FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Çok az şair, Yunus kadar isimsizin biraz ötesinde yaşamıştır. O kimliği kolayca nüfus kağıdına sığanlardandır. Dün, hakkında adından, doğduğu söylenilen yerlerden, birkaç çağdaşından başka bir şey bilmiyorduk. Bugün ise elimizde bir yığın çok açık bilgi veren çeşitli yöntemlerle yazılmış kütüphane eseri, araştırma ve inceleme var. Fakat Yunus bu bilgilerin hemen hepsini inkâr etmekten hoşlanır. Bir yıldız olmayı, öyle görünmeyi tercih etmiştir. Gelenek onu yedi-sekiz mezarda yatar gösterir. Hangisinin gerçek mezar olduğu tarihçiler için bir konu olmuştur. Fakat bunu gereği gibi bildiğimiz zaman dâhi onu oraya bağlayamayız. Şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu. Fakat her yerde doğmuşa benzer.
Ondan bahsedilirken Barak Baba, Tapduk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk gibi bir yığın insan adına rastlarız. Fakat ne çıkar? Hiçbiriyle onun şiirini açıklayamayız. Hiçbir sözü dilimizde bir sevgi, ruh rüzgarı gibi esen, birden bire Türkçe'nin ortasında saf bir altın gibi külçelenen bu mucizeye bir sebep ya da başlangıç gibi gösterilemez. O daima tek başınadır. Eğer muhakkak bir kalabalığa karışacaksa bu kalabalık şüphesiz kendisinden sonra gelenler, yaptığı işi devam ettirenlerdir. Yunus her şeyden evvel bir gönül adamıdır. O insan talihini kendi içinde, bütün acıklı ve yüksek tarafından bulanlardandır. Dilimize ve ruhumuza gurbet sözcüğünü de tasavvuf yoluyla olsa da aşılayan odur.
Yunus'ta gurbet, sevginin yalnızlık aynasıdır. Biz sevdiğimiz oranda yalnızızdır. Yalnızlığımız oranında kâinatla birleşir, kucaklaşırız. Yunus'un şiirinde ölümün aldığı o geniş ve az rastlanır yer de buradan gelir.
Bu ruh ve iç alem fatihi: "Bir ben vardır bende benden içeri" diyerek bizi maddemizin ötesinde ve onun dayanağı bütün bir alemi aşan bu şairi, iki insanın arasında değerlendirmek gerekir. Ben Orhan Gazi'yi ve onunla beraber ikinci imparatorluğu kurmaya çalışanların hiçbirini Yunus'tan ayıramam.
Yunus Emre'nin Tapduk Emre'ye gidişi, dergahında kalışı, oradan ayrılışı, tekrar gelişi ve nihayetinde icazet alıp insanlar arasına yeniden girmesi, bütün bu kaybolma, kapanma ve yeniden ve başka kimlikle doğmanın hikâyesi hep bu adın etrafında toplanabilecek olaylardır.
Yunus: "Ben giderim yana yana
Aşk boyadı beni kana" diyor, ben de "Yunus Sevgisi" ile noktalıyorum:
Yeni değil tâ ki ezeldenBizde Yunus sevgisi varNice mısran düşmez dildenSözde Yunus sevgisi var
Lale, sümbül açar dağdaKiraz, erik olur bağdaÖrümceğin ördüğü ağdaİzde Yunus sevgisi var
Işık saçtın çağlar boyuNurla doldu bak kör kuyuOdun çektin ömür boyuDüzde Yunus sevgisi var
Herkes seni rehber ettiCanlar canı Yunus dediOzanlar çaldı söylediSazda Yunus sevgisi var
Sana sevgi sana selamNe de yazsak az vesselamSenle başlar biter kelâmSözde Yunus sevgisi var.
Çok az şair, Yunus kadar isimsizin biraz ötesinde yaşamıştır. O kimliği kolayca nüfus kağıdına sığanlardandır. Dün, hakkında adından, doğduğu söylenilen yerlerden, birkaç çağdaşından başka bir şey bilmiyorduk. Bugün ise elimizde bir yığın çok açık bilgi veren çeşitli yöntemlerle yazılmış kütüphane eseri, araştırma ve inceleme var. Fakat Yunus bu bilgilerin hemen hepsini inkâr etmekten hoşlanır. Bir yıldız olmayı, öyle görünmeyi tercih etmiştir. Gelenek onu yedi-sekiz mezarda yatar gösterir. Hangisinin gerçek mezar olduğu tarihçiler için bir konu olmuştur. Fakat bunu gereği gibi bildiğimiz zaman dâhi onu oraya bağlayamayız. Şüphesiz Sakarya kıyılarında doğdu. Fakat her yerde doğmuşa benzer.
Ondan bahsedilirken Barak Baba, Tapduk Emre, Hacı Bektaş, Sarı Saltuk gibi bir yığın insan adına rastlarız. Fakat ne çıkar? Hiçbiriyle onun şiirini açıklayamayız. Hiçbir sözü dilimizde bir sevgi, ruh rüzgarı gibi esen, birden bire Türkçe'nin ortasında saf bir altın gibi külçelenen bu mucizeye bir sebep ya da başlangıç gibi gösterilemez. O daima tek başınadır. Eğer muhakkak bir kalabalığa karışacaksa bu kalabalık şüphesiz kendisinden sonra gelenler, yaptığı işi devam ettirenlerdir. Yunus her şeyden evvel bir gönül adamıdır. O insan talihini kendi içinde, bütün acıklı ve yüksek tarafından bulanlardandır. Dilimize ve ruhumuza gurbet sözcüğünü de tasavvuf yoluyla olsa da aşılayan odur.
Yunus'ta gurbet, sevginin yalnızlık aynasıdır. Biz sevdiğimiz oranda yalnızızdır. Yalnızlığımız oranında kâinatla birleşir, kucaklaşırız. Yunus'un şiirinde ölümün aldığı o geniş ve az rastlanır yer de buradan gelir.
Bu ruh ve iç alem fatihi: "Bir ben vardır bende benden içeri" diyerek bizi maddemizin ötesinde ve onun dayanağı bütün bir alemi aşan bu şairi, iki insanın arasında değerlendirmek gerekir. Ben Orhan Gazi'yi ve onunla beraber ikinci imparatorluğu kurmaya çalışanların hiçbirini Yunus'tan ayıramam.
Yunus Emre'nin Tapduk Emre'ye gidişi, dergahında kalışı, oradan ayrılışı, tekrar gelişi ve nihayetinde icazet alıp insanlar arasına yeniden girmesi, bütün bu kaybolma, kapanma ve yeniden ve başka kimlikle doğmanın hikâyesi hep bu adın etrafında toplanabilecek olaylardır.
Yunus: "Ben giderim yana yana
Aşk boyadı beni kana" diyor, ben de "Yunus Sevgisi" ile noktalıyorum:
Yeni değil tâ ki ezeldenBizde Yunus sevgisi varNice mısran düşmez dildenSözde Yunus sevgisi var
Lale, sümbül açar dağdaKiraz, erik olur bağdaÖrümceğin ördüğü ağdaİzde Yunus sevgisi var
Işık saçtın çağlar boyuNurla doldu bak kör kuyuOdun çektin ömür boyuDüzde Yunus sevgisi var
Herkes seni rehber ettiCanlar canı Yunus dediOzanlar çaldı söylediSazda Yunus sevgisi var
Sana sevgi sana selamNe de yazsak az vesselamSenle başlar biter kelâmSözde Yunus sevgisi var.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.