Issız yerlerden yalnız geçen yolcular, kendi kendilerine söyledikleri türkülerini yol arkadaşı ederler.
Bugün ben de yol arkadaşım ettiğim türkülerimi paylaşmaya gayret edeceğim.
İzninizle bugün biraz kendimden bahsedip, kendimi sorgulayıp yargılayacağım; uğraşıp beceremeyenler boşa zahmet etmesinler diye!
Allah'a sığınmış, İlâhi adalete teslim olmuş birisi olarak hiç bir beşerî makamın yargı ve sorgusunu kale almadım, almıyorum!
Ne kadar doğru yaptığımı bilemem ama kesinlikle yanlış yapmadığıma yemin edebilirim.
Bugün "MEYDAN"ımın alacağı kadar, fısıltı dedi-koducularının, karşıdan karşıya bağırarak fısılda(!)dıkları ithamları, yargılayıp sorgulayacağım.
Aklım kesti keseli yaşadığım yere, bulunduğum yere sahiplenirim, neredeysem oralı olurum hem de oranın en yerlisinden daha yerli olarak.
Can mayamın İlahi Kudretten, beden hamurumun toprağından yoğrulduğu Anadolu'nun hiç bir yeri bana yabancı tavrı takınmadı!
Beyaz tenliler arasında güneş yanığı ten rengimle, buğday benizliler arasında güneş görmemiş ten rengimle kabul gördüm çünkü gittiğim her yere önce kabullenerek kendim seçip gittim.
Yani hayatım boyunca hiç sığınmacı, kaçkın olmadım!
Adına; "Mecburi Seyahat" dediğim, "Kaçak-firâri"lik dönemleri başka! Zaten o dönemlerde yani Kaçak dönemlerimde; herhangi bir yerli olamazdım ve de bir yerde çevrem tarafından tanınacak kadar kalamazdım.
Bana sorarsanız, -yıllar geçmiş olmasına rağmen- bende en fazla iz bırakan yerler de o kalamadığım ve oralı olamadığım yerler olmuştur!
Daha sonra rahatladığımda aklımda kalan o yerlere tekrar gittim ama ne oralar firariyken ilgilendikleri kadar benimle ilgilendiler, ne de ben benimle ilgilenen bakışları fark edemedim! Demek ki firariliğin, kaçaklığın geliştirdiği özel refleksle her sıradan bakıştan da nem kaparak yaşamış ve serçe ürkekliği ile her ân zıplamaya hazır vaziyette tünemişmişim konağıma!
Yine yaşanmışlıklardan edindiğim tecrübe ile hep, beni en fazla arayabilecekleri yerlerde olmuşum! Bu gayri ihtiyari davranışım da korumuş beni!
Yarım asrı on beş sene aşan ömrümle kazandıklarımın, kaybettiklerimin çetelesi hep başkalarınca tutuldu! Ben, her başladığım yeni günü bana nasip eden Allah'ıma şükrederek yaşadım!
Çektiğim çilelerin, olgunlaşmamda Allah'ın nasip ettiği dersler olduğunu kabullendim.
Mesela; adına, -Rahmetli İbrahim Amcam'dan çalarak- "ANAÇ DEFTER" dediğim, şiirlerimi topladığım defterimde 1973 tarihli bir Rubai benzetmesi (aruz ölçüsü olmadığı için benzetme) dörtlüğümde:
"Bana güller ihsan eyle, Seni koklayayım Yâ Rab!
Bana sırlar ihsan eyle, Seni saklayayım Yâ Rab!
Cefâ ile bezediğin bir ömür ver sersemine
Çilelerle yıkanayım, beni pâklayayım Yâ Rab!" Demişim...
Dedirtene şükürler olsun ki demişim çünkü sert inişli-çıkışlı ömrümde başım her derde girdiğinde, tam bedbînleşip isyâna niyetlendiğimde, aklıma bu Rubai benzetmem gelmiş ve "Sen, kendini yıkayıp paklamak için çileler dilemiştin. İşte çile, şükretsene!" diye kendimle söyleşmiş ve
"Derdi Veren şükür Sana, bir de teselli vermişsin,
Verdiğin sonlara şükür, bir de tecellî vermişsin.
Malı mülkü saltanatı vermişsin azgın kuluna,
Şükür dertline de derdi, bir yerine bin vermişsin" diye kendimi tesellî etmişim!
Allah rızası için katıldığım mücadele ortamında; hiç bir beşerî makama hiç kimseyi şikayet ve ihbar etmemişim! Gücüm yetiyorsa bizzat hesaplaşmış, gücüm yetmeyecekse "Ve tevekkel a'lallah-Vekîl olarak Allah yeter" (Ahzab-3) ayetine sığınarak tebdil-i mekân etmişim. Çektiklerimden Vallahi hiç şikâyetlenmedim! Allah rızası için çekilenlerden dolayı, bir başka beşere küsmenin akılla vicdanla ne alakası olabilir?
Yine tebdil-i mekândayım!
Allah'ın yardım ve nasibiyle bir tebdil-i zamandayım!
Kırk yıldan fazla aynı yolda menzile ulaşmak için düşüp kalkarken attığım her adımda yaklaşmam gerekirken uzaklaştığımı fark edip, tek doğruyu terk etmeden Ehl-i Beyt Gemisi'ne kaçak binerek "KÂİNAT TÜRK DEVLETİ" Seferindeyim.
Hz. Peygamber (s.a.a.)'in; "Nûh'un Gemisi gibidir binen felâha erer, binmeyen helâk olur" diye tarif ettikleri bu Kutlu Gemi ile çekilen her kürekte, atılan her kulaçta menzile yaklaştığımı görerek yaşıyorum Elhamdülillah...
Bindiğim gemi Ehl-i Beyt Gemisi, Kaptanımız 21. yy.'ın Ebu Zer'i sıfatlı ehil bir rehber olunca ne yoldan endişem var, ne de yolculuktan...
Aklım gönlümde, gönlüm aklıma rehber ve
"İki yok'tan bir var edip hediye ettim ömrüme,
Yok'un birine ben dedim, yok dedim bir de ömrüme;
Yoklar diyarına varıp aradım yok olan beni,
Baktım yoklar da yok oldu, yoklar yığıldı gönlüme" diye kendimle söyleşerek yolumdayım.
Yürüyorum! Yürüyorum! Yürüyorum Elhamdülillah...
Ya yolu bitirinceye ya da bu yolda ömrüm bitinceye kadar yürüyeceğim inşaallah..
Gördüğüm herkesi de yolculuğa davet ediyorum. Gelen yol arkadaşım olur, gelmeyende aklım kalır sadece...
Çünkü bu yol KUTLU YOL, çünkü bu yolun yolcuları nasipli yolcular...
Bu yolda sağ elim, sol elimle buluştu.
Bu yolda iki elin bir baş için olduğunu aklım da, gönlüm de, ben de öğrenerek kabul ettik.
Paramparça, darmadağın yıllarca yollarda döktüğüm parçalarımı tekrar toplayıp; "Bir beden, bir yürek, bir bilek" olduk Elhamdülillah... Arz edebildim mi?
"YOLCU YOLUYLA YOL YOLCUSUYLA GÜZELDİR." Vesselâm.
Selâm, sevgi, duâ...
Bugün ben de yol arkadaşım ettiğim türkülerimi paylaşmaya gayret edeceğim.
İzninizle bugün biraz kendimden bahsedip, kendimi sorgulayıp yargılayacağım; uğraşıp beceremeyenler boşa zahmet etmesinler diye!
Allah'a sığınmış, İlâhi adalete teslim olmuş birisi olarak hiç bir beşerî makamın yargı ve sorgusunu kale almadım, almıyorum!
Ne kadar doğru yaptığımı bilemem ama kesinlikle yanlış yapmadığıma yemin edebilirim.
Bugün "MEYDAN"ımın alacağı kadar, fısıltı dedi-koducularının, karşıdan karşıya bağırarak fısılda(!)dıkları ithamları, yargılayıp sorgulayacağım.
Aklım kesti keseli yaşadığım yere, bulunduğum yere sahiplenirim, neredeysem oralı olurum hem de oranın en yerlisinden daha yerli olarak.
Can mayamın İlahi Kudretten, beden hamurumun toprağından yoğrulduğu Anadolu'nun hiç bir yeri bana yabancı tavrı takınmadı!
Beyaz tenliler arasında güneş yanığı ten rengimle, buğday benizliler arasında güneş görmemiş ten rengimle kabul gördüm çünkü gittiğim her yere önce kabullenerek kendim seçip gittim.
Yani hayatım boyunca hiç sığınmacı, kaçkın olmadım!
Adına; "Mecburi Seyahat" dediğim, "Kaçak-firâri"lik dönemleri başka! Zaten o dönemlerde yani Kaçak dönemlerimde; herhangi bir yerli olamazdım ve de bir yerde çevrem tarafından tanınacak kadar kalamazdım.
Bana sorarsanız, -yıllar geçmiş olmasına rağmen- bende en fazla iz bırakan yerler de o kalamadığım ve oralı olamadığım yerler olmuştur!
Daha sonra rahatladığımda aklımda kalan o yerlere tekrar gittim ama ne oralar firariyken ilgilendikleri kadar benimle ilgilendiler, ne de ben benimle ilgilenen bakışları fark edemedim! Demek ki firariliğin, kaçaklığın geliştirdiği özel refleksle her sıradan bakıştan da nem kaparak yaşamış ve serçe ürkekliği ile her ân zıplamaya hazır vaziyette tünemişmişim konağıma!
Yine yaşanmışlıklardan edindiğim tecrübe ile hep, beni en fazla arayabilecekleri yerlerde olmuşum! Bu gayri ihtiyari davranışım da korumuş beni!
Yarım asrı on beş sene aşan ömrümle kazandıklarımın, kaybettiklerimin çetelesi hep başkalarınca tutuldu! Ben, her başladığım yeni günü bana nasip eden Allah'ıma şükrederek yaşadım!
Çektiğim çilelerin, olgunlaşmamda Allah'ın nasip ettiği dersler olduğunu kabullendim.
Mesela; adına, -Rahmetli İbrahim Amcam'dan çalarak- "ANAÇ DEFTER" dediğim, şiirlerimi topladığım defterimde 1973 tarihli bir Rubai benzetmesi (aruz ölçüsü olmadığı için benzetme) dörtlüğümde:
"Bana güller ihsan eyle, Seni koklayayım Yâ Rab!
Bana sırlar ihsan eyle, Seni saklayayım Yâ Rab!
Cefâ ile bezediğin bir ömür ver sersemine
Çilelerle yıkanayım, beni pâklayayım Yâ Rab!" Demişim...
Dedirtene şükürler olsun ki demişim çünkü sert inişli-çıkışlı ömrümde başım her derde girdiğinde, tam bedbînleşip isyâna niyetlendiğimde, aklıma bu Rubai benzetmem gelmiş ve "Sen, kendini yıkayıp paklamak için çileler dilemiştin. İşte çile, şükretsene!" diye kendimle söyleşmiş ve
"Derdi Veren şükür Sana, bir de teselli vermişsin,
Verdiğin sonlara şükür, bir de tecellî vermişsin.
Malı mülkü saltanatı vermişsin azgın kuluna,
Şükür dertline de derdi, bir yerine bin vermişsin" diye kendimi tesellî etmişim!
Allah rızası için katıldığım mücadele ortamında; hiç bir beşerî makama hiç kimseyi şikayet ve ihbar etmemişim! Gücüm yetiyorsa bizzat hesaplaşmış, gücüm yetmeyecekse "Ve tevekkel a'lallah-Vekîl olarak Allah yeter" (Ahzab-3) ayetine sığınarak tebdil-i mekân etmişim. Çektiklerimden Vallahi hiç şikâyetlenmedim! Allah rızası için çekilenlerden dolayı, bir başka beşere küsmenin akılla vicdanla ne alakası olabilir?
Yine tebdil-i mekândayım!
Allah'ın yardım ve nasibiyle bir tebdil-i zamandayım!
Kırk yıldan fazla aynı yolda menzile ulaşmak için düşüp kalkarken attığım her adımda yaklaşmam gerekirken uzaklaştığımı fark edip, tek doğruyu terk etmeden Ehl-i Beyt Gemisi'ne kaçak binerek "KÂİNAT TÜRK DEVLETİ" Seferindeyim.
Hz. Peygamber (s.a.a.)'in; "Nûh'un Gemisi gibidir binen felâha erer, binmeyen helâk olur" diye tarif ettikleri bu Kutlu Gemi ile çekilen her kürekte, atılan her kulaçta menzile yaklaştığımı görerek yaşıyorum Elhamdülillah...
Bindiğim gemi Ehl-i Beyt Gemisi, Kaptanımız 21. yy.'ın Ebu Zer'i sıfatlı ehil bir rehber olunca ne yoldan endişem var, ne de yolculuktan...
Aklım gönlümde, gönlüm aklıma rehber ve
"İki yok'tan bir var edip hediye ettim ömrüme,
Yok'un birine ben dedim, yok dedim bir de ömrüme;
Yoklar diyarına varıp aradım yok olan beni,
Baktım yoklar da yok oldu, yoklar yığıldı gönlüme" diye kendimle söyleşerek yolumdayım.
Yürüyorum! Yürüyorum! Yürüyorum Elhamdülillah...
Ya yolu bitirinceye ya da bu yolda ömrüm bitinceye kadar yürüyeceğim inşaallah..
Gördüğüm herkesi de yolculuğa davet ediyorum. Gelen yol arkadaşım olur, gelmeyende aklım kalır sadece...
Çünkü bu yol KUTLU YOL, çünkü bu yolun yolcuları nasipli yolcular...
Bu yolda sağ elim, sol elimle buluştu.
Bu yolda iki elin bir baş için olduğunu aklım da, gönlüm de, ben de öğrenerek kabul ettik.
Paramparça, darmadağın yıllarca yollarda döktüğüm parçalarımı tekrar toplayıp; "Bir beden, bir yürek, bir bilek" olduk Elhamdülillah... Arz edebildim mi?
"YOLCU YOLUYLA YOL YOLCUSUYLA GÜZELDİR." Vesselâm.
Selâm, sevgi, duâ...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017