IMF'nin asgari ücretin düşürülmesiyle ilgili talebini son 48 saattir basın organlarında duyuyor ve okuyoruz! Evet, IMF Türkiye'ye 'bölgenin Çin'i sen ol, işgücünü küreselleşmenin emrine bedava ver' diye bastırıyor. Bunu yaparken de acıdır ki; Türk kamuoyundan birkaç kişi hariç kimsenin sesi çıkmıyor! Sevgili dostlar, Türkiye 'ekonomik ve siyasal' olarak öyle bir noktaya gidiyor ki; en fazla bağıranlardan biri olmama rağmen kendime şu soruyu sorup vicdan muhasebesi yapıyorum; acaba uyarı görevimi yeterince yerine getirebiliyor muyum? Peki nasıl bir modele doğru gidiyoruz? İlk etapta IMF'nin isteklerini net olarak dile getiren Güngör Uras'ın tespitlerinden durumu öğrenelim: "...IMF uzmanları uzun süredir hükümete baskı yapıyor. İstenenler şunlar: (1) Asgari ücret yüksek. Asgari ücret aşağıya çekilsin. (2) Ülkenin her yanında aynı asgari ücret ödenmesin. Doğu'da, fakir illerde insanlar daha düşük ücretle çalıştırılsın. (3) İşçinin işten çıkarılması kolaylaştırılsın. İşveren istediğinde işçiyi tazminat ödemeden hemen işten çıkarabilsin. (4) Fakirlere, güçsüzlere yapılan sağlık yardımları ve diğer yardımlar azaltılsın. (5) Bağ-Kur, SSK üyelerinin ilaç ve hastane ödemelerine sınırlama getirilsin. (6) Faiz ödemeleri artıyor, yeni vergiler getirilsin. KDV ve ÖTV yükseltilsin..." Uras'ın satırları sonrası soralım; bu talepler bizi nereye götürür? Ekonomik yapımızın dönüştürülmek istediği model çok açık; Türkiye'deki şirketlerin sahipleri yabancı olacak. Türkler, kendi ülkelerinde onların emrinde en düşük ücretle, hiçbir temel ve sosyal hakka sahip olmadan çalışacak. Yerli halkın doğal ihtiyaçları 'faiz ödemelerinin karşılanması için' kesilecek, Türkiye yüksek açıklar veren karşılığında 83 yılda kurduğu şirketleri satan yetmediği durumda borçlanan ve bütçesinin yarısını borç ödemelerine ayıran bir ülke olacak... Bu noktada süratle dönüştüğümüz modelin İyi olduğunu iddia eden arkadaşlarımızın tezine de kulak verelim; onlara göre her şey çok iyi, sahillerde yeni oteller yapılıyor, yollar yapılıyor, lüks alışveriş merkezleri ve konutlar yapılıyor... Anlamadıkları da burada ortaya çıkan ayrıntı; bunların yapılması yıllık geliri 3 bin dolar olan halkımı hiç ilgilendirmiyor. Halk oralarda yaşayıp, satılanları tüketemiyor, kaymak gibi yollardan geçemiyor, sahillerine yapılan 7 yıldızlı otellerde kalamıyor... Ne yapıyor? Yabancı şirketlere ait olan bu yapılarda 'amele' olarak hizmet sektöründe çalışıyor... Ne güzel değil mi? Sahiller bizim kalamayız, arsalar bizim üstüne dikilen evlerin önünden bile geçemeyiz, lüks tüketime katılamayız ama biz de burada yaşarız! Sonuç: Türkiye'nin üstünde gittiği, adı Babacan'ın dediği gibi 'ekonomik program' olan yol, çok açık söylemek gerekirse; tam bir nötron bombasıdır... Halkı yok eder, eşyalar kalır... Son söz: Türkiye, süratle 'halkın fakirleştirilip depolitize edildiği, kendi ülkesinde hizmet sektöründe çalıştırıldığı hatta IMF'nin son istekleri doğrultusunda bedava çalıştırıldığı bir modele doğru gidiyor. Bu noktada Türkiye'de bazı akıllılar da çıkıp şunları söylüyor; tekstil ve turizm ile kalkınırız... Bu noktada aklıma 1978 yılında IMF'nin isteği ile Kemal Derviş ve Robinson'un yazdığı rapor geliyor; Türkiye üretimden vazgeçip pazar olmalı... Sevgili dostlar, hiçbir ülke 'don satarak, 3 kuruş parası olan Turistin önüne halkına tabak taşıtarak kalkınamaz. Kalkınmanın özü 'üretimdir, sahipliktir'... Not: 2000-2001 arasında kur sabitken, yabancılar bu kur sistemi ile borsa ve bonodaki menkul değerlerini paraya çevirip, Türkiye'yi terk ederken 'delikanlı IMF' neredeydi? Neden 'kuru serbest bırakın' demedi, ta ki son yabancı parasını alıp gidene kadar!Yiğit Bulut/ Radikal
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.