Bir insanın duygularının güzelliği, ahlak güzelliğinin bir işaretidir. Çünkü insan içindekileri dışa yansıtan bir varlıktır. Kişi, ahlakından, etrafındakilerle olan iletişiminden şikayetçi ise işe önce kendi duygularını ve düşüncelerini düzeltmekten başlaması gerekiyor. İnsanlara karşı sevgi, saygı ve hoşgörü sunabilmesi gerekiyor. Onların faydasına olan şeylere sevinebilmesi, zararına olan şeylere de üzülebilmesi; dertlerini kendine dert, sevinçlerini kendine mutluluk edinebilmesi gerekiyor. Çevresindeki insanların hareket ve davranışlarında hep bir kötülük, kendine yapılmış bir haksızlık aramak yerine, iyi niyetli bir yaklaşım, hüsnü niyetli bir bakış oluşturması gerekiyor. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadis-i şeriflerinde mümini ve mümini ve hayırsız kişiyi tanımlarken şöyle buyuruyor: "Mümin kendisiyle hoş geçinir, başkalarıyla hoş geçinir. Kendisiyle ve başkalarıyla hoş geçinmeyende hayır yoktur." Burada insanın kendisiyle hoş geçinmesi demek; kendini sevmesi, sayması ve kendine güvenmesi anlamında olup, bu kendini sevme-sayma ve özgüven diğer insanların gözünde o kişinin değeriyle direkt bağlantısı da bulunmaktadır. Yani güzel veya çirkin duygular, her zaman dışa yansır, dışarıdaki iyi veya kötü, doğru veya yanlış tutum içerisinde bulunan bütün insanlara ulaşır, ilişkilerimizi bütünüyle etkiler. Ayrıca burada başkalarıyla hoş geçinebilmek için önce kendimizle barışık olmamamızın gerekliliğine değinilmektedir. Kötü veya yanlış tutum içerisindeki insanlarda dışa yansıyan duygulardan güzel olanına taliptirler, ondan etkilenip, ona değer verirler hatta faydalanabilirler. İnsanlara karşı hoşgörüyü ve olumluluğu kenara kaldırıp, olumsuz bir şekilde yaklaşmak, nereden bakarsak bakalım, haklı dahi olsak bizi her ortamda ve her olayda haksız çıkartmaya yetecek bir davranıştır.
Bizler her şeyi çabucak istiyor, aceleci davranıyor, bazı şeyleri zamana bırakmayı bilmiyoruz. Zor ve baskı ile dayattıklarımız, karşımızdakini bir mengeneye alacak, bu uğurda ömür tüketmeye değmeyecektir. Görevimiz ve sorumluluğumuz da zaten bu değildir. Hidayete eriştirecek olan Rabbim ve hidayete erişecek de bunu hak eden ve gerçeklere açık olan güzel ahlaklı insanlardır. Bizler genelde bizim yapadurduğumuz doğruları, etrafımızdakilerin de yapmalarını istiyor, bunun için elimizden gelen her şeyi doğru-yanlış korkmadan yapabiliyoruz. Üstelik bunu doğruluk, güzellik ve hatta din adına yaptığımızı sanıyoruz. Oysa bir insana bir takım doğruları geçirebilmek için yaptığımız mücadele, tartışma, bağrışma ve kavga bizden neleri götürüyor; ne kalp kırmalara, hangi amellerimizi boşa çıkartmaya ve daha akla gelmeyen ortamın sunduğu birçok günahlara girmemize vesile olmuyor mu? Bu durumda kimin ziyanda olduğunu anlamaya sakin kafa ile düşünmek yeterli olacaktır. Ama bu sakin kafayı, sinirden kızışmış beynimiz, öfkeden kızarmış yüzümüz ile ne kadar müddet sonra edinebiliriz bilemiyorum.
Sevgi ile yoğurulmuş bir kainatta yaşıyor, kalbimize bir iki sevgi tohumu atacak güzel sözlere insan olarak değer veriyor fakat iş başa geldi mi, ne bir iki güzel söz söylemeyi becerebiliyor, ne de kendimizi eleştirebiliyoruz. Devamlı olarak hataları başkalarında arıyor, suçu etrafımızdakilere kolaylıkla atabiliyoruz. Oysa insanları birbirine yaklaştıran, sevdiren onun hareket ve davranışlarıdır ki, bu hareket ve davranışlara duyguların ve düşüncelerin güzelliğiyle ulaşılabilir. Duygu ve düşüncelerimizi güzelleştirmenin, olumlulaştırmanın önemi bu vesileyle daha da anlaşılmaktadır. Çevremizde dolaşan varlıkların en duyarlısı olan insanlar, bizim her bakışımızın, her sözcüğümüzün ve tüm ifadelerimizin ne anlama geldiğini mutlaka bilecek, altlarında hangi sevgisizliğin, saygısızlığın, merhametsizliğin bulunduğunu bizim de anladığımız gibi onlar da anlayabilecek güçtedirler.
Hümeyra Ezergül
Bizler her şeyi çabucak istiyor, aceleci davranıyor, bazı şeyleri zamana bırakmayı bilmiyoruz. Zor ve baskı ile dayattıklarımız, karşımızdakini bir mengeneye alacak, bu uğurda ömür tüketmeye değmeyecektir. Görevimiz ve sorumluluğumuz da zaten bu değildir. Hidayete eriştirecek olan Rabbim ve hidayete erişecek de bunu hak eden ve gerçeklere açık olan güzel ahlaklı insanlardır. Bizler genelde bizim yapadurduğumuz doğruları, etrafımızdakilerin de yapmalarını istiyor, bunun için elimizden gelen her şeyi doğru-yanlış korkmadan yapabiliyoruz. Üstelik bunu doğruluk, güzellik ve hatta din adına yaptığımızı sanıyoruz. Oysa bir insana bir takım doğruları geçirebilmek için yaptığımız mücadele, tartışma, bağrışma ve kavga bizden neleri götürüyor; ne kalp kırmalara, hangi amellerimizi boşa çıkartmaya ve daha akla gelmeyen ortamın sunduğu birçok günahlara girmemize vesile olmuyor mu? Bu durumda kimin ziyanda olduğunu anlamaya sakin kafa ile düşünmek yeterli olacaktır. Ama bu sakin kafayı, sinirden kızışmış beynimiz, öfkeden kızarmış yüzümüz ile ne kadar müddet sonra edinebiliriz bilemiyorum.
Sevgi ile yoğurulmuş bir kainatta yaşıyor, kalbimize bir iki sevgi tohumu atacak güzel sözlere insan olarak değer veriyor fakat iş başa geldi mi, ne bir iki güzel söz söylemeyi becerebiliyor, ne de kendimizi eleştirebiliyoruz. Devamlı olarak hataları başkalarında arıyor, suçu etrafımızdakilere kolaylıkla atabiliyoruz. Oysa insanları birbirine yaklaştıran, sevdiren onun hareket ve davranışlarıdır ki, bu hareket ve davranışlara duyguların ve düşüncelerin güzelliğiyle ulaşılabilir. Duygu ve düşüncelerimizi güzelleştirmenin, olumlulaştırmanın önemi bu vesileyle daha da anlaşılmaktadır. Çevremizde dolaşan varlıkların en duyarlısı olan insanlar, bizim her bakışımızın, her sözcüğümüzün ve tüm ifadelerimizin ne anlama geldiğini mutlaka bilecek, altlarında hangi sevgisizliğin, saygısızlığın, merhametsizliğin bulunduğunu bizim de anladığımız gibi onlar da anlayabilecek güçtedirler.
Hümeyra Ezergül