İslam, insanı, sadece kendi kulvarında, namütenahi serbest, alabildiğine başıboş yaşatan bir anlayış değildir.
Bilakis bütün etrafıyla onu bağlantılı hale getirip, sorumluluk duyguları içerisinde, hem kendi iç tabiatındaki tevhid şerbetini, zevkini, hem de dış tabiatındaki sosyal münasebetini doruk noktaya çıkartacak iksiri, aşkı ve de programı veren ilahi bir dindir. Kitabımız Kur'an-ı Kerim budur. O Kitab'ın, o Kur'an'ın nazil olmaya başladığı ay işte Ramazan ayıdır. Cenab-ı Hak, kullarını yarattı. "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murat eyledim. Onun için de bu alemi, insanı halkettim/yarattım" (el Aclunî, Keşfü'l hafâ, II, h. no: 2016) diyor Yüce Allah. Cenab-ı Hakk'ın maksadı, Kendini izhar etmesidir. Bu alemi bir maksada binaen yarattı. Yani, insanoğlunun, tabiatın her köşesinde, her varlığında, zerresinden kürresine kadar, o ezeli iradeyi görmesi lazım. Ne mutlu o insana ki, varlığın her zerresinde Cenab-ı Hakk'ı görebilme şuuruna maliktir. Nefsin kendi içinde birtakım kademeleri, mertebeleri var. Onun emmare tarafi var, levvame tarafı var, mülhime tarafi var, mutmainne tarafı var, raziyye tarafı var, merziyye tarafı var. Yani insanoğlu tabiata bir takım gözlüklerle bakar. Aleme bir takım gözlüklerle bakar. Bir numaralı gözlük, iki numaralı gözlük, üç numaralı gözlük gibi... Yedi numaralı gözlük ile alemi seyreden insanla bir numaralı gözlükle alemi seyreden insan belki aynı şeyleri görür ama vasıflar çok farklıdır. Bir numaradan alemi seyreden insana yedi numaradan seyrettiremezsiniz. Veya yedi numaradan seyretmesi gereken de bir numaralı gözlükten seyredemez. İnsanoğlu önüne ne geliyorsa o gördüğü şeyle beraber hükmediyor. Aklını ona göre yönlendiriyor. Hayattaki icraatları bu istikamette oluyor. İşte insanın tabiatta farklı farklı değer ölçülerine sahip olması, sahibi olduğu nefsani hâllerinden dolayıdır. Öyle bir hâli vardır ki, bu hâli tamamen beşerîdir. Şayet insan bu beşerî vasıflardan kurtulup, Rahmani vasıflara kavuşamaz ise, siz ona ne kadar hayrı, doğruyu ve güzeli gösterirseniz gösterin, kendi iç tabiatında doğruyu, güzeli görmeye muktedir olamaz. Yani onun asıl problemi kendisiyledir. İşte terbiye dediğimiz şey, insanın kendi içinde var olan ve olgunlaşmasına mani olan o perdeyi ıslahtır, terbiyedir, tezkiyedir. İnsan, bunu yapmakla mükelleftir. Binaenaleyh, nefsini tezkiye ve terbiye etmeyen, bir başka manada ruhunu Cenab-ı Hakk'a yüceltmeyen hiçbir insan, bu kemale, bu olgunluğa, bu vasfa vasıl olamaz.
Hikmetin Sırları / Prof. Dr. Haydar BAŞ'ın kaleminden Gönül Sohbetleri
Bilakis bütün etrafıyla onu bağlantılı hale getirip, sorumluluk duyguları içerisinde, hem kendi iç tabiatındaki tevhid şerbetini, zevkini, hem de dış tabiatındaki sosyal münasebetini doruk noktaya çıkartacak iksiri, aşkı ve de programı veren ilahi bir dindir. Kitabımız Kur'an-ı Kerim budur. O Kitab'ın, o Kur'an'ın nazil olmaya başladığı ay işte Ramazan ayıdır. Cenab-ı Hak, kullarını yarattı. "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi murat eyledim. Onun için de bu alemi, insanı halkettim/yarattım" (el Aclunî, Keşfü'l hafâ, II, h. no: 2016) diyor Yüce Allah. Cenab-ı Hakk'ın maksadı, Kendini izhar etmesidir. Bu alemi bir maksada binaen yarattı. Yani, insanoğlunun, tabiatın her köşesinde, her varlığında, zerresinden kürresine kadar, o ezeli iradeyi görmesi lazım. Ne mutlu o insana ki, varlığın her zerresinde Cenab-ı Hakk'ı görebilme şuuruna maliktir. Nefsin kendi içinde birtakım kademeleri, mertebeleri var. Onun emmare tarafi var, levvame tarafı var, mülhime tarafi var, mutmainne tarafı var, raziyye tarafı var, merziyye tarafı var. Yani insanoğlu tabiata bir takım gözlüklerle bakar. Aleme bir takım gözlüklerle bakar. Bir numaralı gözlük, iki numaralı gözlük, üç numaralı gözlük gibi... Yedi numaralı gözlük ile alemi seyreden insanla bir numaralı gözlükle alemi seyreden insan belki aynı şeyleri görür ama vasıflar çok farklıdır. Bir numaradan alemi seyreden insana yedi numaradan seyrettiremezsiniz. Veya yedi numaradan seyretmesi gereken de bir numaralı gözlükten seyredemez. İnsanoğlu önüne ne geliyorsa o gördüğü şeyle beraber hükmediyor. Aklını ona göre yönlendiriyor. Hayattaki icraatları bu istikamette oluyor. İşte insanın tabiatta farklı farklı değer ölçülerine sahip olması, sahibi olduğu nefsani hâllerinden dolayıdır. Öyle bir hâli vardır ki, bu hâli tamamen beşerîdir. Şayet insan bu beşerî vasıflardan kurtulup, Rahmani vasıflara kavuşamaz ise, siz ona ne kadar hayrı, doğruyu ve güzeli gösterirseniz gösterin, kendi iç tabiatında doğruyu, güzeli görmeye muktedir olamaz. Yani onun asıl problemi kendisiyledir. İşte terbiye dediğimiz şey, insanın kendi içinde var olan ve olgunlaşmasına mani olan o perdeyi ıslahtır, terbiyedir, tezkiyedir. İnsan, bunu yapmakla mükelleftir. Binaenaleyh, nefsini tezkiye ve terbiye etmeyen, bir başka manada ruhunu Cenab-ı Hakk'a yüceltmeyen hiçbir insan, bu kemale, bu olgunluğa, bu vasfa vasıl olamaz.
Hikmetin Sırları / Prof. Dr. Haydar BAŞ'ın kaleminden Gönül Sohbetleri
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.