Neye üzülüyorum biliyor musunuz? Bize, tarihimizi doğru dürüst öğretmediler. İlkokuldan lise sona kadar tarihten bildiğimiz, savaşlar, ülkeleri zapt etmeler ve vergiye bağlamalardı. Koskoca Selçuklu Devleti'nin, üç kıtaya yayılmış Osmanlı İmparatorluğu'nun sanatı, kültürü, ekonomisi ve eserleri yok muydu? Elbette ki vardı ve şu anda o devirlerden kalan nice sanat eserleri var. Topluma örnek olacak saray yaşamı, saray geleneği vardı ama okutulmadı.
Osmanlı tarihinde yüzlerce yenilik hareketleri de yapılmıştı. Kimisi başarıya ulaşmış, kimisinde ise sadrazamlar, hatta padişahlar canlarını vermişlerdi. Bu nedenle de geçmişimize soyut bakıyoruz. Tarihten geleceğe taşıyacak bilgi birikimlerimiz yok.
1838 Yarı Sömürü Düzeni (Tanzimat Fermanı) bize ballandıra ballandıra anlatılmıştı. Batı'ya kapılarımızı açmıştık, Batı'nın teknik özelliklerini alacaktık. İnsan haklarına saygılı olacaktık. Aslında ilk bakışta ne kadar güzel değil mi? Ama şimdi okuduğumuz eserler hiç de öyle demiyor. İngiltere, Fransa ve sonradan Almanya devletleri, akbabalar gibi konmuşlardı ülkemizin üzerine. Yer altı ve yer üstü kaynaklarımızın işletme haklarını almışlardı. Ülkemizde yaşayan Ermeni, Rum ve diğer Hıristiyan toplumlara olağanüstü haklar verilmişti.
Demiryollarının yabancılar tarafından yapılma nedeni, bir taraftan Irak petrollerine ulaşmak, diğer taraftan Anadolu esnafının ürettikleri malları, ülkelerine ulaştırmak içindi. Ama bize öyle öğretilmemişti.
Limanlarımız, özellikle İzmir limanımız, yeniden düzene konulmuştu. Çünkü Avrupa tüccarları pamuk, üzüm, incir, zeytinyağı gibi gıda ve sanayi ürünlerini denizyolu ile kendi ülkelerine rahatça ulaştırıyorlardı.
Çünkü o dönemde ticarette ve sanayide Yunan'dan ve İran'dan bile aşağıdaydık. Demiryolları gibi, denizyolları da yabancıların elindeydi. Bir iskelemizden başka iskelemize halkımızı yabancılar taşır olmuştu.
Sanayide üstün Avrupa halkı, vatanımıza doluştu. Yerli üretimimiz gözden düşürüldü. Doğal olarak da tezgâhlar kapandı, sanat erbabı üretemez duruma getirildi.
Osmanlılar gibi tarihin derinliklerinden gelmiş bir milletin temsilcileri, 19. yüzyılda giyecek elbiselik kumaşına kadar her şeyi dışarıdan alır duruma düşürüldü. Biz, ziraatta olduğu gibi sanayide de kendi yağımızla kavrulurken 20-30 senede hepsi elimizden çıktı. Nedeni ise, yabancılarla yapılan anlaşmalardı. Sanayide ve ticarette yabancılara sağlanan serbestlik anlamına gelen "bırak geçsin, bırak yapsın" görüşünü benimsemiştik.
Kendi elimizle imtiyazlı yabancı bir grup oluşturduk. İmtiyazlı grubun olduğu yerde, imtiyazsız grup başarılı olamaz. Tanzimat ve sonrasında yapılan anlaşmalarla Avrupalılar, bilgi ve sermaye üstünlüklerinin yanında Saray'dan da her türlü kolaylığı elde etmişlerdi. Bu kolaylıkla da bütün iç ticareti ellerine geçirmişlerdi.
Kapitalist sistem, dün ne ise bugün de o değil midir? Verilen krediler, sağlanan kolaylıklar, kendi çıkarları içindir. Son 40 yılda elimizdeki fabrikalar sattırılmışsa veya kapattırılmışsa nedeni, tıpkı 200 yıl önceki uygulamanın benzeri içindir.
Yollar, AVM'ler, bir ülkenin kalkınmışlığını göstermez. Kalkınmışlık, üretimle olur. Üretileni tüketen toplum yaratmakla olur.
Neden tarihi biraz da olsun irdeledim? Sanki 150-200 yıl önceki uygulama ile şimdiki arasında bir benzerlik var gibi.
Ben mi yanılıyorum yoksa?
- Ulusal günümüz ve çocuklarımız / 24.04.2023
- Neden köy enstitüleri? / 19.04.2023
- Lider olmak kolay mı? / 06.04.2023
- Doğru paylaşmak / 27.03.2023
- Bir ulusun direnişi (18 Mart) / 20.03.2023
- Okullarımız / 13.03.2023
- Önemli olan sistemdir / 01.03.2023
- İnsan olmak / 20.02.2023
- Dağ başını duman aldı / 12.02.2023