Uluslar arası Milli Ekonomi Modeli Kongresinde konuşan Prof. Dr. Haydar Baş, dünyanın gündemine sunduğu modelinin diğer denenmiş iktisat sistemleri karşısında bir anti tez değil; tamamen özgün kuralları ile ekonomiye yepyeni bir bakış açısı olduğunu belirterek "Bu yönüyle tezimiz sadece ülkemizi değil, dünya halklarını da refaha ve gerçek mutluluğa kavuşturacak yegâne çözümdür" dedi Milli Ekonomi Modeli tezinin tartışıldığı Uluslararası Milli Ekonomi Kongresi'nin kapanış konuşmasını tezin sahibi, asrın bilge insanı Prof. Dr. Haydar Baş yaptı. Hem Türkiye, hem Türk İslam dünyası, hem de insanlık alemi için kurtuluş reçetesi özelliği taşıyan Milli Ekonomi Modeli tezinin Türkiye ve dünyanın gündemine sunulması ve tarihi tespitlerle bu teze yönelmeyi gerektirecek değerlendirmelerinden dolayı kongreye katılan ilim, fikir, düşünce adamlarına, katılımcılara teşekkür eden Prof. Dr. Haydar Baş, yaptığı manifesto niteliği taşıyan konuşmasında geçmişe, bugüne, geleceğe ışık tutacak görüşlerini kamuoyu ile paylaştı. Küçük parçalara ayırma projesi yürürlükteÖncelikle Türkiye ve dünyanın içinde bulunduğu ekonomik kötü gidişat hakkında bir durum tespiti yapan Prof. Dr. Haydar Baş, "5000 yıllık tarihiyle, 1400 yıllık Türk-İslam Medeniyeti ile ve 82 yıllık Cumhuriyet birikimiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti, Avrupa ve Asya kıtalarının kesiştiği en tarihi ve stratejik bölgede yer almaktadır. Siyasi, ekonomik ve sosyal çatışmaların merkezinde ve hedefinde olduğu halde, tarihinden ve inancından aldığı güçle dimdik ayaktadır ve aynı zamanda tüm Türk-İslam dünyasının ve dünyanın mazlum milletlerinin son umududur" dedikten sonra özetle şöyle konuştu: "Asırlar boyu sinsi bir şekilde yürütülen siyasi,kültürel ve sosyal faaliyetlerin sonucunda yok olma tehlikesi ile karşı karşıya gelen Milletimiz, verdiği İstiklal Savaşı neticesinde Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde Kuvay-ı Milliye ruhu ile kendine dönmüş, bağımsızlığına kavuşmuş ve özgürlük mücadelesi veren milletlere örnek olmuştur. Mustafa Kemal, yeni kurulan devletin 'tam bağımsız' olabilmesi için 'ekonomik bağımsızlığın' şart olduğunu özellikle vurgulamış, kapitülasyonları kaldırmıştır. 1923'te İzmir'de İktisat Kongresi düzenleyerek Milli ekonomiyi canlandırmaya çalışmıştır. Kongrede, 'ulusal bağımsızlık ilkesi'nden kesinlikle vazgeçilmeyeceği ve bu ilke içinde kalkınmanın gerçekleştirileceği kararlaştırılmıştır. Devletimizin kurucusu Atatürk'ün döneminde, yani 1938'e kadar çeşitli sahalarda kalkınma plan ve projeleri uygulanmış ve çok büyük başarılar elde edilmiştir. Bu dönemde kalkınmada uygulanan Milli Model ile ülkemiz Belçika'ya uçak ihraç edecek seviyeye ulaşmıştır. Fakat Atatürk'ten sonra ülke tekrar siyasi, kültürel, ekonomik vs. topyekün bir kuşatma altına alınmış; Batılı devletler, Mustafa Kemal döneminde hayata geçiremedikleri SEVR projesini AB ve IMF yoluyla gerçekleştirmeye başlamışlardır. Uluslar arası şirketlerin devletimizin bütçesine yön verdiği IMF ve Dünya Bankası kıskacında ülkemizin kaynaklarının ve her türlü imkanlarının kullanıldığı, özelleştirmenin, KİT'lerin satışının, Uluslar arası Tahkim'in, tahdit kanunlarının ve AB'ye uyum adı altında çıkarların yasaların hayata geçirildiği bir süreçte Türkiye, hakikatte 'bu küçük parçalara ayrılma projesi'ni yaşamaktadır."Ulus devlet fikrine saldırı"Ekonomik mânada sınırların önemini yitirdiği günümüzde; küresel dünyaya hakim olan güçlerin, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere empoze ettiği ilk fikir 'ulus-devlet anlayışının artık gereksiz olduğu'dur. Bunun bir yansıması olarak Türkiye'de işleyen mekanizmalarla korunması gereken ve Anayasa'nın 6. Maddesinde yer alan 'Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir' hükmü, adeta yeniden ve Atatürk'ün belirlediği ilkelerinin dışında bir mana kazanmaktadır. Ulus-devlet fikrini yitiren halklar, dışarıdan gelecek görünen tehditlere ya da gizli her türlü tehlikeye açıktır ve çaresizdir. Çok ağır şartlara bağlanmış borçlar, yardım adı altındaki siyasi tavizler, yabancı yatırımın önündeki tüm engellerin kaldırılması, bunlar arasında sayılabilir. Bu yollarla yapılmak istenen ise, bağımsızlığı ortadan kaldırmaktır."Sömürü yönteminin adresi"2. Dünya savaşından sonra ortaya atılan yardım politikaları, az gelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarında kendine yer bulmuştur. Halbuki kalkınma hareketlerini dış sermaye yatırımlarına bağlayan az gelişmiş ülkeler, yabancı sermayenin gelmesi için istenilen her şeye boyun eğerler. Buna, yabancı yardımları almak için 'ulusal haklardan vazgeçmek' ve 'ülkeyi satma noktasına getirecek anlaşmalara evet demek' de dahildir. Yeni dünya düzeninde sömürü yönteminin adı ve adresi 'uluslararası şirketler'dir. Bugün 300 uluslar arası şirketin varlıkları toplamı, tüm dünyadaki üretim varlıklarını % 25'ini oluşturmaktadır. Dünya ticaretinin % 65'ini 500 büyük şirket denetlemektedir.Türkiye'de uluslar arası bir şirketin ortak olmadığı holding yok gibidir." "Güçlü devlet" engel görülüyor"Gelinen noktada, paradan para kazanmak maksadıyla dünyada serbest dolaşan para miktarı, dünya ticaret hacminden neredeyse 20 kat daha büyük bir rakama ulaşmıştır. Bu kadar büyük paraların yıkıcı ve spekülatif etkileri ise malumdur. Bu sebeple IMF, gelişmekte olan Türkiye gibi ülkelere ekonomik programlar tavsiye etmektedir. Ancak tavsiye edilen programların amacı, ekonomimizi istikrara kavuşturmak değil, küresel sermaye gruplarının ülkemizin pazar ve kaynaklarını ele geçirmesidir. IMF'nin, en stratejik ve kârlı kurumlarımızın özelleştirilmesini istemesinin sebebi budur. Bu süreçte ise 'güçlü devlet', ciddi bir engel teşkil etmektedir." Özelleştirmeye biçilen rol"Global ekonomi anlayışında özelleştirme konusu da, yabancı sermayenin bir ülkeye girmesi için önemle istenilen bir şarttır. Ülkemizde kâr getiren kamu kurumları, ederinin çok altında değerlerle satılmaktadır. Türk Milletinin menfaatlerini zerre kadar gözetmeksizin, tamamen dışarıdan gelen baskılarla yapılan özelleştirmelerde verilen rakamlar kurumların adeta peşkeş çekildiğini göstermektedir. Özelleştirmelerde binlerce işçinin ve kalifiye insanının işsiz kalması da Türkiye'nin bir diğer acı fotoğrafı olmuştur."