Son dönemde Türkiye'nin savunma sanayiiyle ilgili tartışmaların odak noktası sıklıkla insansız hava araçları (İHA) oluyor. Türkiye'nin İHA teknolojisiyle dünya savunma pazarında önemli bir aktör hâline geldiği sıkça dile getirilmekte. Ancak bu başarıya rağmen sahadaki bazı gerçekler, stratejik bir çelişkiyi gündeme getirmektedir:
Eğer İHA'lar bu denli caydırıcı ve stratejik bir üstünlük sağlıyorsa, nasıl oluyor da bir terör örgütü –adı PKK, YPG ya da SDG olsun fark etmeksizin– bu araçlara karşı koyabiliyor?
Burada iki temel ihtimali göz önünde bulundurmak zorundayız:
1- Ya İHA gibi ileri teknolojilere ulaşmak artık sanıldığı kadar zor değil ve bu nedenle tek başına savunma üstünlüğü sağlamıyor,
2- Ya da karşımızda artık bir örgüt değil, devlet destekli bir yapı var.
Bu yapının adı Amerika Birleşik Devletleri mi, Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi mi, yoksa Suriye'nin kuzeyindeki SDG mi, kesin olarak söylemek zor. Ancak şu açık ki: Türkiye'nin muhatabı artık bir terör örgütü değil, devlet benzeri özellikler taşıyan bir siyasi ve askerî yapılanmadır.
1990'lı yıllarda Kuzey Irak'ta Kürdistan Özerk Bölgesi kurulduğunda, dönemin hükümeti, "Biz Türkiye sınırları içindeki PKK'yla mücadele ediyoruz, dışarıdaki yapılanmalar bizi ilgilendirmez" olarak yorumlanabilecek bir tutum benimsemişti. Ancak bu süreçte, Prof. Dr. Haydar Baş yetkilileri defalarca uyarılarda bulunmuştu:
"Bugün sessiz kalırsanız, yarın bir örgütle değil, bir devletle mücadele etmek zorunda kalırsınız."
İşte bugün, o uyarıların somutlaştığı bir dönemin içindeyiz.
21 Kasım 1998 tarihli konuşmasında Prof. Dr. Haydar Baş, Barzani ve Talabani'nin ABD denetiminde bir araya getirilerek kurduğu özerk bölgenin, yalnızca Irak için değil, bölge için sistematik bir tehdit olduğunu belirtmişti. Bu yapının, yalnızca PKK'dan değil, Apo'dan bile daha tehlikeli olduğunu vurgulamıştı. Baş'a göre mesele, bir terör örgütüyle mücadeleden çok, siyasallaştırılmış, meşrulaştırılmış ve enerji kaynaklarını kontrol eden bir devletin inşasıdır.
"Orada kurulan devlet, PKK'dan daha tehlikelidir. O yapı Musul-Kerkük petrollerini kontrol ettiğinde, iki yıllık geliriyle on tane devlete yeter. Böyle bir kaynak yapılanması, zamanla Türkiye'den taleplerde bulunacak; referandum isterse, kim engel olacak? Bin tane kapı bulurlar."
Bu sözler, yalnızca bir siyasetçinin uyarısı değil; jeopolitik bir gerçeğin erken teşhisidir.
SİHA SALDIRILARI VE SESSİZLİK: STRATEJİK Mİ, TAKTİK Mİ?
23 Nisan 2025 tarihinde, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı resepsiyonunda basın mensuplarının Pençe-Kilit operasyon bölgesindeki şehidimiz ile ilgili sorusuna Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler,
"Orada dün bir tane dron atıyorlar, dron da geliyor bizim bir tane Mehmetçiğe çarptı. Ve sonra hastaneye götürdük, kurtaramadık… Şehit oldu. Allah rahmet eylesin." İfadeleri ile cevap vermişti.
Şimdi de daha 2 ay geçmişken aynı bölgede yaşanan saldırıda 9 askerimizin yaralandığı haberleri bazı medya kuruluşlarında dillendirildi. İşin ilginç yanı Millî Savunma Bakanlığı'nın bu ikinci olaya dair hiçbir resmî açıklama yapmamış olmasıdır.
Daha da dikkat çekici olan, saldırıların zamanlamasıdır. PKK'nın silah bırakma adımlarının konuşulduğu bir dönemde bu tarz saldırıların yaşanması, örgütün müzakere sürecinde elini güçlendirmek amacıyla taktiksel şiddete başvurduğu ihtimalini gündeme getirmektedir.
İlk saldırının "dron çarpması" gibi hafife alınabilecek bir ifadeyle aktarılması, ardından yaşanan daha ciddi olayların resmî düzeyde görmezden gelinmesi, bazı gerçeklerin kamuoyundan saklandığına dair kuşkuları artırmaktadır.
Tüm bu gelişmeler ışığında; ya bu saldırılar bilinçli olarak yok sayılıyor, ya da yeni süreci sabote etmemek adına görmezden gelinmesi tercih ediliyor. Her iki ihtimal de Türkiye'nin güvenlik stratejisi açısından son derece riskli ve uzun vadede derin kırılmalara yol açabilecek niteliktedir.
DEM PARTİ: GÖRÜNÜR YÜZ MÜ, ASIL MUHATAP MI?
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, 27 Haziran'daki açıklamasında, "Silah DEM Parti'de değil, silahı bırakan muhataptır" diyerek sürece dâhil olmakla birlikte doğrudan sorumluluktan kaçınmıştır. Ancak hemen ardından yaptığı "Tarihsel bir ana tanıklık edeceğiz" açıklaması, partinin bu süreçte siyasi meşruiyet taşıyıcısı rolünü üstlendiğini göstermektedir.
Dolayısıyla bu süreçte asıl muhatap Öcalan ve Kandil yapılanması olurken, DEM Parti sürecin siyasal vitrini olarak öne çıkmaktadır. Görünür aktör ve gerçek muhatap arasındaki bu fark, sürecin derinliğini ve çok katmanlı yapısını net biçimde ortaya koymaktadır.
DEM PARTİ–ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ VE YENİ SÜREÇ
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, DEM Parti İmralı Heyeti üyeleri Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile 9 Temmuz 2025 tarihinde Beştepe'de görüşeceği resmiyet kazanmıştır. Bu görüşmeyle eşzamanlı olarak PKK'nın silahsızlanma sürecinde 9–11 Temmuz tarihleri arasında pratik adımların atılması beklenmektedir. Kürdistan Yurtseverler Birliği denetimindeki bölgede medya mensuplarının da davet edileceği bir "silah bırakma töreni" planlandığı, bir yardım kuruluşunun gözetiminde silahların seri numaralarının kayıt altına alınarak listeleneceği belirtiliyor. Bu adımın, sürece hem şeffaflık hem de meşruiyet kazandırmak amacıyla atılacağı ifade ediliyor.
1998 yılında Prof. Dr. Haydar Baş'ın Kuzey Irak'ta kurulan Kürt federasyonuna dair yaptığı uyarılar bugün daha net anlaşılmaktadır. Nitekim bugün PKK'nın sözde silah bırakma töreninin, Haydar Baş'ın "fiilî devletleşme" olarak nitelediği Kuzey Irak'taki yapı içinde, Kürdistan Yurtseverler Birliği denetiminde gerçekleştirilmesinin planlanması, bu uyarının ne denli haklı olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu sadece sembolik bir tören değil; federatif yapının, dünyaya kendi "siyasal otoritesini" gösterme girişimidir. Dolayısıyla bugün atılan adımlar, yalnızca örgütsel değil, jeopolitik bir dönüşümün ilanıdır.
AHKÂM-I HATİME
Karşımızda artık yalnızca bir örgüt değil, uluslararası meşruiyet arayan, bölgesel destekle güçlenmiş yarı-devlet niteliğinde bir yapı bulunmaktadır. Bu nedenle, silah bırakma yalnızca fiziksel silahların değil, bu yapının arkasındaki ittifakların da tasfiyesiyle anlam kazanabilir. Aksi takdirde bu süreç, çözüm değil; bölünmeyi sahneleyen bir siyasal mizansen olarak tarihe geçecektir.
Eğer İHA'lar bu denli caydırıcı ve stratejik bir üstünlük sağlıyorsa, nasıl oluyor da bir terör örgütü –adı PKK, YPG ya da SDG olsun fark etmeksizin– bu araçlara karşı koyabiliyor?
Burada iki temel ihtimali göz önünde bulundurmak zorundayız:
1- Ya İHA gibi ileri teknolojilere ulaşmak artık sanıldığı kadar zor değil ve bu nedenle tek başına savunma üstünlüğü sağlamıyor,
2- Ya da karşımızda artık bir örgüt değil, devlet destekli bir yapı var.
Bu yapının adı Amerika Birleşik Devletleri mi, Kuzey Irak'taki Kürdistan Bölgesel Yönetimi mi, yoksa Suriye'nin kuzeyindeki SDG mi, kesin olarak söylemek zor. Ancak şu açık ki: Türkiye'nin muhatabı artık bir terör örgütü değil, devlet benzeri özellikler taşıyan bir siyasi ve askerî yapılanmadır.
1990'lı yıllarda Kuzey Irak'ta Kürdistan Özerk Bölgesi kurulduğunda, dönemin hükümeti, "Biz Türkiye sınırları içindeki PKK'yla mücadele ediyoruz, dışarıdaki yapılanmalar bizi ilgilendirmez" olarak yorumlanabilecek bir tutum benimsemişti. Ancak bu süreçte, Prof. Dr. Haydar Baş yetkilileri defalarca uyarılarda bulunmuştu:
"Bugün sessiz kalırsanız, yarın bir örgütle değil, bir devletle mücadele etmek zorunda kalırsınız."
İşte bugün, o uyarıların somutlaştığı bir dönemin içindeyiz.
21 Kasım 1998 tarihli konuşmasında Prof. Dr. Haydar Baş, Barzani ve Talabani'nin ABD denetiminde bir araya getirilerek kurduğu özerk bölgenin, yalnızca Irak için değil, bölge için sistematik bir tehdit olduğunu belirtmişti. Bu yapının, yalnızca PKK'dan değil, Apo'dan bile daha tehlikeli olduğunu vurgulamıştı. Baş'a göre mesele, bir terör örgütüyle mücadeleden çok, siyasallaştırılmış, meşrulaştırılmış ve enerji kaynaklarını kontrol eden bir devletin inşasıdır.
"Orada kurulan devlet, PKK'dan daha tehlikelidir. O yapı Musul-Kerkük petrollerini kontrol ettiğinde, iki yıllık geliriyle on tane devlete yeter. Böyle bir kaynak yapılanması, zamanla Türkiye'den taleplerde bulunacak; referandum isterse, kim engel olacak? Bin tane kapı bulurlar."
Bu sözler, yalnızca bir siyasetçinin uyarısı değil; jeopolitik bir gerçeğin erken teşhisidir.
SİHA SALDIRILARI VE SESSİZLİK: STRATEJİK Mİ, TAKTİK Mİ?
23 Nisan 2025 tarihinde, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı resepsiyonunda basın mensuplarının Pençe-Kilit operasyon bölgesindeki şehidimiz ile ilgili sorusuna Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler,
"Orada dün bir tane dron atıyorlar, dron da geliyor bizim bir tane Mehmetçiğe çarptı. Ve sonra hastaneye götürdük, kurtaramadık… Şehit oldu. Allah rahmet eylesin." İfadeleri ile cevap vermişti.
Şimdi de daha 2 ay geçmişken aynı bölgede yaşanan saldırıda 9 askerimizin yaralandığı haberleri bazı medya kuruluşlarında dillendirildi. İşin ilginç yanı Millî Savunma Bakanlığı'nın bu ikinci olaya dair hiçbir resmî açıklama yapmamış olmasıdır.
Daha da dikkat çekici olan, saldırıların zamanlamasıdır. PKK'nın silah bırakma adımlarının konuşulduğu bir dönemde bu tarz saldırıların yaşanması, örgütün müzakere sürecinde elini güçlendirmek amacıyla taktiksel şiddete başvurduğu ihtimalini gündeme getirmektedir.
İlk saldırının "dron çarpması" gibi hafife alınabilecek bir ifadeyle aktarılması, ardından yaşanan daha ciddi olayların resmî düzeyde görmezden gelinmesi, bazı gerçeklerin kamuoyundan saklandığına dair kuşkuları artırmaktadır.
Tüm bu gelişmeler ışığında; ya bu saldırılar bilinçli olarak yok sayılıyor, ya da yeni süreci sabote etmemek adına görmezden gelinmesi tercih ediliyor. Her iki ihtimal de Türkiye'nin güvenlik stratejisi açısından son derece riskli ve uzun vadede derin kırılmalara yol açabilecek niteliktedir.
DEM PARTİ: GÖRÜNÜR YÜZ MÜ, ASIL MUHATAP MI?
DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, 27 Haziran'daki açıklamasında, "Silah DEM Parti'de değil, silahı bırakan muhataptır" diyerek sürece dâhil olmakla birlikte doğrudan sorumluluktan kaçınmıştır. Ancak hemen ardından yaptığı "Tarihsel bir ana tanıklık edeceğiz" açıklaması, partinin bu süreçte siyasi meşruiyet taşıyıcısı rolünü üstlendiğini göstermektedir.
Dolayısıyla bu süreçte asıl muhatap Öcalan ve Kandil yapılanması olurken, DEM Parti sürecin siyasal vitrini olarak öne çıkmaktadır. Görünür aktör ve gerçek muhatap arasındaki bu fark, sürecin derinliğini ve çok katmanlı yapısını net biçimde ortaya koymaktadır.
DEM PARTİ–ERDOĞAN GÖRÜŞMESİ VE YENİ SÜREÇ
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, DEM Parti İmralı Heyeti üyeleri Pervin Buldan ve Mithat Sancar ile 9 Temmuz 2025 tarihinde Beştepe'de görüşeceği resmiyet kazanmıştır. Bu görüşmeyle eşzamanlı olarak PKK'nın silahsızlanma sürecinde 9–11 Temmuz tarihleri arasında pratik adımların atılması beklenmektedir. Kürdistan Yurtseverler Birliği denetimindeki bölgede medya mensuplarının da davet edileceği bir "silah bırakma töreni" planlandığı, bir yardım kuruluşunun gözetiminde silahların seri numaralarının kayıt altına alınarak listeleneceği belirtiliyor. Bu adımın, sürece hem şeffaflık hem de meşruiyet kazandırmak amacıyla atılacağı ifade ediliyor.
1998 yılında Prof. Dr. Haydar Baş'ın Kuzey Irak'ta kurulan Kürt federasyonuna dair yaptığı uyarılar bugün daha net anlaşılmaktadır. Nitekim bugün PKK'nın sözde silah bırakma töreninin, Haydar Baş'ın "fiilî devletleşme" olarak nitelediği Kuzey Irak'taki yapı içinde, Kürdistan Yurtseverler Birliği denetiminde gerçekleştirilmesinin planlanması, bu uyarının ne denli haklı olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu sadece sembolik bir tören değil; federatif yapının, dünyaya kendi "siyasal otoritesini" gösterme girişimidir. Dolayısıyla bugün atılan adımlar, yalnızca örgütsel değil, jeopolitik bir dönüşümün ilanıdır.
AHKÂM-I HATİME
Karşımızda artık yalnızca bir örgüt değil, uluslararası meşruiyet arayan, bölgesel destekle güçlenmiş yarı-devlet niteliğinde bir yapı bulunmaktadır. Bu nedenle, silah bırakma yalnızca fiziksel silahların değil, bu yapının arkasındaki ittifakların da tasfiyesiyle anlam kazanabilir. Aksi takdirde bu süreç, çözüm değil; bölünmeyi sahneleyen bir siyasal mizansen olarak tarihe geçecektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- PKK silah mı bırakıyor, yoksa mizansen mi? Haydar Baş 1998’de uyarmıştı... / 06.07.2025
- NATO savunma harcaması kararı ve Türkiye: Güvenlik mi, bağımlılık mı? / 05.07.2025
- Neo-Con masasında çizilen harita: İran, İsrail ve unutturulan Gazze / 04.07.2025
- Karikatür krizi, Şeyh Said gündemi ve siyasal itibar restorasyonu / 03.07.2025
- Büyük Ortadoğu Projesinde yeni aşama / 02.07.2025
- Yeni Anayasa mı? / 01.07.2025
- Medeniyetler savaşında Türkiye’nin yeri / 30.06.2025
- Yeni Anayasa için CHP hamlesi: Siyasal mühendisliğin şifreleri / 29.06.2025
- CHP, Kılıçdaroğlu ve muhalefetin itibarsızlaştırılması üzerine satranç hamleleri / 28.06.2025
- Ortadoğu’da ve Türkiye’de çözüm bu topraklardadır / 27.06.2025
- NATO savunma harcaması kararı ve Türkiye: Güvenlik mi, bağımlılık mı? / 05.07.2025
- Neo-Con masasında çizilen harita: İran, İsrail ve unutturulan Gazze / 04.07.2025
- Karikatür krizi, Şeyh Said gündemi ve siyasal itibar restorasyonu / 03.07.2025
- Büyük Ortadoğu Projesinde yeni aşama / 02.07.2025
- Yeni Anayasa mı? / 01.07.2025
- Medeniyetler savaşında Türkiye’nin yeri / 30.06.2025
- Yeni Anayasa için CHP hamlesi: Siyasal mühendisliğin şifreleri / 29.06.2025
- CHP, Kılıçdaroğlu ve muhalefetin itibarsızlaştırılması üzerine satranç hamleleri / 28.06.2025
- Ortadoğu’da ve Türkiye’de çözüm bu topraklardadır / 27.06.2025