Allah'ı tanıma ve bilmede, Hz. Mevlana diyor ki, "Akıl bu kulvarda çamura saplanmış merkebe benzer." Aklın sahası bu değildir. Akıl insana huzuru getirmez... Yanlış anlamayın, akıl, Allah'ı da bulamaz. Onda, o güç yoktur. "Allah nedir?" bunu da anlamaz. "Allah ne değildir?" onu anlar akıl. Ancak, "Allah'ın ne olmadığını" bilme gücüne sahip olan akıl, din yolunda ne vazedecek? Akıl sana ne diyecek de onu alacaksın? "Bu Allah değildir" diyecek sana. Halbuki biz "işte O Allah'tır"a varabilmek için bir şey istiyoruz. Akıl olsa olsa, orada, O'nun koyduğu yasakların hikmetini ortaya koyar. O da basiret sahibiyse tabii. Eğer kendi mantığıyla, ölçüsüyle değerler üzerine değerler bina etmişsek, yani, o dini beşeri sıfata malik bir hâle getirmişsek, o zaman, o din, senin kuralın, benim kuralım olur. Sana, bana ait olur. Sen ve ben bu işi halledebilseydik bin sene evvel hallederdik. Bin sene evvelki insanlar bizden safmıydı? Kafaları çalışmıyor muydu? Çalışıyordu. Demek ki o sahayı aklın bulması, yaşaması mümkün değil.Bu öyle bir dengedir ki, matematik problemini yapıyorsunuz, artı 20 çıkması lazım, ama siz eksi 20 çıkardınız. İkisi de 20. Ama birisi artı, birisi eksi. Matematik diliyle, yaptığınız işlem doğru mu olur, yanlış mı olur? Elcevap; yanlış olur. Onun için dine hiçbir yabancı müdahale olamaz.Peki, "Hocam içtihat nedir?" İçtihat, dinin koyduğu kurallar, kaideler istikametinde aklın, akıl yürütmesidir. Bu, kıyastır. İşin illetini bulmak, hikmetini ortaya çıkarmaktır. Bu ise ayrı konudur. Din kurumuna birtakım kaideler ilave etmek değildir. Mevcut kuralları izah etmek, onu anlatmak, onu açmaktır. O zaten şarttır.