nikel madalyalar bastırdı.
Hicaz Demiryolu, tren istasyonu ve yakınında bulunan Hamidiye Camii aynı yıl yani 1908'de hizmete açılmıştır. 1916 yılında başlayan isyanlarda tren yolunun büyük kısmı tahrip edildi. Bugün ise demiryolu ve istasyon binası perişan bir vaziyette çürümeye terkedilmiştir.
Kubbetu-l hadra (yeşil kubbe)
Resulullah (sav)'in Hane-i Saadetlerinin üzerindeki kubbe Osmanlı padişahlarından II. Mahmud tarafından yaptırılmış ve 1837 yılında yeşile boyanarak Kubbetu-l Hadra diye isimlendirilmiştir. Kubbenin üstündeki 24 ayar som altından hilal II. Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır.
Mescid-i kıbleteyn
Resulullah (sav) önceleri Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kılarken, bu mescidde nazil olan Bakara Sûresi 144. ayet ile yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevirmiş ve bu sebeple bu mescid Mescid-i Kıbleteyn (iki kıbleli mescid) adını almıştır. Mescidin aslı Resulullah zamanında kerpiç ve hurma ağaçlarıyla yapılmıştı. Bugünkü mescid 1514 yılında Osmanlı sultanı Yavuz Sultan Selim tarafından yapılmıştır.
Kuba mescidi
Resulullah (sav) Medine'ye hicret ettiğinde ilk olarak Kuba köyüne ulaştı. Ve burada Kuba Mescidi'ni kurdu. Bugün mevcut olan mescid Osmanlı padişahı II. Mahmud tarafından yaptırılmıştır.
Uhud şehitliği
Osmanlı döneminde Uhud mevkiinde ve Uhud şehitlerinin bulunduğu yerde cami, aşevi ve dinlenme yerleri ile Hz. Hamza ve diğer şehitlerin kabirlerinin üzerine kubbe inşâ edilmişti. Suud zamanında bunlar yıkılmış ve şehitliğin etrafı duvarlarla çevrilmiştir.
KABİR TAHRİFATLARI
Bu noktada şu hakikati ifade etmek yerinde olacaktır. İngilizler kendi emelleri doğrultusunda yönlendirdikleri Muhammed Abdülvehhab ve onun kurduğu Vehhabilik mezhebi aracılığı ile toplumda İslam adına mevcut olan motifleri çökertmek ve yerine İslamî olmayan ve İslam'ın özünde bulunmayanları koyma hedeflerini gerçekleştirdiler. Kabir ve türbe ziyaretlerini şirk kabul eden Vehhabiliği resmî mezhepleri olarak benimsemiş bulunan Suud Hükümetinin, İslam büyüklerinin ve sahabelerin kabirlerini tahrif ederek, belirsizleştirmeleri bu hakikatin açık bir misalidir. Zira Müslümanların mukaddes türbeleri ziyaretten hangi şekilde olursa olsun alıkonulması düşüncesi bizzat Sömürgeler Bakanlığı'nın misyoner-ajanlarına dağıttıkları kitaplarda "Müslümanları güçlendiren faktörleri yok etmek için tavsiyeler" bölümünde yer almaktadır.
16. Madde: "Sorunlardan biri de Müslümanların mübarek ve mukaddes türbeleri ziyaret etmeleridir. Bu tür türbelere önem vermenin ve süslemenin bidat ve şeriata aykırı olduğunu, Peygamber döneminde bu teşrifatın bulunmadığını, ölülere ibadet yapılmadığını delilleri ile ispat etmeliyiz. Yavaş yavaş binaların yıkılmasıyla ve bu türbelerin izlerini ortadan kaldırmakla halk bu ziyaretlerden vazgeçirilmelidir..."72
Bu prensipler doğrultusunda Peygamberimizin anne ve babasının kabirleri başta olmak üzere pek çok büyük zâtın kabri belirsizleştirilmiş, Osmanlı'nın buralara yaptığı türbeler yıkılmıştır.
Peygamberimizin babası Hz. Abdullah'ın kabri
Peygamberimiz doğmadan önce babası Hz. Abdullah 25 yaşındayken geldiği Medine'de vefat etti ve oraya defnedildi. Osmanlılar zamanında kabri Medine halkı tarafından "Tuval Sokağı" diye bilinen yerdeydi. Bugün mevcut değildir. Suud tarafından belirsiz hale getirilmiştir.
Peygamberimizin annesi Hz. Âmine'nin kabri
Peygamberimizin annesi Hz. Âmine, oğlu Hz. Muhammed ve cariyesi Ümmü Eymen ile birlikte Medine'deki Neccaroğullarından Peygamberimizin dayıları olan akrabalarını ziyarete gitmişler, ancak Hz. Âmine Mekke'ye dönerken Ebva Köyü'nde miladi 577 yılında vefat etmişti. Hz. Âmine'nin kabri köyün dışında bulunan bir tepededir. Osmanlı devrinde kabir bir türbe içine alınmış, iki ucuna mezar taşları dikilmişti. Burası daha sonra Suud Hükümeti tarafından yıktırılmış, ziyaretler de yasaklanmıştır. Şu anda kabrin yeri köylülerin yeşil yağlı boya ile boyayıp dizdikleri taşlardan anlaşılmaktadır.
Resulullah (sav) hicretin bu yılında annesinin kabrini ziyaret etmiş ve onu hatırlayarak gözleri dolmuştur.
Ebu Said El- Hudri'nin Kabri
Cennetü-l Baki'nin kuzeydoğu tarafındaydı. Osmanlılar zamanında kabri çevrili ve baş ucunda yazılı taşı vardı. Suud zamanında yıkılıp yola dahil edildi.
Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Ne hazin bir tecellidir ki, türbe ziyaretlerini, türbe, kabir ve mescidlerin süslenmesini, buralara isim ve yazı yazılmasını haram ve bidat kabul eden mantığın sahipleri, kendi isim ve nişanlarını bizzat Harem-i Şerif'in kapılarına yazdırmakta bir mahzur görmemektedirler. Bu duruma verilecek enteresan bir misal şudur: Suud Hükümeti muhtelif zamanlarda Ravza-i Mutahhara'da çeşitli genişletme çalışmaları yapmaktadırlar. Kapılarına Bâb-ı Selam esas alınarak çeşitli isim ve İngilizce numaralar verilmişti. Bu faaliyetleri gösterebilmek için Bâb-ı Selam tarafına bir tabela konmuş ve üzerine net ve okunaklı yazılarla şunlar yazılmıştır: "Haremeyn-i Şerifin'in hizmetçisi Kral Fahd b. Abdülaziz 2. Suud genişletmesi sırasında 6. 11. 1984 tarihinde, Cuma günü açılış için burayı şereflendirdi" Diğer yandan Osmanlılar tarafından inşâ edilmiş bulunan Mescid-i Nebi'de Osmanlı'ya ait izlerin silinmesi, yok olması için azami gayret sarf edildiği de gözden kaçmamaktadır. Peygamberimizin namaz kıldığı yerde ikinci bir mihrap yaptıran ve üzerine ismini yazdıran Kanuni Sultan Süleyman'ın yaptırdığı bu mihrap yazılarıyla birlikte beyaza boyanmış ve bakımsızlıktan kirli beyaz halini almış vaziyettedir. Yazı da, mihrap da beyaz olduğundan yazı okunmamaktadır. Bakımsızlıktan yaldızları dökülmüş, yazıların bir kısmı silinmiştir.
Bunun yanı sıra koskoca Mescid-i Nebi'de yalnızca üç adet Osmanlı tuğrası kalmış, diğer hepsi yerlerinden sökülmüştür.
Osmanlı eserleri bu şekilde yok edilir, çürümeye terk edilir, mescid ve türbe süslemeleri bidat telakki edilirken aynı zihniyetin sahipleri kendi isimlerini abideleştirmekten çekinmemektedirler. Demek ki asıl mesele haram veya bidatlerden sakınmak meselesi değil, başka maksatlara hizmet etmek meselesidir. Bütün bu hakikatler ışığında varılan netice maalesef budur.