İngilere 17. yüzyılın ortalarından itibaren Ortadoğu'ya çok sayıda ajan-misyoner göndermiştir. Bu misyonerlerin iki gayesi vardır. Birincisi Osmanlı'yı yıkmak, diğeri Müslüman halkları Hıristiyanlaştırmak.
Bu gayeyi gerçekleştirmek için:
1. Merkezi otoriteyi tesis eden tasavvuf kurumunu,
2. İslam'ı ve Kur'anı tahrif edebilmek için hadislerin kaynakları konusunda ihtilaf çıkararak hadis müessesesinive sünneti tahrife yöneldiler. (Bkz. Prof. Dr. Haydar Baş Dinî ve Millî ve Büt. Yön. Teh. Sayfa: 78-79)
Yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı üzere haçlıların topraklarımıza yönelik amaçlarına vasıl olmak için, tahrif etmeyi şart gördükleri tasavvuf müessesesini ilerideki yazılarımızda etraflıca ele alacağız.
Bugün, yine aynı maksada binaen yıpratılmak istenilen "sünnet"in öneminden ve sünnete tâbi olmanın zaruretinden bahsedeceğiz.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, yine aynı sinsi planın bir parçası olarak ve İslam adına "Peygamber bir postacıydı, emanetini getirdi, bıraktı ve gitti" tarzında, esasen İslamın zıdd-ı kâmil bir bakış açısına sahip olmak, şer olarak insana kafidir, ve böyle düşünen birinin sünnetin keyfiyettini idrak etmesi mümkün değildir. Mevlana gibi gönül erlerinin şahsında doruğa eriştiği üzere İslam bir aşk dinidir. Aşk ikiyi bir etmek, yine Mevlana'nın diliyle "ben o; o ben, aramızda bir fark yok" diyebilmektedir. Kul için nihâi hedef Allah'a, Resulüne ve dotlarına bu mahiyette aşık olmaktır. Kamil manada tevhid ancak bu aşk vukû bulduğunda sözkonusu olacak ve kul en son olarak kendi nefsini de aradan çekerek O'nun gözüyle bakmaya, O'nun eliyle tutmaya başlayacak yani "En'el-Hak" sırrına vâkıf olacaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır ki, o da bu halin kul için bir lüks, ekstradan bir meziyet değil, imanını ispat için bir şart, bir zaruret olduğu gerçeğidir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz "Allah'a yemin ederim ki hiçbirimiz Ben kendisine babasından, evladından daha sevimli olmadıkça iman etmiş sayılmazsınız" buyurmuşlar, "Ya Resûlullah! Sen bana nefsimden başka herşeyden daha sevimlisin" diyen Hz. Ömer'e "Ya Ömer! Nefsinden de daha sevimli olmalıyım" şeklinde karşılık vermişlerdir. Bunun üzerine Hz. Ömer "Sen bana nefsimden de sevimlisin ya Resûlallah" diyerek imanını ispatlamıştır.
Allah'ın kulundan iman olarak kabul ettiği hal işte bu haldir. Bu hale erildiğinde, yani iki bir olduğunda zaten müminin her hali O'nun hali olacak, o artık sadece sünneti yaşayacaktır.
Bu, hedef gösterilen, murad edilen haldir. Peki bu hal'e nasıl erişilecektir? Bu sorunun cevabı iki kelimeyle "taklit etmek"tir. İnsan nasıl ki uyku haline geçmek için önce gözlerini kapatıyor, hareketsiz yatıyor yani "uyuyormuş gibi" yapıyorsa; Resûle aşık olmanın yolu da "O'na aşıkmış gibi yapmak" bir başka deyişle "O'na aşık oluncaya kadar, yaptıklarını yapmak"tır. Bu da sünneti en ufak ayrıntılarına kadar hayata geçirmeyi yani O'nu taklid etmeyi gerektirmektedir.
İşte bu sır gereğidir ki, karnı ağrıdığı için ilaç içen sahabî "ilaç içtikten sonra biraz gezinirsen daha çabuk iyileşirsin" diyen hanımına biraz düşündükten sonra "hayır, bunu yapamam. Çünkü Allah'ın Resûlü'nün böyle yaptığını görmedim" diyerek karşılık vermiştir.
Bir kere daha tekrar edelim ki bu hal, aşk halidir. Yaşamayanlar bu hali anlayamazlar. Bu yüzden Mevlana, kendisine "Aşk nedir?" diye soranlara "ben ol da anla!" demiştir. Karşıdan seyrederek, hele hele akıl erdirmeye çalışarak bunu anlamak hiç mi hiç mümkün değildir. O'nun için bu konumdaki insanlara yine Mevlanamızın diliyle "aklı sat, hayranlığı satın al" diyelim.
Dev amı Yarın...
Özgül AYDIN
Bu gayeyi gerçekleştirmek için:
1. Merkezi otoriteyi tesis eden tasavvuf kurumunu,
2. İslam'ı ve Kur'anı tahrif edebilmek için hadislerin kaynakları konusunda ihtilaf çıkararak hadis müessesesinive sünneti tahrife yöneldiler. (Bkz. Prof. Dr. Haydar Baş Dinî ve Millî ve Büt. Yön. Teh. Sayfa: 78-79)
Yukarıdaki satırlardan da anlaşılacağı üzere haçlıların topraklarımıza yönelik amaçlarına vasıl olmak için, tahrif etmeyi şart gördükleri tasavvuf müessesesini ilerideki yazılarımızda etraflıca ele alacağız.
Bugün, yine aynı maksada binaen yıpratılmak istenilen "sünnet"in öneminden ve sünnete tâbi olmanın zaruretinden bahsedeceğiz.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, yine aynı sinsi planın bir parçası olarak ve İslam adına "Peygamber bir postacıydı, emanetini getirdi, bıraktı ve gitti" tarzında, esasen İslamın zıdd-ı kâmil bir bakış açısına sahip olmak, şer olarak insana kafidir, ve böyle düşünen birinin sünnetin keyfiyettini idrak etmesi mümkün değildir. Mevlana gibi gönül erlerinin şahsında doruğa eriştiği üzere İslam bir aşk dinidir. Aşk ikiyi bir etmek, yine Mevlana'nın diliyle "ben o; o ben, aramızda bir fark yok" diyebilmektedir. Kul için nihâi hedef Allah'a, Resulüne ve dotlarına bu mahiyette aşık olmaktır. Kamil manada tevhid ancak bu aşk vukû bulduğunda sözkonusu olacak ve kul en son olarak kendi nefsini de aradan çekerek O'nun gözüyle bakmaya, O'nun eliyle tutmaya başlayacak yani "En'el-Hak" sırrına vâkıf olacaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır ki, o da bu halin kul için bir lüks, ekstradan bir meziyet değil, imanını ispat için bir şart, bir zaruret olduğu gerçeğidir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz "Allah'a yemin ederim ki hiçbirimiz Ben kendisine babasından, evladından daha sevimli olmadıkça iman etmiş sayılmazsınız" buyurmuşlar, "Ya Resûlullah! Sen bana nefsimden başka herşeyden daha sevimlisin" diyen Hz. Ömer'e "Ya Ömer! Nefsinden de daha sevimli olmalıyım" şeklinde karşılık vermişlerdir. Bunun üzerine Hz. Ömer "Sen bana nefsimden de sevimlisin ya Resûlallah" diyerek imanını ispatlamıştır.
Allah'ın kulundan iman olarak kabul ettiği hal işte bu haldir. Bu hale erildiğinde, yani iki bir olduğunda zaten müminin her hali O'nun hali olacak, o artık sadece sünneti yaşayacaktır.
Bu, hedef gösterilen, murad edilen haldir. Peki bu hal'e nasıl erişilecektir? Bu sorunun cevabı iki kelimeyle "taklit etmek"tir. İnsan nasıl ki uyku haline geçmek için önce gözlerini kapatıyor, hareketsiz yatıyor yani "uyuyormuş gibi" yapıyorsa; Resûle aşık olmanın yolu da "O'na aşıkmış gibi yapmak" bir başka deyişle "O'na aşık oluncaya kadar, yaptıklarını yapmak"tır. Bu da sünneti en ufak ayrıntılarına kadar hayata geçirmeyi yani O'nu taklid etmeyi gerektirmektedir.
İşte bu sır gereğidir ki, karnı ağrıdığı için ilaç içen sahabî "ilaç içtikten sonra biraz gezinirsen daha çabuk iyileşirsin" diyen hanımına biraz düşündükten sonra "hayır, bunu yapamam. Çünkü Allah'ın Resûlü'nün böyle yaptığını görmedim" diyerek karşılık vermiştir.
Bir kere daha tekrar edelim ki bu hal, aşk halidir. Yaşamayanlar bu hali anlayamazlar. Bu yüzden Mevlana, kendisine "Aşk nedir?" diye soranlara "ben ol da anla!" demiştir. Karşıdan seyrederek, hele hele akıl erdirmeye çalışarak bunu anlamak hiç mi hiç mümkün değildir. O'nun için bu konumdaki insanlara yine Mevlanamızın diliyle "aklı sat, hayranlığı satın al" diyelim.
Dev amı Yarın...
Özgül AYDIN
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.