Tarih, kesin yargıları olan, neden sonuç analizlerinin ardından yasalar üreten bir bilim alanı değildir. Her gerçek tarihçi bilir ki, bir kez tarih çalışmaya başlamak, asla çözmekle tüketemeyeceğiniz bir sırlar kapısını açmak gibidir. Her yeni öğrendiğiniz bilgi, sizi yeni sorular ve sorunlarla yüzleştirecektir. Bu yüzden tarih, bilgi sahibi olmakla değil, bilge olmakla özümsenebilecek bir yüzleşmedir. Dünyada da, ülkemizde de bu tür tarihçiler var. Geçmiş, kendisini anlayabilecek olana doğru akıyor zaten. Biz tarihin yanından geçerken, onlar avuçlarında biriktiriyorlar akanları, sıçrayanları, damlayanları; koca bir denize dönüşene dek.Tarihçi, bir bilim açlığıyla saldırırken geçmişin yaşanmışlıklar denizine, kıyıda bekleyenlerse yiyecekleri balıkların hayaliyle bakıyorlar, enginlere. Onlar için denizin değil, denizden çıkanların anlamı önemli. Yiyebilecekleri ve yiyemeyecekleri arasından seçim yapıp, denizin ne işe yaradığına karar verecekler. Kim mi kıyıdakiler; tarihin ideolojik bir araç olarak, şekillendirici, meşrulaştırıcı, gayri meşrulaştırıcı, yaratıcı, yok edici özellikte olduğunu bilenler; yani siyaset üretenler. Siyaset üreticisi açısından tarih, kendi siyasi beklentilerine uygun, kendi iddialarını destekleyen bir içerikte sunulmalı. Zira esas hedef siyasi bir proje. Bu nedenle de tarih siyasetin ellerine düştüğü anda özenle ayıklanmaya, temizlenmeye ve şekil değiştirmeye başlıyor. Siyasetçi, bu noktada tarihçi ile rakip hale geliyor. Tarihçi ağa takılan bütün balıkları yüzeye çekerken, siyasetçi ise ağdaki balıklardan istediklerini alıyor, hatta pazardan aldıklarını ilave ediyor. Gerçek, kaosa sürükleniyor. İnsanlık tarihinin başından beri tarihin bir karmaşa haline gelmesinde siyasi müdahalelerin derin izlerini görmek mümkün. Tarih kötüye kullanılmış bir bilim. Oysa tarihçi Laurenth Wirth'in 'Tarihin Kötüye Kullanılma Biçimleri Sempozyumu'ndaki konuşmasında belirttiği gibi, 'tarihçi, hiçbir zaman doğruya ulaştığını iddia etmeden, hep ona varma peşinde olması gereken birisidir. Bu düşünce namusunun buyruğuna uymayan kişi ise, sahte tarihçidir.' Bu nedenle Fransa'da 18 Mayıs'ta parlamentoya sunulacak olan, soykırımı reddetme suçu denilen ucubeye karşı tavır alan Fransız tarihçilerin kutlanması gerekiyor. Yanlış anlamayın bu insanlar, soykırım oldu ya da olmadı demiyorlar. Bu insanlar bilimin namusunu korumak adına 'Tarih bir din değildir. Tarihçi hiçbir dogmayı, yasağı ve tabuyu kabul etmez; gündemin tutsağı olmaz. Tarihçi geçmişteki olaylara bugünün duyarlılıklarını sokmaz ve günümüzün ideolojik kalıplarını geçmişe uygulamaz' iddiasındalar. Onlara göre 'tarih, hukuki bir nesne değildir ve özgür bir devlette, tarihi gerçekleri tanımlamak ne meclise ne de hukuk yetkililerine aittir'. Doğrudur, herkesin yerini ve haddini bilmesi gerekir. Hepimizin altına imza atmakla yükümlü olduğumuz bir namus beyanı, Fransız tarihçiler tarafından imzalanan metin. Özeleştiri yapabilmemiz adında da bir fırsat!Ermeni sorununun tarih biliminin alanından çıkarılarak, siyasi alana aktarılmış olması dış politika alanında bizleri sıkıştıracak gibi görünüyor. Belki yasalar çıkarılacak, belki soykırımı reddetme suçundan insanlar hapse girecekler. Bence işler yolunda, zira bu konu mutlak haklı olduğumuz bir davanın başlaması anlamına geliyor. Artık tartışılacak konu Ermenilere ne olduğu değil, bilime ve ifade özgürlüğüne ne olduğu olacak. O kanunun geçtiği gün, ahlaken kazandığımız gün sayılacak. O gün, tarihin en önemli mücadelesi olan düşünce ve düşünceyi ifade özgürlüğü mücadelesinde taraf olduğumuz gün olacak. Sevgili Fransız kardeşlerimize de bir çağrı. Yaz mübaşir! demekle tarih yazılacak olsaydı, geçmişin bir anlamı kalmazdı. Tarih bir yaz boz tahtası değil. Daha özünden bozuk bir yazı yazmaya çalışmaktasınız! Deniz Ülke Arıboğan/ Akşam
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.