Sen başıboş mu yaratıldığını zannediyorsun?
‘İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?’ (Kıyamet 36) buyuruluyor. Sen başıboş mu yaratıldığını zannediyorsun. Kendini sorgulamaya başlıyorsun. “Vardır öyle bir güç. Eyvah! Ben ne yaptım?”
29.09.2024 18:19:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





'İnsan başıboş bırakılacağını mı sanır?' (Kıyamet 36) buyuruluyor. Sen başıboş mu yaratıldığını zannediyorsun. Kendini sorgulamaya başlıyorsun. "Vardır öyle bir güç. Eyvah! Ben ne yaptım?"
Bu sefer yola koyuluyorsun. İbadet üstüne ibadet. Her yaptığın sana az geliyor. Niye? Sen o sinyali almaya başladın. Görmeye başladın. Koklamaya başladın. Bazen öyle olur ki, bütün vücudun o kokudan.
Elini koklarsın, avucunu koklarsın, kolunu koklarsın. Vücudunu koklarsın. "Allah Allah! Ya ben böyle bir şey sürünmedim. Ama bu kokulardan da değil."
Bu sefer o mutlak varlığı yaşamaya başlarsın. Şimdi O mutlak varlığı yaşayan adama sen, "yok" dersen. Ne olur? Hiç umurunda değil.
Böyle bir yolculuktur insanın iç tabiatında Allah'ı tanımak. İşte ayetteki, ibadetten kasıt bu halleri yaşama olayıdır. liya'rufun" bilme manasına geliyor. Nasıl bilme? Yaşayarak bilme. Kokusunu alarak, sesini duyarak. Değil mi? Öyle bir hal olur ki aman ya Rabbi, seyrettiğin dünya çok farklıdır…
Bunu daha iyi anlamak için şimdi iki insanın arasında münakaşa yaptığını düşünelim. On ayrı insana bu münakaşayı soralım. Hepsi orada hazır bulunsun. Her insanın olayı yorumlayarak getirdiği sonuç çok farklıdır. Hepsi aynı şeyi söyler ama farklı pencereden. O, ona vurdu. Desen niye, vurdu? Birisi bir farklı pencereden bakar. Öteki başka bir.
Yani, herkes kendi iç tabiatında hangi dünyadaysa, o dünyanın penceresinden bakarak hadiselere değer verir. Bu sadece bir kavga. Tabiat da öyle. İnsanlara bakmak, hayvanlara bakmak, olaylara bakmak ne bilim, düşünce tarzlarını hepsini insan o iç tabiatındaki değer ölçüleriyle beraber ölçer, ortaya bir sonuç çıkartır.
Şimdi o sonuç o ben, dediğimiz şeyle alakalı. Allah da buyuruyor ki; o itminan oluncaya kadar elde ettiğiniz sonuçların hepsi sizi yanıltır. Niye? Çünkü mutlak olarak benimle bakmıyorsun.
Allah bir kulunu severse; "Ben onun gören gözü olurum" diyor. "İşiten kulağı olurum. Yürüyen ayağı olurum. Tutan eli olurum. Konuşan dili olurum."
Şimdi bir de bu noktadan tabiatı seyretmek var. Allah Allah! Bu ne biçim iş! Nasıl bir hal! Değil mi?
İşte, ibadetin asıl kastı seni bu noktaya taşımaktır. Yani, öyle tutacaksın ki, seni de tutan Allah olacak. Gerçi bizi de tutan Allah. Ama bunu biz bilmiyoruz. Bizi de gören Allah. Ama bunu da bilmiyoruz. İşiten Allah ama bunu da bilmiyoruz.
Bir de bakıyorsun "la faile illallah." Ulan bir tane fail varmış! Muhyiddin-i Arabi'nin işte vahdet-i vücud'dan muradı bu. Ötekiler hep bir maske efendim.
İtminan noktasına geldin. Allah'la senin arandaki perdeler o kadar azalmış ki, ondan sonra raziye, merziye. Yani, bu sefer şu anda mesela biz Allah'tan razı olmayız. Hangi hal olursa olsun razı değiliz. Nefsimiz çok deni bir noktada hep kendisine yontuyor.
Allah'tan razı olmaya başladığınızda bilin ki, ondan sonrası O'nun, senden razı olmasıdır. Senden bir adım bekliyor. Benden kulum razı olsun. Nedir bu? Sana verdiği işte servetti, sıhhatti, şöhretti mevkiydi, rütbeydi bu bir tarafa sana bir de çile veriyor. Hastalık veriyor. Meşakkat veriyor. Zorluk veriyor.
Mesela, dedikodular. Bunu da güzel göreceksin. Niye? O'ndan sana geliyor. Bir tek fail. Kaç tane fail vardı? Bir tane. Hepsi O'ndan geliyor. Adam sen de diyorsun bunlardan ne olur? Ne derlerse desinler. Ben o arkadaki eli bilirim. İşte bu noktaya insanın taşınması o zaman Allah'ın o kuldan da razı olması manasına gelir ki, mutlak manada Allah'ın da istediği kâmil kul budur.
Yani, "Beni, fail göreceksin. Hiçbir şeyi görme sadece benim. Kafanıza akıl koyun." Sonra "senin dünya dediğin nedir" diyor. "Laibun ve lehvun/ oyun ve oyuncak."
Hala anlamadın mı? Maddenin yapısına gelelim bakalım. Şu bir seyrettiğimiz âleme, şu efendim çimene, şu eşyalara bu binalara bunlar neticede bir maddedir. Bir varlıktır.
Nedir bu? Atom diyoruz, etrafta dolaşan elektronlar ortadaki çekirdek. Bu sanki varmış gibi.
Biz fizik dersinde okulda okurken, öğretmen futbol sahası çizerdi. O futbol sahasının ortasına bir top kordu, onun kenarında beş on tane gene toplar "işte" diyor; "Atom budur. Bunlar süratle döndüğü için bu sahayı hep top zannedersin."
Hâlbuki değil. Allah da buna diyor; "laibun ve luhvun" "kafana akıl koy, bu oyundur" diyor. "Oyuncaktır" diyor.
Onu elinden aldığım zaman işin biter. Sonra ölümü kim anlatabilir bana. Konuşuyoruz, "Bir anda gitti. Öldü." Nedir bu ya? Bir şeyin bu bedeni terk etmesi. O şey nedir? İşte o cevher. Efendim ve o geldiği Rabba doğru gitmek istedi…" (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan sohbetlerinden)
Bu sefer yola koyuluyorsun. İbadet üstüne ibadet. Her yaptığın sana az geliyor. Niye? Sen o sinyali almaya başladın. Görmeye başladın. Koklamaya başladın. Bazen öyle olur ki, bütün vücudun o kokudan.
Elini koklarsın, avucunu koklarsın, kolunu koklarsın. Vücudunu koklarsın. "Allah Allah! Ya ben böyle bir şey sürünmedim. Ama bu kokulardan da değil."
Bu sefer o mutlak varlığı yaşamaya başlarsın. Şimdi O mutlak varlığı yaşayan adama sen, "yok" dersen. Ne olur? Hiç umurunda değil.
Böyle bir yolculuktur insanın iç tabiatında Allah'ı tanımak. İşte ayetteki, ibadetten kasıt bu halleri yaşama olayıdır. liya'rufun" bilme manasına geliyor. Nasıl bilme? Yaşayarak bilme. Kokusunu alarak, sesini duyarak. Değil mi? Öyle bir hal olur ki aman ya Rabbi, seyrettiğin dünya çok farklıdır…
Bunu daha iyi anlamak için şimdi iki insanın arasında münakaşa yaptığını düşünelim. On ayrı insana bu münakaşayı soralım. Hepsi orada hazır bulunsun. Her insanın olayı yorumlayarak getirdiği sonuç çok farklıdır. Hepsi aynı şeyi söyler ama farklı pencereden. O, ona vurdu. Desen niye, vurdu? Birisi bir farklı pencereden bakar. Öteki başka bir.
Yani, herkes kendi iç tabiatında hangi dünyadaysa, o dünyanın penceresinden bakarak hadiselere değer verir. Bu sadece bir kavga. Tabiat da öyle. İnsanlara bakmak, hayvanlara bakmak, olaylara bakmak ne bilim, düşünce tarzlarını hepsini insan o iç tabiatındaki değer ölçüleriyle beraber ölçer, ortaya bir sonuç çıkartır.
Şimdi o sonuç o ben, dediğimiz şeyle alakalı. Allah da buyuruyor ki; o itminan oluncaya kadar elde ettiğiniz sonuçların hepsi sizi yanıltır. Niye? Çünkü mutlak olarak benimle bakmıyorsun.
Allah bir kulunu severse; "Ben onun gören gözü olurum" diyor. "İşiten kulağı olurum. Yürüyen ayağı olurum. Tutan eli olurum. Konuşan dili olurum."
Şimdi bir de bu noktadan tabiatı seyretmek var. Allah Allah! Bu ne biçim iş! Nasıl bir hal! Değil mi?
İşte, ibadetin asıl kastı seni bu noktaya taşımaktır. Yani, öyle tutacaksın ki, seni de tutan Allah olacak. Gerçi bizi de tutan Allah. Ama bunu biz bilmiyoruz. Bizi de gören Allah. Ama bunu da bilmiyoruz. İşiten Allah ama bunu da bilmiyoruz.
Bir de bakıyorsun "la faile illallah." Ulan bir tane fail varmış! Muhyiddin-i Arabi'nin işte vahdet-i vücud'dan muradı bu. Ötekiler hep bir maske efendim.
İtminan noktasına geldin. Allah'la senin arandaki perdeler o kadar azalmış ki, ondan sonra raziye, merziye. Yani, bu sefer şu anda mesela biz Allah'tan razı olmayız. Hangi hal olursa olsun razı değiliz. Nefsimiz çok deni bir noktada hep kendisine yontuyor.
Allah'tan razı olmaya başladığınızda bilin ki, ondan sonrası O'nun, senden razı olmasıdır. Senden bir adım bekliyor. Benden kulum razı olsun. Nedir bu? Sana verdiği işte servetti, sıhhatti, şöhretti mevkiydi, rütbeydi bu bir tarafa sana bir de çile veriyor. Hastalık veriyor. Meşakkat veriyor. Zorluk veriyor.
Mesela, dedikodular. Bunu da güzel göreceksin. Niye? O'ndan sana geliyor. Bir tek fail. Kaç tane fail vardı? Bir tane. Hepsi O'ndan geliyor. Adam sen de diyorsun bunlardan ne olur? Ne derlerse desinler. Ben o arkadaki eli bilirim. İşte bu noktaya insanın taşınması o zaman Allah'ın o kuldan da razı olması manasına gelir ki, mutlak manada Allah'ın da istediği kâmil kul budur.
Yani, "Beni, fail göreceksin. Hiçbir şeyi görme sadece benim. Kafanıza akıl koyun." Sonra "senin dünya dediğin nedir" diyor. "Laibun ve lehvun/ oyun ve oyuncak."
Hala anlamadın mı? Maddenin yapısına gelelim bakalım. Şu bir seyrettiğimiz âleme, şu efendim çimene, şu eşyalara bu binalara bunlar neticede bir maddedir. Bir varlıktır.
Nedir bu? Atom diyoruz, etrafta dolaşan elektronlar ortadaki çekirdek. Bu sanki varmış gibi.
Biz fizik dersinde okulda okurken, öğretmen futbol sahası çizerdi. O futbol sahasının ortasına bir top kordu, onun kenarında beş on tane gene toplar "işte" diyor; "Atom budur. Bunlar süratle döndüğü için bu sahayı hep top zannedersin."
Hâlbuki değil. Allah da buna diyor; "laibun ve luhvun" "kafana akıl koy, bu oyundur" diyor. "Oyuncaktır" diyor.
Onu elinden aldığım zaman işin biter. Sonra ölümü kim anlatabilir bana. Konuşuyoruz, "Bir anda gitti. Öldü." Nedir bu ya? Bir şeyin bu bedeni terk etmesi. O şey nedir? İşte o cevher. Efendim ve o geldiği Rabba doğru gitmek istedi…" (Prof. Dr. Haydar Baş Ramazan sohbetlerinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.