Bugün AKP politikacıları ve Amerikancı Cemaat, hiç gereği yokken dinlerarası diyalog ve ılımlı İslam fikirlerini ortaya attılar. Amaçları güya Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam arasındaki husumeti ortadan kaldırmak ve bunları "İbrahimî Dinler" adı altında birleştirip uydurma bir sentez din üretmek. Bu aslında emperyalist Haçlı Siyonist odakların bir projesidir. Asıl amaçları saf İslam'ı, tek Hak din olan İslam'ı tasfiye etmek ve yerinde boşluk oluşturmak, sonra da Hristiyanlığı yaymaktır. Nitekim misyonerlik faaliyetlerine yasal ve fiilî alan açmaları da bunun bir neticesidir. Dinlerarası diyalog fikri yeni değildir. Tanzimat'tan sonraki süreçte yoğun olarak gündeme geldi. Nitekim Ömer Seyfettin, 1918 yılında yazdığı "Ashab-ı Kehf'imiz" adlı büyük hikâyesinde o zamanın Osmanlıcılarının bugünkülere benzer şekilde dinlerarası diyalog meselesini ele aldıklarını açıklar. Adı geçen eserde o zamanın Osmanlıcıları Osmanlı Kaynaşma Kulübü diye bir dernek kurarlar. Türklüğü yok etmek isteyen bu kozmopolit kulübün, şimdiki Amerikancı Hocaya benzer Bali adında bir hocası vardır. Bahsi geçen eserdeki bu hocanın fikirlerine bakalım:"Hoca Bâli Efendi itiraz ediyordu. Bu zat bizim kulübe gelmekle beraber müthiş bir politikacıdır. 'İttihad-ı anâsır' (dil, din, etnik köken ayırmadan herkesi birleştirmek) hususunda onun kadar ileri gitmiş daha kimse yok. Milliyetçilerin aman vermez bir düşmanı... Onun fikrini özetleyeyim: "Dinlerin maksadı insanları mesut etmektir. Biz hocalar Saibiye ruhaniyeleriyle, hahamlarla, Hristiyan rahipleriyle uyumlu olmalıyız, anlaşmalıyız. Taassup aradan kalkar. Allah mademki bir, dinler niçin birkaç tane olsun?"Hoca Bâli Efendi bu fikrini İstanbul basınında da yayınladı. Hiçbir taraftan itiraz gelmediğinden anladım ki politika heyecanları arasında Türkler taassuplarını da unutmuşlar." O zaman yapılan tartışmaların ve ileri sürülen fikirlerin günümüzde aynen denilecek ölçüde tekrar ediyor olması bir tesadüf değildir. Emperyalist Haçlı Siyonist Batı, projelerinden vazgeçmiş değildir. İçimizdeki taşeron kişi ve kurumları eliyle plan ve projelerini demokrasi adı altında uygulatıyor. O halde Türk milleti, haysiyetli bir millet olarak yaşamaya kararlıysa kendi varlığına ve kimliğine sahip çıkmak zorundadır. Bu zorunluluk, onun şahsiyetinin, namusunun ve şerefinin bir gereğidir.