Türkiye'de değişmeyen gündem maddelerinden biri sistem tartışmasıdır. Parlamenter sistem mi, başkanlık mı? Güçlendirilmiş mi, merkezî mi? Ancak bu tartışmalar çoğu zaman esas meseleyi ıskalıyor: Sistemi işleten kimdir?
Prof. Dr. Haydar Baş, 8 Haziran 1998'de yayınlanan Haftanın Sohbeti programında bu sorunun kalbine şöyle iniyor:
"Dünyanın en mükemmel sistemini uygulayan da insandır. En bozuk sistemini en verimli hâle getiren de yine insandır."
Ve devamında şunu soruyor:
"Siz bana bir sistem gösterin ki bunun insanla uzaktan yakından alakası olmasın."
Bugün hâlâ güncelliğini koruyan bu tespit, Türkiye'nin kronik sorunlarının kökenine inen nadir analizlerden biridir. Zira Haydar Hoca'ya göre problem ne sadece sistemdir ne de sadece kurallar; asıl mesele insan unsurunun ihmal edilmesidir. Bu ihmalin sonucunda da "kanunlar eskir, nizamlar yıpranır, prensipler uygulanmaz" hâle gelir.
"Siz ne kadar mükemmel nizam yaparsanız yapın, onu hayata geçirecek olan mükemmel insanı yetiştirmediğiniz sürece bütün sistemleriniz yok olmaya mahkûmdur."
Haydar Hoca, eğitimin temel amacını da bu çerçevede tanımlar: Meslek adamı değil, insan yetiştirmek.
"Din, insan yetiştiren ilahi bir kurumdur. Meslek adamı yetiştirmez, insan yetiştirir."
Ona göre, bugün Türkiye'de asıl karışan nokta da budur: İnsan ile meslek adamı arasındaki ayrımın bulanıklaşması.
Zekâya yapılan vurgunun da yanlış anlaşıldığını şöyle açıklar:
"Zekâ insanın kendisi değildir. Zekâ insanın kullandığı bir malzemedir. İnsan gönüldür, gönül!"
Bu nedenle, yalnızca aklı geliştiren ama gönlü ve ahlakı ihmal eden bir eğitim anlayışı, bireyin iç dünyasında boşluklara yol açabilir. Böyle bir ortamda, potansiyeli yüksek gençlerin bir kısmı değer temelli bir yönlendirme bulamadığında toplumsal aidiyet duygusu zayıflayabilir; birey, kendi kabiliyetini toplum yararına yönlendirmek yerine, kuralsızlık ya da bireysel kopuş eğilimi gösterebilir.
Bugün Türkiye'de yaşanan kadro çürümelerinin, liyakatsiz atamaların, yozlaşmış siyaset dilinin arkasında da bu "insan yetiştirme" krizinin izleri görülmektedir. Haydar Hoca'nın "aynı insanlar aynı sistemde, farklı dönemlerde neden farklı neticeler aldı?" sorusu bu bağlamda anlam kazanır. "İnsan aşındı," der; aynı hukuk ve kurallarla başlayan bir neslin dejenerasyona uğramasının sebebinin sistem değil, o sistemi uygulayan insanların yozlaşması olduğuna dikkat çeker.
Bir başka önemli tespit de inancın iç motivasyon kaynağı olduğudur.
"Hadi erkeksen suç işle sen bakayım! Hırsızlık yap, yalan konuş, rüşvet al, hile yap… Mümkün mü bu? Hiç mümkün değil!"
Çünkü inanan insan bilir ki "hayrı da şerri de veren Allah'tır ve sonunda hesaba çekilecektir." Bu bilinç, onu kötülükten alıkoyar. Aksi hâlde inanç sadece kimlikte kalan bir sıfat olur, ahlaka yansımaz.
Ve nihayet, Haydar Hoca'nın "milleti, devleti sevmek" çağrısı, bugünün kutuplaşmış siyasetine ışık tutacak niteliktedir.
"Buradan başka bir vatan yok baba! Onun için bu milleti, bu devleti sevmemiz lazım. Bununla bütünleşmemiz lazım."
Farklılıklarımızın bizi ayrıştırmak yerine tamamlaması gerektiğini, ortak değerlerde buluşmanın önemini şu sözlerle özetler:
"Seksen meselede anlaşıyoruz, yirmisinde anlaşamıyoruz. Anlaştıklarımızdan yürürsek, Allah bizi kardeş eder."
Yirmi beş yıl öncesinden bugüne seslenen bu sözler, sadece bir hatıra değil; bir istikamet feneri olarak da okunmalıdır. Sistem tartışmalarında boğulmadan önce, o sistemi uygulayacak "insanı" nasıl yetiştirdiğimizi yeniden sormamız gerekiyor. Belki de anayasa değil, ahlak eğitimi değiştirmelidir her şeyi.
AHKÂM-I HATİME
Türkiye'nin asıl meselesi sistem değil, insan kaynağıdır. En ideal anayasa da yapılsa, onu hayata geçirecek ehil, erdemli ve sorumluluk sahibi insanlar yoksa o metinler sadece kâğıt üstünde kalır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllar önce söylediği gibi, "siz ne kadar mükemmel nizam yaparsanız yapın, onu hayata geçirecek olan mükemmel insanı yetiştirmediğiniz sürece, bütün sistemleriniz yok olmaya mahkûmdur."
Çözüm, insanı yeniden inşa etmektir.
Prof. Dr. Haydar Baş, 8 Haziran 1998'de yayınlanan Haftanın Sohbeti programında bu sorunun kalbine şöyle iniyor:
"Dünyanın en mükemmel sistemini uygulayan da insandır. En bozuk sistemini en verimli hâle getiren de yine insandır."
Ve devamında şunu soruyor:
"Siz bana bir sistem gösterin ki bunun insanla uzaktan yakından alakası olmasın."
Bugün hâlâ güncelliğini koruyan bu tespit, Türkiye'nin kronik sorunlarının kökenine inen nadir analizlerden biridir. Zira Haydar Hoca'ya göre problem ne sadece sistemdir ne de sadece kurallar; asıl mesele insan unsurunun ihmal edilmesidir. Bu ihmalin sonucunda da "kanunlar eskir, nizamlar yıpranır, prensipler uygulanmaz" hâle gelir.
"Siz ne kadar mükemmel nizam yaparsanız yapın, onu hayata geçirecek olan mükemmel insanı yetiştirmediğiniz sürece bütün sistemleriniz yok olmaya mahkûmdur."
Haydar Hoca, eğitimin temel amacını da bu çerçevede tanımlar: Meslek adamı değil, insan yetiştirmek.
"Din, insan yetiştiren ilahi bir kurumdur. Meslek adamı yetiştirmez, insan yetiştirir."
Ona göre, bugün Türkiye'de asıl karışan nokta da budur: İnsan ile meslek adamı arasındaki ayrımın bulanıklaşması.
Zekâya yapılan vurgunun da yanlış anlaşıldığını şöyle açıklar:
"Zekâ insanın kendisi değildir. Zekâ insanın kullandığı bir malzemedir. İnsan gönüldür, gönül!"
Bu nedenle, yalnızca aklı geliştiren ama gönlü ve ahlakı ihmal eden bir eğitim anlayışı, bireyin iç dünyasında boşluklara yol açabilir. Böyle bir ortamda, potansiyeli yüksek gençlerin bir kısmı değer temelli bir yönlendirme bulamadığında toplumsal aidiyet duygusu zayıflayabilir; birey, kendi kabiliyetini toplum yararına yönlendirmek yerine, kuralsızlık ya da bireysel kopuş eğilimi gösterebilir.
Bugün Türkiye'de yaşanan kadro çürümelerinin, liyakatsiz atamaların, yozlaşmış siyaset dilinin arkasında da bu "insan yetiştirme" krizinin izleri görülmektedir. Haydar Hoca'nın "aynı insanlar aynı sistemde, farklı dönemlerde neden farklı neticeler aldı?" sorusu bu bağlamda anlam kazanır. "İnsan aşındı," der; aynı hukuk ve kurallarla başlayan bir neslin dejenerasyona uğramasının sebebinin sistem değil, o sistemi uygulayan insanların yozlaşması olduğuna dikkat çeker.
Bir başka önemli tespit de inancın iç motivasyon kaynağı olduğudur.
"Hadi erkeksen suç işle sen bakayım! Hırsızlık yap, yalan konuş, rüşvet al, hile yap… Mümkün mü bu? Hiç mümkün değil!"
Çünkü inanan insan bilir ki "hayrı da şerri de veren Allah'tır ve sonunda hesaba çekilecektir." Bu bilinç, onu kötülükten alıkoyar. Aksi hâlde inanç sadece kimlikte kalan bir sıfat olur, ahlaka yansımaz.
Ve nihayet, Haydar Hoca'nın "milleti, devleti sevmek" çağrısı, bugünün kutuplaşmış siyasetine ışık tutacak niteliktedir.
"Buradan başka bir vatan yok baba! Onun için bu milleti, bu devleti sevmemiz lazım. Bununla bütünleşmemiz lazım."
Farklılıklarımızın bizi ayrıştırmak yerine tamamlaması gerektiğini, ortak değerlerde buluşmanın önemini şu sözlerle özetler:
"Seksen meselede anlaşıyoruz, yirmisinde anlaşamıyoruz. Anlaştıklarımızdan yürürsek, Allah bizi kardeş eder."
Yirmi beş yıl öncesinden bugüne seslenen bu sözler, sadece bir hatıra değil; bir istikamet feneri olarak da okunmalıdır. Sistem tartışmalarında boğulmadan önce, o sistemi uygulayacak "insanı" nasıl yetiştirdiğimizi yeniden sormamız gerekiyor. Belki de anayasa değil, ahlak eğitimi değiştirmelidir her şeyi.
AHKÂM-I HATİME
Türkiye'nin asıl meselesi sistem değil, insan kaynağıdır. En ideal anayasa da yapılsa, onu hayata geçirecek ehil, erdemli ve sorumluluk sahibi insanlar yoksa o metinler sadece kâğıt üstünde kalır. Prof. Dr. Haydar Baş'ın yıllar önce söylediği gibi, "siz ne kadar mükemmel nizam yaparsanız yapın, onu hayata geçirecek olan mükemmel insanı yetiştirmediğiniz sürece, bütün sistemleriniz yok olmaya mahkûmdur."
Çözüm, insanı yeniden inşa etmektir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- Asıl mesele: Sistem mi, insan mı? / 21.07.2025
- İsrail’in Kürt ve Dürzi hamlesi / 20.07.2025
- İdamdan müzakereye: Bir sürecin sessiz yürüyüşü / 19.07.2025
- Barışın bedeli ne olacak? / 18.07.2025
- Kerbelâ’dan günümüze: Yalnızlığın imtihanı ve Hüseynî duruşun gerekliliği / 17.07.2025
- Erken seçim gerçekten bir çözüm mü? / 16.07.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ın uyardığı günlere mi geldik? / 15.07.2025
- Karanlıkta yanan bir ışık: 1997’de düşülen notlar, 2025’in gerçekliği / 14.07.2025
- Elektrik faturaları neden düşmüyor? Kapasite ödemeleri ve gizli bedeller / 13.07.2025
- Varlık tanındı mı? Devlet aklı, terörle çizgiyi nerede çekiyor? / 12.07.2025
- İsrail’in Kürt ve Dürzi hamlesi / 20.07.2025
- İdamdan müzakereye: Bir sürecin sessiz yürüyüşü / 19.07.2025
- Barışın bedeli ne olacak? / 18.07.2025
- Kerbelâ’dan günümüze: Yalnızlığın imtihanı ve Hüseynî duruşun gerekliliği / 17.07.2025
- Erken seçim gerçekten bir çözüm mü? / 16.07.2025
- Prof. Dr. Haydar Baş’ın uyardığı günlere mi geldik? / 15.07.2025
- Karanlıkta yanan bir ışık: 1997’de düşülen notlar, 2025’in gerçekliği / 14.07.2025
- Elektrik faturaları neden düşmüyor? Kapasite ödemeleri ve gizli bedeller / 13.07.2025
- Varlık tanındı mı? Devlet aklı, terörle çizgiyi nerede çekiyor? / 12.07.2025