29 Mayıs niçin hüzün getirsin ki!
Mayıs'ın 29'u, 1453'te İstanbul'un fethedildiği gündür. O gün, bizim hüzünlü değil sevinçli günümüzdür.
Ama bazıları, her 29 Mayıs'ta hüzünlenirler.
Onlar için, 29 Mayıs bir hüznün yıldönümüdür.
Onlar, İstanbul'a "Kostantinapolis" demekte ısrar edenler, asırlardır bir türlü "İstanbul" diyemiyorlar.
Onlar, İzmir ve İstanbul'u ısrarla kendi sınırları içinde gösterenlerdir.
Onla, 9 Eylül'de can havliyle alelacele İzmir'de Ege sularına atlayıp, canını zor kurtaran ve o gün bugündür Anadolu sahillerine korkuyla bakanlardır.
İstanbul'un hüznüyle ciğerlerini yakanlardır...
Onlar Megola İdeanın idealistleridir.
Onlar, evet onlar...
Yani Ege'nin diğer tarafındakiler, bizim neyimizdirler?
Kardeşlerimiz midir?
Sıla derdine düştüğümüz zaman, onlarla kardeş olduğunuzu hatırlıyor musunuz? Böyle bir his geliyor mu içinize?
Kardeşse nasıl kardeş bunlar?
Ege bölgesini boydan boya kana, gözyaşına, hüzne boğanlar bize hangi cihetten kardeş oluyorlar?
Bunlar, vurabildikleri kadar bizi vuranlar değil mi?
Olur mu hiç, olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?
O gün vurdukları yetmiyormuş gibi, bugün de bizi de taa canevimizden vurmak için, canımız İstanbul'a, ruhumuz Ayasofya'ya göz dikenler, nasıl kardeşimiz olurlar?
İstiklal Harbi'nde evlerimizi, barklarımızı yıkanlar, dedelerimizi öldürenler, bir deprem felaketinde 3-5 kişiyi kurtarıverince, hemencecik kardeşimiz mi oldular?
Kardeşimiz iseler, niçin hala İstanbul hüznü çekiyor, Ayasofya yası tutuyorlar?
Hem bu hüzün, öyle bir hüzün ki, tam 550 senedir bir türlü dinmek bilmiyor.
Her 29 Mayıs'ta aynı hüzün, üzerlerine tekrar tekrar çöküyor...
Hüzünleri, hem öyle de köklü ki, Ege'nin hemen karşı kıyılarından değil, taa Avrupa içlerinden, hatta Avrupa'nın tamamından sökülüp gelmektedir.
Eğer hüzünlü değillerse, eğer Ege'nin karşısındakiler bize kardeşseler, okul kitaplarında Türkiye aleyhindeki o ifadeler ne!!
Ders kitaplarındaki o ifadeleri tekzip etmedikleri müddetçe...
Dostluk şöyle dursun, bize kardeş olduklarını, bizdeki Başbakanlık makamındaki zat da söylese,
Bütün basında da yazdırsalar,
Sanatçı/sanatçıya, karşılıklı dostluk şarkıları da söyleseler/söyletseler,
Bizi dostluklarına da kardeşliklerine de inandıramazlar.
Zaten bize "kardeş" diyen kim ki!
Sayın okuyucular,
Onlardaki bu hüzün var ya bu hüzün; her sene acı çektikleri bu hüzün...
Aslında hak ettikleri bir hüzündür.
Haçlı orduları adıyla, dedelerinin Anadolu'yu bir baştan bir başa, elleri ayakları kanlı olarak geçmelerinin sonucunda gelen bir hüzündür.
Haçlılar, o kadar gaddar bir topluluktu ki Müslümanları bırakın, kendi dindaşları olan Hıristiyanlara bile, geçerken İstanbul'a katliam yapmaktan çekinmemişlerdi...
Allah İstanbul'u öylelerine vermedi, bize verdi; o kadar...
Ne yapalım... Kader!
Malazgirt'ten hemen bir kaç sene sonra, İstanbul'a yaklaşan dedelerimizden, korkuyorlardı.
"Bunlar İstanbul'u da alırlar" diyorlardı...
Gün geldi, aldık da...
Ama rövanşını onlar aldılar; daha ne istiyorlar!
Bir zamanlar, bugünkü topraklarımızın 25 misli olan topraklarımızı elimizden aldılar işte.
Yetinmediler, bize şimdi Anadolu'yu da çok görüyorlar.
Sayın okuyucu, şaka değil bu, oyun değil bu, gerçek.
Batıda, Türkiye'nin nasıl bölünüp parçalanacağı, üniversitelerde bilimsel bir mesele olarak ele alınıyor.
***
Osmanlı'nın yıkılmasında en büyük pay sahibi olan millet, İngilizler...
Kendi memleketlerinde dünyanın en nazik insanları olmalarına rağmen, sömürgelerinde ise naziklikleri kadar acımasızdırlar.
İngilizler, Avustralya'da yaşayan Aborjinleri boğazlarına kadar toprağa gömüp, sadece kafalarını dışarda bırakmışlar ve topa vurur gibi vurarak öldürmüşlerdir.
Avustralya'yı, İngilizlerin seçtiği Avustralya Genel Valisi idare eder...
Merhum Esat Coşan Hoca, geçenlerde damadıyla beraber Avustralya'da bir trafik kazasında vefat etti.
10 tane kiliseyi satın almış, İslam'ın hizmetine sunmuştu.
Tabii ki bu kadarı da fazlaydı. Sen misin öyle yapan...
Geldi bir trafik kazası... Ve olanlar oldu...
Milletleri yok etmenin yolunun, kültürlerini yok etmekten geçtiğini en iyi bilenlerin başında İngilizler ve Ruslar gelir.
Ruslar bunu sert olarak yaparlar, İngilizler yumuşak.
Yumuşak atın da çiftesi pektir.
Safkan İngiliz atı da meşhurdur.
Her neyse... O gün İngiliz'di, bugün Amerika.
Pek farkları yok zaten. Çünkü dinleri de dilleri de aynı.
Dolayısıyla konuştukları konu da aynı.
Kendilerine hüzün veren o tarihi konuşuyorlar hep... 29 Mayıs'ı...
Mayıs'ın 29'u, 1453'te İstanbul'un fethedildiği gündür. O gün, bizim hüzünlü değil sevinçli günümüzdür.
Ama bazıları, her 29 Mayıs'ta hüzünlenirler.
Onlar için, 29 Mayıs bir hüznün yıldönümüdür.
Onlar, İstanbul'a "Kostantinapolis" demekte ısrar edenler, asırlardır bir türlü "İstanbul" diyemiyorlar.
Onlar, İzmir ve İstanbul'u ısrarla kendi sınırları içinde gösterenlerdir.
Onla, 9 Eylül'de can havliyle alelacele İzmir'de Ege sularına atlayıp, canını zor kurtaran ve o gün bugündür Anadolu sahillerine korkuyla bakanlardır.
İstanbul'un hüznüyle ciğerlerini yakanlardır...
Onlar Megola İdeanın idealistleridir.
Onlar, evet onlar...
Yani Ege'nin diğer tarafındakiler, bizim neyimizdirler?
Kardeşlerimiz midir?
Sıla derdine düştüğümüz zaman, onlarla kardeş olduğunuzu hatırlıyor musunuz? Böyle bir his geliyor mu içinize?
Kardeşse nasıl kardeş bunlar?
Ege bölgesini boydan boya kana, gözyaşına, hüzne boğanlar bize hangi cihetten kardeş oluyorlar?
Bunlar, vurabildikleri kadar bizi vuranlar değil mi?
Olur mu hiç, olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu?
O gün vurdukları yetmiyormuş gibi, bugün de bizi de taa canevimizden vurmak için, canımız İstanbul'a, ruhumuz Ayasofya'ya göz dikenler, nasıl kardeşimiz olurlar?
İstiklal Harbi'nde evlerimizi, barklarımızı yıkanlar, dedelerimizi öldürenler, bir deprem felaketinde 3-5 kişiyi kurtarıverince, hemencecik kardeşimiz mi oldular?
Kardeşimiz iseler, niçin hala İstanbul hüznü çekiyor, Ayasofya yası tutuyorlar?
Hem bu hüzün, öyle bir hüzün ki, tam 550 senedir bir türlü dinmek bilmiyor.
Her 29 Mayıs'ta aynı hüzün, üzerlerine tekrar tekrar çöküyor...
Hüzünleri, hem öyle de köklü ki, Ege'nin hemen karşı kıyılarından değil, taa Avrupa içlerinden, hatta Avrupa'nın tamamından sökülüp gelmektedir.
Eğer hüzünlü değillerse, eğer Ege'nin karşısındakiler bize kardeşseler, okul kitaplarında Türkiye aleyhindeki o ifadeler ne!!
Ders kitaplarındaki o ifadeleri tekzip etmedikleri müddetçe...
Dostluk şöyle dursun, bize kardeş olduklarını, bizdeki Başbakanlık makamındaki zat da söylese,
Bütün basında da yazdırsalar,
Sanatçı/sanatçıya, karşılıklı dostluk şarkıları da söyleseler/söyletseler,
Bizi dostluklarına da kardeşliklerine de inandıramazlar.
Zaten bize "kardeş" diyen kim ki!
Sayın okuyucular,
Onlardaki bu hüzün var ya bu hüzün; her sene acı çektikleri bu hüzün...
Aslında hak ettikleri bir hüzündür.
Haçlı orduları adıyla, dedelerinin Anadolu'yu bir baştan bir başa, elleri ayakları kanlı olarak geçmelerinin sonucunda gelen bir hüzündür.
Haçlılar, o kadar gaddar bir topluluktu ki Müslümanları bırakın, kendi dindaşları olan Hıristiyanlara bile, geçerken İstanbul'a katliam yapmaktan çekinmemişlerdi...
Allah İstanbul'u öylelerine vermedi, bize verdi; o kadar...
Ne yapalım... Kader!
Malazgirt'ten hemen bir kaç sene sonra, İstanbul'a yaklaşan dedelerimizden, korkuyorlardı.
"Bunlar İstanbul'u da alırlar" diyorlardı...
Gün geldi, aldık da...
Ama rövanşını onlar aldılar; daha ne istiyorlar!
Bir zamanlar, bugünkü topraklarımızın 25 misli olan topraklarımızı elimizden aldılar işte.
Yetinmediler, bize şimdi Anadolu'yu da çok görüyorlar.
Sayın okuyucu, şaka değil bu, oyun değil bu, gerçek.
Batıda, Türkiye'nin nasıl bölünüp parçalanacağı, üniversitelerde bilimsel bir mesele olarak ele alınıyor.
***
Osmanlı'nın yıkılmasında en büyük pay sahibi olan millet, İngilizler...
Kendi memleketlerinde dünyanın en nazik insanları olmalarına rağmen, sömürgelerinde ise naziklikleri kadar acımasızdırlar.
İngilizler, Avustralya'da yaşayan Aborjinleri boğazlarına kadar toprağa gömüp, sadece kafalarını dışarda bırakmışlar ve topa vurur gibi vurarak öldürmüşlerdir.
Avustralya'yı, İngilizlerin seçtiği Avustralya Genel Valisi idare eder...
Merhum Esat Coşan Hoca, geçenlerde damadıyla beraber Avustralya'da bir trafik kazasında vefat etti.
10 tane kiliseyi satın almış, İslam'ın hizmetine sunmuştu.
Tabii ki bu kadarı da fazlaydı. Sen misin öyle yapan...
Geldi bir trafik kazası... Ve olanlar oldu...
Milletleri yok etmenin yolunun, kültürlerini yok etmekten geçtiğini en iyi bilenlerin başında İngilizler ve Ruslar gelir.
Ruslar bunu sert olarak yaparlar, İngilizler yumuşak.
Yumuşak atın da çiftesi pektir.
Safkan İngiliz atı da meşhurdur.
Her neyse... O gün İngiliz'di, bugün Amerika.
Pek farkları yok zaten. Çünkü dinleri de dilleri de aynı.
Dolayısıyla konuştukları konu da aynı.
Kendilerine hüzün veren o tarihi konuşuyorlar hep... 29 Mayıs'ı...
Ali Eren / diğer yazıları
- Alın size Avrupa'dan taze cevap / 16.03.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002