İnsanoğlu insanı, yani kendisini anlamak için çok mücadele etmiş, çok çaba sarf etmiştir. Düşünce tarihine baktığımızda bunu açıkça görüyoruz. Ancak bu kadar gayrete rağmen, insanı anlama ve tanıma noktasında üzerinde uzlaşılan bir tanıma da ulaşılamamıştır.
İnsanı anlama üzerine; üstünde uzlaşılan ortak bir tanım olmadığı için de "insan nedir?" sorusuna, içinde pek çok spekülasyonu da barındıran çok çeşitli tanımlar karşımıza çıkıyor.
Her düşünce, her felsefi yaklaşım hatta pek çok bilim dalı kendi perspektifine göre gördüğünü veya gördüğünü sandığını insan olarak tanımlamıştır.
Bu durum; çok iyi bildiğinizi düşündüğüm bir grup görme engellinin bir odaya kapatılıp, odadaki fili tarif etmelerine benziyor. Görme engellilerin Hepsi filin bir özelliğini söylüyor ama hiç biri fili tam olarak tarif edemiyor. Düşünce tarihinde de bilim dünyasında da insanı anlama konusunda yapılanlar bundan çok farklı değil.
İnsan tanımlanmaya, anlaşılmaya çalışılmış ancak işin içinden batı dünyası çıkamamıştır. Çünkü arayış yanlış zeminlerde yapılmıştır. Sonunda da pes etmiş ve havlu atmıştır. Alexis Carrel'in "İnsan Denen Meçhul" adlı kitabıyla batı dünyası insanı anlayamadığını itiraf etmiştir. Bu itirafı da çok büyük bir buluş yapmış gibi, insana meçhul dediği için de; batı bu adamı bu tespitinden dolayı Nobel ödülüyle taçlandırmıştır, ödüllendirmiştir. Güler misin, ağlar mısın?
Ama tabi ki Batı dünyasının; bu havlu atışından sonra, insanı anlama, çözme noktasında hiç gayret sarf etmediğini söyleyemeyiz. Ebetteki bir arayışı var, insanın bir hakikat arayışı var, bir kesinlik arayışı var. Ama teknolojiyle büyülenmiş, bir özne haline dönüşen Batılı; bu arayışını savrulmalarla, bir ifrattan başka bir ifrata sürüklenerek veriyor. Batı dünyasının bu arayışını bize gösteren en önemli parametre; Hz. Mevlana'nın eserlerinin Batıda en çok satanlar listesinde önlerde olmasıdır. Batının insan olma değerini kavramak için Mevlana'ya sığınması tarihsel olarak insanı anlama yolunda yaptığı en kıymetli hamle sanırım. Ama burada bir öz eleştiriyi de yapalım. Bu arayışın çözümünü, yaşayan Müslümanlarda göremiyorlar ki, kitaplarda kalan İslam'da çözüm arıyorlar. Bu, günümüz Müslümanlarının üzerinde çok düşünmesi gereken bir durum değil mi? Ne dersiniz?
Acaba günümüz Müslümanları, Allah Resulü'nün ve Ehl-i Beyt'inin yaşadığı İslam'ın neresinde? Biz günümüz Müslümanları inancımızın bizden istediği ahlakı ne kadar temsil edebiliyoruz, İslam ahlakının neresindeyiz?
Sizce gerçek anlamda güzel ahlakı arayan İnsanlığa karşı biz Müslümanlar olarak bir mesuliyetimiz yok mu? Bu bir vebal değil mi? Allah (c.c) Son ekmel din olan dinimizin Kitabı olan Kur'an-ı Kerim'de Resûlullah için, onun ahlakı için "Şüphesiz ki sen, yüce bir ahlak üzeresin" (el-Kalem, 4) diye bizlere tanıtıyor, bildiriyor. Yine efendimiz olan Resulü Ekrem de "Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" diye buyuruyor. Peki, biz bu ahlakı ne kadar içselleştirip yaşayabiliyoruz? Soru bu.
(Devam edecek...)
- Matematiğin, fiziğin formülü mü yoksa insanlığın formülü mü? / 19.02.2024
- İnsanlığa insanlık yolculuğu şart / 15.01.2024
- Güçlü aile güçlü millet demektir / 19.12.2023
- Cumhuriyet yüz yaşında, nice yüzyıllara / 01.11.2023
- Saygı beyaz çizgimiz olmalı / 15.10.2023
- Dinin mücadelesi dinsizlikle değil din ile olmuştur / 10.09.2023
- Mum kadar ışığı yok, Kendini Güneş sananlar / 06.09.2023
- Merhamet, hürmet, muhabbet / 28.08.2023
- Aslında çifte kıble olmaz / 25.08.2023