Tribünlere oynamayın. Ben eski futbolcuyum, tribünlere oynamayı çok iyi bilirim' (Recep Tayyip Erdoğan - Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı)'Bütün kriterleri yerine getirdik. Önümüze yeni şartlar çıkartmasınlar. Arkamızı döner gideriz.'(Abdullah Gül - Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı)***Yukarıdaki sözlerin kimlere ait olduğu, altlarında yazılı. Avrupa Parlamentosu'nun (AP) Türkiye'nin imzaladığı ek protokolü, onaylama sürecini 3 Ekim'de müzakerelerin başlamasını erteletecek bir tarihe atmasına tepki olarak sarf edildi bu sözler.Aslında karşılıklı bir oyun oynanıyor. Başta Fransa ve Avusturya, Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasına karşı tutum takınarak, kendi iç kamuoylarında oy ve seçim hesabı yapıyorlar. Yani Türkiye, her iki ülkenin ve nispeten de Almanya'nın 'iç politika ve seçim malzemesi' oluyor!İçeride de benzer yaklaşım. Başbakan ve Dışişleri Bakanı yurtiçi kamuoyunun, özellikle son dönemde tırmanan PKK terörü ve buna yönelik AB desteğinin yarattığı tepkiyi de gözeterek, başka bazı hesapları da yaparak, tabiri caizse, AB'ye 'posta' koyuyorlar!Gerçekte herkes birbirinin ruhunu biliyor. Ağızlarını açtılar mı, birbirlerinin 'ciğerini' okuyorlar. Ama siyaset bu. Makyavel'in dediği gibi 'Amaca ulaşmak için her yol mübah!'Sonunda, ister 10, ister 15, ister 25 yıl sonra olsun, bu işin olmayacağını, Türkiye'nin AB'ye duhul' edemeyeceğini herkes biliyor. Onlar da bizimkiler de. Ama bir de 'günlük' siyaset var ki, 15 - 20 yılı bekleyemez. Bugünü kurtarmak için 'bahane' gerek. Yoksa sonuçta, 3 Ekim'de müzakereler başlayacak. Başlayacak da bir şey mi olacak? Yooo! Onlar da biliyor, biz de.20 yıl sonra belki de AB olmayacak! Ama şurası kesin ki, Chirac ve Schüssel hiç olmayacak. Merkel de olmayacak. Tayyip Bey ve Abdullah Bey de. Oysa bugün varlar ve iktidarların korunması, sürmesi gerek. Sürmesi için oy, oy için malzeme gerek. Bu malzeme de şu anda, AB müzakerelerinin başlaması ve 3 Ekim kavgası. Yoksa eninde sonunda olacak olan zaten Abdullah Gül'ün söylediği. Yani Türkiye 'arkasını dönüp' gidecek. Ya da onlar arkamıza vurup bizi gönderecek. Oysa bugünden 'Sepeti koluna, herkes kendi yoluna' desek, onlar yoluna, biz yolumuza gitsek. Ona, buna malzeme - garnitür olmaktan vazgeçsek. Bir kere olsun bunu yapabilsek. Kendimize başka bir istikbal, yol - yön seçsek. Bugünden bu geleceği inşa etmeye azmetsek. Bir kez olsun bunu yapsak, becersek, denesek?Ne kaybederiz? Bugüne kadar kaybettiklerimizden az mı, çok mu?Ya da Türkiye'nin haybeye oyalanıp geçireceği bir 40 yılı daha var mı, yok mu? Zülfikar Doğan Akşam
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.