ABD, AB ve İsrail sevinç içinde

"Milli bütünlüğümüz dini bütünlüğümüzdür. Dini bütünlüğümüz de milli bütünlüğümüzdür" hakikatini 40 yıldır dile getiren Prof. Dr. Haydar Baş, emperyalist batının, Anadolu topraklarındaki hedeflerini tek tek anlatıyor.

Bu başlık altında 2. Abdülhamit'ten bu tarafa doğu ve güneydoğu illerimizde etnik ayrımcılık senaryolarına dikkat çekerek 'Türk Milleti' kavramının mahiyetini ortaya koydu.

Dünden bugüne her siyasi anlayış bu ülkede iktidar koltuğuna oturdu. Ama hiçbirisi ne Türk Milleti kavramının mahiyetini idrak edebildi ve ne de anlatabildi. Dahası emperyalistlerin genelde Anadolu, özelde ise doğu ve güneydoğu illerimizdeki hedeflerini durduramadı.

Malumunuz 2010'da referanduma gitmiştik. O referandumdan sonra artık insan haklarının hâkim olacağı, yargının bağımsız olacağı, bütün vatandaşların haklarını doya doya yaşayacağı' vs. algısı oluşturulmuştu.

Referandum 'evet' aldı. 9 yıl geçti ama gökten adalet yağmadı. Kanunlar karşısında herkes eşittir de yağmadı. Hak ve özgürlük de yağmadı. Halka huzur ve güven getirecek kanun ve uygulamalar da yağmadı. Terör de bitmedi. O dillerden düşmeyen kardeşlik de gökten inmedi. Eğitimde, sağlıkta, sosyal hizmetlerde, yatırımlarda vs. ülkenin batısı ile doğusundaki eşitsizliği giderecek yağmurlar da yağmadı.

O günlerde Prof. Dr. Haydar Baş, kanunlar karşısında herkesin eşit olduğunu, sıkıntıların ise kanunları uygulamaktan kaynaklandığını ifade ediyor ve şöyle diyordu: 

"Eğer problem Güneydoğu'ysa, şikâyetler ideolojik sebeplerden kaynaklanmaktadır ve fiili hatalardan bahsedilebilir. Hal böyleyken bazı çevrelerle yapılan görüşmeler sonrasında, Atatürk Türkiye'sindeki üniter devlet yapısı tartışılmaya açıldı ve sorunlar ancak federatif yapıyla halledilebilir noktasına ülke adeta sürüklendi.

Bazı çevreler, 82 anayasasında sistem değişikliği yapılarak, başkanlık ya da yarı başkanlık düzenine geçilmesini konuşmaktalar.

Böyle bir yapılanma etnik kimlikler üzerinden devam eden ayrışımların önünü açacaktır. Bu başkanlık sisteminin doğal sonucudur.

Anayasadan üniter devlet ifadesinin kaldırılması, vatandaşlık tanımının yenilenmesi, farklı dillerde eğitim, idarenin bir bütün olmaktan çıkarılması vs. yenilikler bilerek veya bilmeyerek Atatürk cumhuriyetinin temel dinamiklerini değiştirecektir.

Bizce, ülkemizin yeni bir sisteme değil, demokratik, laik cumhuriyetin devamını sağlayacak birliğe ve bütünlüğe ihtiyacı vardır.

Herkesi Türk, Kürt, Laz, Çerkez ayrımına sebep olmayacak bir yaklaşımla kucaklamaya, milletimizle ordumuzu kaynaştırmaya, Alevi-Sünni-Caferi demeden bir kabul etmeye mecburuz. 

Varlığı bir asra uzanmamış genç cumhuriyet ancak böyle devam edebilir.

Devletin başı cumhurbaşkanı da bu bakış açısına sahip olmak zorundadır" diyordu.

* * *

Geçen 9 yıl içerisinde bir açılım süreci yaşandı. PKK ile masaya oturuldu. Habur'da çadırlar kuruldu. Apo'nun mesajları her gün yayınlanır oldu. Apo'yu barış güvercini olarak tasvir eden meclis başkanlarını bile gördük.

T.C. tabelaları indirildi. Türk Milleti vurgusu olan bütün sözler kaldırıldı. Artık birinci ağızlardan 'eyalet sistemi' cümleleri duymaya başladık. Bir de 'akiller' diye bol maaşlı bir sınıf ortaya çıktı. Sonucu hep beraber yaşadık, gördük. 

Bu süreci iktidar partisi tek başına gerçekleştirmedi. CHP, HDP ve diğerleri her türlü desteği verip, alkışlıyordu. MHP ise bugün CHP için kurduğu cümleleri o gün, AKP için kuruyordu.

Geldik bugüne… Son yaşananlardan sonra televizyonlarda yine 'Kürt sorunu' başlığı açıldı. O gün konuşulanlar bugün yine konuşuluyor. O gün suçlananlar bugün de suçlanıyor. O gün çözüm diye masaya konulanlar bugün de çözüm diye masaya konuluyor.

Yalnız, konuşanların hiç birisi Büyük İsrail'e giden yolun Anadolu'da kurulacak Kürdistan'dan geçtiğini, Irak ve Suriye'de ortaya konulan projenin, bu projenin şimdiki hedefinin Türkiye ve doğu illerimiz olduğunu, siyasilerin, medyanın bilerek veya bilmeyerek bu projeye ayak olduğunu, ifade edemiyor. 

Bu tartışmalar, çözümsüzlük, kutuplaşmalar kimi mutlu ediyor? ABD, AB ve İsrail'i!