Asayiş kimden sorulur?
Tabii ki devletin kolluk kuvvetlerinden. Peki, adalet kimden sorulur: Devletin yargı organlarından.
Hukuk devleti ise söz konusu olan, hukukun temellerini; adalet ve güvenlik olarak açıklayabiliriz. Her iki temele dengeli dayanmak gerekir. Denge şaşarsa, adalet terazisi doğru tartmaz.
Denge dedik ya! Güvenlik ağır basarsa, hukuk devletinde eksen kayması giderek polis devletine yol açar. Adalet üzerine yoğunlaşır da güvenliği ihmal edersek, adalet cılız kalır. Düşünün adalet tecelli etti ve mahkeme verdiği kararla adaleti yüceltmiş oldu. Adil kararın yerine getirilmesinde güvenlik devreye girecektir. Haksız tarafı icra yoluyla, gerektiğinde polis ve jandarma güçleri kullanarak yargı kararına uymaya zorlayacak bir kolluk kuvvetine ihtiyaç duyulacaktır.
Yargı da, icra da hukuk çerçevesi içinde anayasadan aldıkları yetkilerini kullanarak görevlerini yerine getireceklerdir.
Nasıl ki, adalet ve güvenlik arasındaki denge öne çıkıyorsa, devletin yasama-yürütme-yargı erkleri arasında da bir denge bulunmalıdır. Keyfiliği önleme ve dengenin sağlanması adına erklerin birbirlerini denetleme sistemi ve kuvvetler ayrılığı ilkesi parlamenter rejimin kilometre taşları olmuşlardır.
"Türk tipi başkanlık" dünya literatüründe yeri olmayan bir kavram olsa da fiilen uygulamaktayız. Resmi adı "Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi" olan bir yönetim biçimi var. Hukuksuz demokrasi olmayacağına göre Yürütmenin başı Cumhurbaşkanı da olsa, anayasasına hukuk devleti olduğunu yazan bir ülkede hukukun üstün olması gerekir. Bunun güvencesi de bağımsız yargıdır. Yeter ki, yargının bağımsızlığını hayata geçirelim. Bu da Hâkimler ve Savcılar Kurulu'nun (HSK) yapısını yeniden düzenleyecek bir anayasa değişikliği ile olabilir. İstediğiniz kadar afili adlarla hukuk reform stratejisi yoluna gidin sadre şifa olmaz.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu, pek çok eleştiri ve tartışmaları beraberinde getiren bir tasarıyı kanunlaştırdı: Bekçiler Yasası diyelim kısaca. Genel kolluk kuvvetlerine yardımcı olmak üzere, emniyet ve jandarma teşkilatları bünyesinde, silahlı kolluk olarak çarşı ve mahalle bekçilerinin görevlendirilmesine imkân sağlandı. Ve geniş yetkilerle donatıldı.
Bu yasa, adalet ve güvenlik arasındaki dengeyi, adalet aleyhine bozdu. Denge bozulurken anayasa da ihlâl edildi.
Bekçiye durdurduğu kişi üzerinde veya aracında silah veya tehlike oluşturan diğer bir eşyanın bulunduğu hususunda yeterli şüphenin varlığı halinde, kendisine veya başkalarına zarar verilmesini önlemek amacına yönelik el ile dıştan kontrol dahil gerekli tedbirleri alabilecek.
Oysa üst arama için hâkim kararı gerekiyor. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri koşulu var.
Özel hayatın gizliliği başlığını taşıyan Anayasa'nın 20.maddesinin ikinci fıkrası ne diyor, bakalım:
"Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. (…).
Anayasa'nın açık hükmüne rağmen, hâkim kararı veya yetkili merciin yazılı emri olmaksızın bekçiye üst arama yetkisi veren yasal düzenleme net bir anayasa ihlâlidir.
- Yerel yönetim / 25.01.2024
- Muhalefet / milli irade / 22.01.2024
- Anayasa Mahkemesi yoksa… / 18.01.2024
- Soykırım davası / 15.01.2024
- Sosyal devlet için / 11.01.2024
- Hukuk devletine başkaldırı / 25.12.2023
- Güç dengesi / 21.12.2023
- Yerel seçime giderken / 14.12.2023
- İnsanlığın anayasası / 11.12.2023