Konya'nın Karapınar ilçesinde tarihi bir 'duruşma' devam ediyor. ABD'de bir araç üreticisi, imalat hatası sonucunda 'bir insanının ölümüne' sebebiyet vermişse, trilyonlarca lira tazminata mahkum edilirken; acaba bu tür kararların bir benzeri de Türk mahkemeleri tarafından verilebilecek mi? Türk milleti işte bu nedenden ötürü Konya Karapınar'daki Mercedes davasına kilitlenmiş durumda.
Olayı hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Bundan 3 yıl önce Konya'da feci, trajik, yürekleri sızlatan, düşünüldüğünde bile yürekleri paramparça eden bir kaza meydana gelmişti. Çoğu Niğde Üniversitesi'nde tahsil hayatını sürdüren 49 gencecik insanımız, kaza neticesinde yanarak hayatını yitirmişti. Aileleri Konya'daki hastanelerin morglarını dolduran 'çocuklarının' cesetlerini teşhis bile edememişti, çünkü hepsi adeta kömür gibi olmuştu. Televizyon kanalları ve gazeteler, günlerce bu 'hüzünlü tabloyu' ekran ya da sayfalarına yansıtmışlardı.
Kaza bir Mercedes O 403 otobüsü ile bir kamyon arasında vuku buluyordu. Kazayı sıyrık almadan atlatan otobüs şoförü, kamyon sürücüsünün uyuduğunu, bu fizyolojik durumun etkisiyle karşı şeridi işgal ettiğini, kendisinin de muhtemel bir kazadan kurtulmak ümidiyle kamyonun şeridine geçtiğini; ancak sürekli sellektör yakması sonucunda kamyon sürücüsünün uyanarak yeniden asli şeridine döndüğünü, böylece kazanın meydana geldiğini söylüyordu. Kaza dümdüz bir arazi de meydana gelmişti. Normal şartlarda ölüm bile olmadan atlatılabilecek bir kazaydı bu. Böyle kazalarda ön koltuklarda oturanlar genelde hayatlarını kaybeder, ancak bu kez aksi cereyan etmiş, ön tarafta oturan 3-4 kişi hayatını dışarı atlayarak kurtarmıştı. Geri kalan 49 fidan gibi genç, çarpışma anında otobüsün saniyeler içinde cayır cayır yanıp iskelet haline dönüşmesi sonucunda bak-i aleme göçmüştü.
Kazanın geride bıraktığı trajik hatıralardan biri de, bir öğrencinin o zamanların flaş şarkısında yer alan 'ölümden başkası yalan' dizesini bir kağıda yazmasıydı.
Sonuçta, bu 'hazin' kaza adliye koridorlarına taşındı. Müdahil avukatlar, otobüsün imalat hatası sonucu yanabileceğinden kuşkulandılar. Derken mesele bilirkişiye nakledildi. Davanın bilirkişisi, ince eleyip sık dokuyarak, 2000 sayfalık teknik bir rapor hazırladı. Bilirkişi bu amaçla değişik Avrupa ülkelerinde incelemelerde de bulundu. Bilirkişi raporunun sonucu netti: Kazaya konu otobüs, Mercedes Benz Türk firmasının maliyeti düşürmek amacıyla Türkiye'de ürettiği otobüslerde Avrupa'da almış olduğu tedbirleri almaması nedeniyle yanmıştı.
Davaya bakan Karapınar Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi Habib Kılınç, bilirkişi raporuna dayanarak, çoğu Alman, ikisi Arap 17 Mercedes-Türk (Bu firma bir Alman-Arap ortak şirketidir) yöneticisi hakkında tutuklama kararı çıkarıyordu. İşte bu karar, sahip oldukları yatırımlarının yüzde 70'ini yabancı sermayenin teşkil ettiği TÜSİAD'ı harekete geçirmişti. TÜSİAD ile fikir birliği içindeki medya da, o günlerde konuyu manşete taşıyarak bu kararın Türkiye'ye yönelik yabancı yatırımları önemli ölçüde etkileyeceğini savunmuştu. .
Daha sonra Mercedes Benz avukatları, bu yayınların da etkisiyle, bir üst mahkeme olan Ereğli Ağır Ceza Mahkemesi'ne başvurarak gıyabi tutuklama kararının kaldırılmasını talep ediyor ve mahkeme de itirazı yerinde bularak gıyabi tutuklama kararını kaldırıyordu!
Karapınar'da önceki gün davanın yeni bir duruşması cereyan etti. Duruşmada, Mercedes Benz Türk A.Ş yöneticileri katılmazken, firma avukatları, müdahil avukatlar ve trafik kazasında ölenlerin yakınları hazır bulundu.
Mercedez Benz Türk A.Ş'nin avukatlarından Köksal Bayraktar, mahkeme hakiminin objektif ve tarafsızlığından şüphe duyduklarını iddia ederek, hakim Habib Kılınç'ın davadan el çekmesini istedi. Mağdur (müdahil) avukatları ise, buna itiraz edip, TÜSİAD'ın girişimine atıf yaparak;
"Bu yargılama sürecinde nüfuz suiistimali, yargıya müdahale ve hukuka aykırı girişimler olmuştur. Yabancılara da bu ülke vatandaşlarına uygulanan hükümler uygulanmalıdır. Bu nedenle reddi hakim talebinin kabul edilmemesini istiyoruz" diye konuştular.
Cumhuriyet Savcısı Gültekin Avcı da aynı manada ifadelerde bulunarak, Hakim Habib Kılınç lehinde görüş beyan etti.
Hakim konuşuyor
Hakim Habib Kılınç ise, kendisine yönelik suçlamalara ve reddine ilişkin olarak, tabiri caiz ise kılıç gibi konuşarak, şunları söylüyordu: "Hakkımda şikayette bulunulduğu ve tarafsızlığımı kaybettiğim iddia edilmektedir. 49 kişinin öldüğü bir olaya vahim denmez de ne denir? Kazayla ilgili yaptığım yorumlar tarafsızlığımı zedelemez. Kazadan ders çıkarılmasını istemek, ilgililere uyarıda bulunmak, otobüste üretim hatası bulunduğunu iddia etmek, tarafsızlığımı kaybettirmez. Maalesef yaptığım uyarılar gündeme gelmemiştir. İsveç'ten bile mahkememizden bilgi istenirken, Türkiye'de hiçbir kişi ve kurum, hiçbir belge, bilgi istememiştir. Uyarılarım insani ve yasal sorumluluğum gereğidir. Bunlar yetki aşımı olamaz. Bu düşüncelerle, davayı uzatmaya yönelik hiçbir inandırıcılığa dayanmayan reddi hakim talebinin geri çevrilmesine karar verilmiştir."
Sanık İpek Turizm'in avukatı Mustafa Aslan da, 1997 yılında üretilen O 403 model otobüslerin çoğunda yangın çıktığına dikkat çekerek, "Sorun kaza değil, otobüslerin yanmasıdır. Otobüsler birçok kazada yanmıştır" diyordu.
Sonuç olarak, Mercedes Benz Türk A.Ş'nin avukatlarının 'Reddi hakim' talebi, bizzat reddedilmek istenen Hakim Habib Kılınç tarafından reddedildi. Dava ileri bir tarihe ertelendi, ancak Mercedes tarafı, davayı uzatmak için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Kazada çocuklarını yitirenler ise öfkeli. Önceki gün duruşma sırasında bir kurban yakını, "Dava bitsin" diyor ve ilave ediyordu: "Mercedes katil."
Bu dava Türk milletinin haysiyeti açısından da çok önemli. Türk insanının canının ucuz olup olmadığı, bu davanın sonunda ortaya çıkacak. İnsan şunu da düşünmeden edemiyor: Acaba aynı şey Almanya'da olsaydı, dava süreci nasıl cereyan ederdi? Yani bir Türk firmasının ürettiği otobüs, hatalı imalat sonucunda yanıp kül olsa ve bunun sonucunda 49 Alman genci yaşamını yitirse, dava süreci nasıl işlerdi? Alman işadamı örgütleri, Almanya'daki Türk müteşebbislerinin yatırımlarından bahisle, Türk firmasının yanında mı yer alırdı? Yoksa kendi insanının mı?
Devletlerarası ilişkilerde 'karşılıklılık' eski deyimiyle 'mütekabiliyet' ilkesi esastır. Bu senaryo bazında da böyledir. Dolayısıyla hiçbir güç, 'para kazanacağım' diye Türk insanının haysiyetiyle, onuruyla, şerefiyle oynamamalı, hiçbir gücün bu değerlerle oynamasına da izin verilmemelidir. Bu dünyada, hayatlarını ve servetlerini bu topraklara borçlu olan bazı 'cebi dolulular' için olmasa da, bu milletin ezici çoğunluğu için sermayeden, paradan-puldan çok ama çok ulvi değerler vardır.
Sonuç olarak, Karapınar Asliye Mahkemesi Hakimi Habib Kılınç'ı baskılara boyun eğmediği; Türk insanının ulvi değerlerini drikkate alarak 'hukuka uygun' kararlar verdiği için tebrik ederiz.