Güçlü devletlerin zayıf devletleri arka bahçeleri olarak görmeleri devletler tarihi kadar eski bir gelenektir.
Haçlı Seferleri ve coğrafi keşif olarak adlandırılan sömürgecilik faaliyetleri bu hakikatin uzantılarıdır.
Kristof Kolomb'un İspanya adına çıktığı seferde, Amerika adını alacak kıtadaki, Toltekler, Aztekler, İnkaları kılıçtan geçirmesi ve uygarlıklarını yerle bir etmesi sadece zenginlik ve ekonomik çıkar maksadıylaydı.
Amerika kıtasını işgal eden İspanyolları, Portekizliler ve Fransızlar takip etmiş, kıtadaki zenginliklere ulaşmak uğruna sayısız katliamlar yapmışlardır.
Keza, Portekizli Vasko de Gama 1497'de Hindistan'a giden deniz yolunu bulmak, baharat ve kıymetli madenlere ulaşmayı hedefliyordu.
Sömürgeciliği bir devlet politikası haline getiren İngilizler de silah ve kaba kuvvetle ele geçirdikleri Hindistan, Afganistan, Pakistan gibi Asya ülkelerinde şiddete dayalı bir baskı yöntemi uygulamışlardır.
İngilizlerin kendi tekstil mallarını pazarda Hint kumaşlarına karşı rakipsiz kılmak için 40 bin Hintli kumaş imalat ustasının kollarını kestikleri bilinmektedir.
Bu örnekler insan hakları savunucusu Batının bir ülkenin kaynaklarını ve her türlü zenginliğini ele geçirmek uğruna yapabileceklerinin sınırsız olduğunun göstergeleridir.
Varlığını ve genişleme politikasını şiddete dayalı baskı yöntemleriyle korumaya çalışan Batı dünyası 21. yüzyılda da tarihten gelen bir alışkanlıkla aynı stratejileri kullanmaktadır.
Bugün iki ülkenin karşılıklı bir araya gelerek mücadele ettikleri dönemler geride kalmıştır. Ama teknolojik imkânları fazla, ekonomisi güçlü devletler, noktasal hedefleri, kilometrelerce uzaktan kilitlenerek vurabilen füzelerle istedikleri ülkeyi etkisiz hale getirebilmektedir.
Tarihte, yabancı devletler üzerinde baskı kurma, asker ve silah yığma yöntemleriyle yapılan çıkarmalarla sağlanmakta iken, bugün ekonomik, siyasî yaptırımlar kullanılmakta, bunların yeterli görülmediği durumlarda teknolojik silahlarla stratejik merkezlerin vurulması vasıtasıyla nihaî sonuca ulaşılmaktadır.
Bu bağlamda ABD'nin Irak'a yapacağı müdahale de 21. yüzyılın baskı yöntemleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Zira müdahaleyi gerektirecek meşru bir sebep yoktur. Tüm dünya bu görüşte müttefiktir. Üstelik Newsweek dergisindeki bir yoruma göre, Irak'a yönelik bir harekâtın tüm Ortadoğu'ya sıçrayacağı konuşulmaktadır.
Esasen ABD'nin Ortadoğu'daki nüfuzu 1956 Süveyş krizi ile başlamıştır. Bu tarihte İngiltere ve Fransa, Mısır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirmesine karşı harekât başlattılar. Sovyetler Birliği ise İngiltere ve Fransa'nın bölgeden çıkmaması halinde nükleer bir savaşın çıkması tehdidinde bulundu. Sovyetlerin karşısında tek güç olan ABD yeni bir dünya savaşına hazır olmadığı için İngiltere ve Fransa'nın yanında yer almadı. Bu iki devletin bölgeden çekilmeleriyle de ABD Ortadoğu'da tek başına egemen güç konumuna geldi.
AB'nin kurulmasının da temeli olan bu Süveyş krizi Avrupa devletlerini ABD ve Sovyet tehdidine karşı birleşmeye itmiş, bu hadiseden 1 yıl sonra 1957'de imzalanan Roma Anlaşması ile AB'nin kurulma süreci başlamıştır.
Bugün ABD'nin Ortadoğu'daki Arap devletlerinin tamamına sıçraması muhtemel operasyonu, devletleşme sürecindeki AB'ye karşı bölgedeki liderliğini sağlamlaştırması, petrol ve diğer zenginliklere tek başına hakim olabilmesi içindir.
Ayrıca hâmisi konumundaki İsaril'i Mısır ve Ürdün dışında tanıyan Arap devleti yoktur. Böyle bir harekâtla İsrail'in yayılmacı politikasının da önü tamamen açılmış olacaktır.
Görüldüğü gibi ABD'nin Arap ve İslam dünyasına demokrasiyi getirme kararında olduğu ve bu uğurda rejimleri devirmeye hazırlandığı iddiaları tamamen düzmecedir.
Tarih boyunca sadece kendini düşünen ABD'nin ve topyekün Batı dünyasının hâlâ aynı zihniyetle hareket ettiği unutulmamalıdır.
ABD'nin Ortadoğu'da yapacağı böyle bir operasyon; bölge üzerinde hesapları olan Rusya, Almanya ve Japonya'nın bu planlarını engelleyecek ve tek süper güç projesine de ivme kazandıracaktır.
Türkiye için de ciddi tehditler içeren bu operasyon Ortadoğu'da tüm dengeleri değiştirecek kapsamda planlanmaktadır.
Siyasi iradenin ABD'nin görünen bahaneleriyle değil, tarihten gelen arka bahçe projelerini dikkate alarak milli menfaatlerimiz istikametinde hareket etmesi gerekmektedir.
Bize dost ve müttefik görünenlerin bugün geldikleri noktalara, bizim üzerimizde de denedikleri şiddete dayalı, kanlı baskı yöntemleriyle ulaştıkları asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Haçlı Seferleri ve coğrafi keşif olarak adlandırılan sömürgecilik faaliyetleri bu hakikatin uzantılarıdır.
Kristof Kolomb'un İspanya adına çıktığı seferde, Amerika adını alacak kıtadaki, Toltekler, Aztekler, İnkaları kılıçtan geçirmesi ve uygarlıklarını yerle bir etmesi sadece zenginlik ve ekonomik çıkar maksadıylaydı.
Amerika kıtasını işgal eden İspanyolları, Portekizliler ve Fransızlar takip etmiş, kıtadaki zenginliklere ulaşmak uğruna sayısız katliamlar yapmışlardır.
Keza, Portekizli Vasko de Gama 1497'de Hindistan'a giden deniz yolunu bulmak, baharat ve kıymetli madenlere ulaşmayı hedefliyordu.
Sömürgeciliği bir devlet politikası haline getiren İngilizler de silah ve kaba kuvvetle ele geçirdikleri Hindistan, Afganistan, Pakistan gibi Asya ülkelerinde şiddete dayalı bir baskı yöntemi uygulamışlardır.
İngilizlerin kendi tekstil mallarını pazarda Hint kumaşlarına karşı rakipsiz kılmak için 40 bin Hintli kumaş imalat ustasının kollarını kestikleri bilinmektedir.
Bu örnekler insan hakları savunucusu Batının bir ülkenin kaynaklarını ve her türlü zenginliğini ele geçirmek uğruna yapabileceklerinin sınırsız olduğunun göstergeleridir.
Varlığını ve genişleme politikasını şiddete dayalı baskı yöntemleriyle korumaya çalışan Batı dünyası 21. yüzyılda da tarihten gelen bir alışkanlıkla aynı stratejileri kullanmaktadır.
Bugün iki ülkenin karşılıklı bir araya gelerek mücadele ettikleri dönemler geride kalmıştır. Ama teknolojik imkânları fazla, ekonomisi güçlü devletler, noktasal hedefleri, kilometrelerce uzaktan kilitlenerek vurabilen füzelerle istedikleri ülkeyi etkisiz hale getirebilmektedir.
Tarihte, yabancı devletler üzerinde baskı kurma, asker ve silah yığma yöntemleriyle yapılan çıkarmalarla sağlanmakta iken, bugün ekonomik, siyasî yaptırımlar kullanılmakta, bunların yeterli görülmediği durumlarda teknolojik silahlarla stratejik merkezlerin vurulması vasıtasıyla nihaî sonuca ulaşılmaktadır.
Bu bağlamda ABD'nin Irak'a yapacağı müdahale de 21. yüzyılın baskı yöntemleri çerçevesinde değerlendirilmelidir. Zira müdahaleyi gerektirecek meşru bir sebep yoktur. Tüm dünya bu görüşte müttefiktir. Üstelik Newsweek dergisindeki bir yoruma göre, Irak'a yönelik bir harekâtın tüm Ortadoğu'ya sıçrayacağı konuşulmaktadır.
Esasen ABD'nin Ortadoğu'daki nüfuzu 1956 Süveyş krizi ile başlamıştır. Bu tarihte İngiltere ve Fransa, Mısır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirmesine karşı harekât başlattılar. Sovyetler Birliği ise İngiltere ve Fransa'nın bölgeden çıkmaması halinde nükleer bir savaşın çıkması tehdidinde bulundu. Sovyetlerin karşısında tek güç olan ABD yeni bir dünya savaşına hazır olmadığı için İngiltere ve Fransa'nın yanında yer almadı. Bu iki devletin bölgeden çekilmeleriyle de ABD Ortadoğu'da tek başına egemen güç konumuna geldi.
AB'nin kurulmasının da temeli olan bu Süveyş krizi Avrupa devletlerini ABD ve Sovyet tehdidine karşı birleşmeye itmiş, bu hadiseden 1 yıl sonra 1957'de imzalanan Roma Anlaşması ile AB'nin kurulma süreci başlamıştır.
Bugün ABD'nin Ortadoğu'daki Arap devletlerinin tamamına sıçraması muhtemel operasyonu, devletleşme sürecindeki AB'ye karşı bölgedeki liderliğini sağlamlaştırması, petrol ve diğer zenginliklere tek başına hakim olabilmesi içindir.
Ayrıca hâmisi konumundaki İsaril'i Mısır ve Ürdün dışında tanıyan Arap devleti yoktur. Böyle bir harekâtla İsrail'in yayılmacı politikasının da önü tamamen açılmış olacaktır.
Görüldüğü gibi ABD'nin Arap ve İslam dünyasına demokrasiyi getirme kararında olduğu ve bu uğurda rejimleri devirmeye hazırlandığı iddiaları tamamen düzmecedir.
Tarih boyunca sadece kendini düşünen ABD'nin ve topyekün Batı dünyasının hâlâ aynı zihniyetle hareket ettiği unutulmamalıdır.
ABD'nin Ortadoğu'da yapacağı böyle bir operasyon; bölge üzerinde hesapları olan Rusya, Almanya ve Japonya'nın bu planlarını engelleyecek ve tek süper güç projesine de ivme kazandıracaktır.
Türkiye için de ciddi tehditler içeren bu operasyon Ortadoğu'da tüm dengeleri değiştirecek kapsamda planlanmaktadır.
Siyasi iradenin ABD'nin görünen bahaneleriyle değil, tarihten gelen arka bahçe projelerini dikkate alarak milli menfaatlerimiz istikametinde hareket etmesi gerekmektedir.
Bize dost ve müttefik görünenlerin bugün geldikleri noktalara, bizim üzerimizde de denedikleri şiddete dayalı, kanlı baskı yöntemleriyle ulaştıkları asla hatırdan çıkarılmamalıdır.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002