Kitap standlarının sultanlar (Safiye Sultan, Nurbanu Sultan, Kösem Sultan) tarafından işgal edildiği bu günlerde insan aklı ister istemez tarihin nasıl bu kadar popüler olduğuna takılıyor.
Öyle ki best-seller sıfatı kazandırılan bu eserlerin her biri bir diğerinin yayınına zemin hazırlıyor ve önceleri psikolojiye duyulan ilgi yavaş yavaş tarihe kayıyor.
Aslında mevcut durumu "bilgilenme ihtiyacından kaynaklanan okuma arzusu" şeklinde ele almak pek safdilik olur. Çünkü okumaların tümü okurun niteliğini ortaya koyuyor. Çok kanallı TV öncesi Türkiye'sinin gazete fotoromanlarından beyaz dizilere terfi eden kitapseverler yayın hayatını etkiliyor. Ve bu kitlenin en temel özelliği hayatı, magazinselleştirme eğiliminde kabulleniyor olması. Öyle ki aynı toplumsal katmanın, tarihin en girift dönemlerini adeta Harem'in penceresinden izlemesi bize Televole kültürünü ifşa ediyor.
Medyada egemenlik kuran üç öğenin (eğlence-şiddet-cinsellik) son dönem edebiyatına yansıması bir rastlantı olmasa gerek.
Bu zamanın tükettikçe yaşadığını sanan ve böylece alışverişi ayine dönüştüren, giyinip, yediklerinden başka denizi, doğayı ve hatta müziği bile tüketen insanı edebiyatta da aynı tavrını sürdürüyor.
Tarihi roman yazma iddiasındaki en temel problemin "bugünün değerleriyle dünü algılama yanılgısı" olduğunu düşünüyorum.
İşte aynı yanılgının uzantısıdır ki sözü edilen eserlerde günah ile haz eşdeğer tutulup helali sıradanlaştırma eğilimi ağır basıyor, şeytanı bile utanca sürükleyen bir yaklaşımla ibadet hayatı ele alınıyor, böylelikle düne ait "kutsal" olan ne varsa bugün basitleştirilmeye çalışılıyor.
Her ne kadar yazarların tarihi romanda özgür düşündükleri ve belgelere dayanmadıkları ifade edilse de okuyucu dünü çarpık tanıyor. Çünkü neşredilen tarihi romanların "tarihi" kısmı zihinlerde yer ediyor.
Böylelikle "yüce devlet" yerine "önce birey" anlayışına sahip katmanlara 80'lik Tiryaki Hasan Paşa'nın sağlığına dikkat etmeden ne diye Kanije'de çile çektiğini anlatmak ya da hayatındaki kutsal alanları vicdana indirgemiş bireylere Yemen Türküsünü veyahut şehitlik makamını tefsir etmek pek açıklayıcı olamıyor.
Eğer tarih okumalarını popüler olmaktan çıkarıp fonksiyonel hale getiremezsek, yani dün yaşananlar bugün bize yaşamadığımız tecrübeleri kazandırmazsa La Fonten'den yetişkinlere masallar dinlesek fena mı olur?
Öyle ki best-seller sıfatı kazandırılan bu eserlerin her biri bir diğerinin yayınına zemin hazırlıyor ve önceleri psikolojiye duyulan ilgi yavaş yavaş tarihe kayıyor.
Aslında mevcut durumu "bilgilenme ihtiyacından kaynaklanan okuma arzusu" şeklinde ele almak pek safdilik olur. Çünkü okumaların tümü okurun niteliğini ortaya koyuyor. Çok kanallı TV öncesi Türkiye'sinin gazete fotoromanlarından beyaz dizilere terfi eden kitapseverler yayın hayatını etkiliyor. Ve bu kitlenin en temel özelliği hayatı, magazinselleştirme eğiliminde kabulleniyor olması. Öyle ki aynı toplumsal katmanın, tarihin en girift dönemlerini adeta Harem'in penceresinden izlemesi bize Televole kültürünü ifşa ediyor.
Medyada egemenlik kuran üç öğenin (eğlence-şiddet-cinsellik) son dönem edebiyatına yansıması bir rastlantı olmasa gerek.
Bu zamanın tükettikçe yaşadığını sanan ve böylece alışverişi ayine dönüştüren, giyinip, yediklerinden başka denizi, doğayı ve hatta müziği bile tüketen insanı edebiyatta da aynı tavrını sürdürüyor.
Tarihi roman yazma iddiasındaki en temel problemin "bugünün değerleriyle dünü algılama yanılgısı" olduğunu düşünüyorum.
İşte aynı yanılgının uzantısıdır ki sözü edilen eserlerde günah ile haz eşdeğer tutulup helali sıradanlaştırma eğilimi ağır basıyor, şeytanı bile utanca sürükleyen bir yaklaşımla ibadet hayatı ele alınıyor, böylelikle düne ait "kutsal" olan ne varsa bugün basitleştirilmeye çalışılıyor.
Her ne kadar yazarların tarihi romanda özgür düşündükleri ve belgelere dayanmadıkları ifade edilse de okuyucu dünü çarpık tanıyor. Çünkü neşredilen tarihi romanların "tarihi" kısmı zihinlerde yer ediyor.
Böylelikle "yüce devlet" yerine "önce birey" anlayışına sahip katmanlara 80'lik Tiryaki Hasan Paşa'nın sağlığına dikkat etmeden ne diye Kanije'de çile çektiğini anlatmak ya da hayatındaki kutsal alanları vicdana indirgemiş bireylere Yemen Türküsünü veyahut şehitlik makamını tefsir etmek pek açıklayıcı olamıyor.
Eğer tarih okumalarını popüler olmaktan çıkarıp fonksiyonel hale getiremezsek, yani dün yaşananlar bugün bize yaşamadığımız tecrübeleri kazandırmazsa La Fonten'den yetişkinlere masallar dinlesek fena mı olur?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mehmet Maruf / diğer yazıları
- Akrep kıskacı / 05.12.2019
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013
- NATO "güvenilir" midir? / 15.10.2015
- Düşmanı tanımak / 19.01.2014
- Ajax Operasyonu-II / 14.01.2014
- Ajax Operasyonu-I / 13.01.2014
- Ali Napolyon, Hacı Wilhelm ve diğerleri / 30.11.2013
- Batı bizden korkar mı? / 23.11.2013
- Biz ancak bize benzeriz / 17.11.2013
- Biz kimiz? / 14.11.2013
- Bin yıllık korku / 10.09.2013