Algı yönetimi

Subay Kubilay şehit oldu diye 'Menemen'i yakın' diyen Mustafa Kemal Atatürk'ten, teröristle müzakere adı altında masaya oturan siyasilere... Nereden nereye? Peki, biz bu duruma nasıl geldik? Bu konuyu farklı açıdan değerlendirmek gerekirse, biliyoruz ki yaşadığımız topraklar üzerinde hesabı olanlar tarafından madden ve manen kuşatma altındayız. Belki bu kuşatma topla, tüfekle, savaşla değil ama son yüzyılın en sessiz silahı olan 'algı yönetimi' ile gerçekleşiyor. Böylece daha kolay etki altına alıp ikna ve inandırma faaliyetleri ile tepkisiz duyarsız bir topluluk haline getiriliyoruz. Devletler bölgesel ve küresel bir güç olmak, iktidar politikalarının meşruiyetini ve devamlılığını sağlamak için hedef kitleleri ikna etmenin yollarını ararlar. Bu yolların en etkilisi ise algıları değiştirmek ve hangi algının yerleşmesi isteniyorsa o algının kazandırılması, hedef kitleyi istenilen amaç üzerinde rıza gösterecekleri bir inanma ve ikna olma sürecine sokmaktır. Algı yönetiminde esas olan 'amaca götüren her yol mubahtır' düşüncesidir. Algı yönetimi yöntemlerinden bir diğeri de suni kaos ortamı oluşturmaktır. Buradaki asıl amaç kargaşa ortamı ile insanları yıldırmak ve istenilen amaca razı etmektir.Son bir ayda şehit haberlerindeki artış hepimizi huzursuz ediyor. Sanki birileri düğmeye basıyor. Birileri terörün bitmesini istemiyor. Şehit vermekten daha acı bir durum varsa o da şehit vermeye alıştırılmış bir toplum haline gelmektir. Çevremden gözlemlediğim kadarıyla insanların bir kısmını şehit haberleri eskisi kadar çok ta etkilemiyor. İnsanlar çok rahat, tepkisiz sanki uyuşmuş gibiler.Bilindiği üzere 2001 yılında terör bitme noktasına gelmişti. Yapılan yanlış siyaset sonucu terör tekrardan hayat buldu. Cumhurbaşkanı ve bakanlar çıkıp şehitlik makamının yüceliğini hatırlatarak, şehit olmayı arzuladıklarını ifade ediyorlar! İnsanların gazını alarak olanları razı etmek gibi bir göreve soyunmuş durumdalar. İlla ki her evden bir can mı gitsin?Prof. Dr. Haydar Bey bugün yaşanan olayları 25 yıl öncesinde görmüş ve bizleri ayıkmamız konusunda uyarmıştı. Lider dediğin ileri görüşlü olur; bizi yöneten siyasiler bırakın ileri görüşü burnunun ucunu göremiyor. Sayın Baş, çeyrek asır önce bölünme konusunda bizleri uyarmıştı. Asıl hedefin Türkiye olduğunu söylemişti. Topraklarımızın üzerinde hesabı olanlar konusuna bıkmadan yorulmadan ikazda bulunarak birlik ve beraberlik çağrısında bulunmuş ve hala bulunmaktadır.Prof. Dr. Haydar Baş'ı anlamak için illa Irak'ın, Mısır'ın, Suriye'nin kaderini mi yaşayalım? İlla toprak kaybedip bölünelim mi? Sayın Baş ne diyor: "Alevi, Sünni Türk, Kürt, Laz, Boşnak, Çerkez kardeştir. Gelin bir olalım, beraber olalım Ehl-i Beyt çatısı altında toplanalım. MEM projem ile size barış ve huzur dolu rahat bir yaşam sunacağım." Bizler kendisinin bu çağrısına, "Hayır biz halimizden memnunuz, hükümetimiz yol yaptı, sağlıkta reform yaptı, 3.5 TL'lik ilacı reçete ile 11 liraya alıyoruz, 950 lira asgari ücret ile rahat geçiniyoruz, teröre alıştık, yeraltı kaynaklarımızı da ecnebiler kullansın" mı diyoruz acaba? Bir an önce özümüze dönelim, geç olmadan eyvah demeden, ateş bizi yakmadan Irak'ın kaderini yaşamadan çeyrek asırdır bizi uyaran sese kulak verelim. Daha ne olmasını bekliyoruz? Ayıkmamız için daha başımıza ne gelmeli. Yetmedi mi yaşanan acılar, çekilen çileler ödenen bedeller? Daha nelere alışacağız bir düşünün. Bunun sonu yok ki? Seçim sizin. Bir tarafta Prof. Dr. Haydar Baş diğer tarafta okyanus ötesi merkezli siyasi irade? Allah sonumuzu hayreylesin.