İnsan mutlu kılınmalı ki, dünya özlenen esenliğe ulaşabilsin. Zira, İslamiyet, insanların saadeti için çalışanları, kendini kurtarmaya çalışanlardan üstün tutmaktadır. Bütün doktrinler, sistemler şüphesiz insan içindir. İnsanı gündeme almayan bir doktrin olamaz. Teoride bu olmakla beraber doktrinler sistemlere dönüşüp uygulamaya aksedince "insan" için yola çıkanlar, birdenbire kendilerini insanın dışında, eşyanın maddi soğukluğunun hakim olduğu insansız bir ortamda buluyor.Esasen böyle bir sonuç kaçınılmazdır. Çünkü kendini insana adadığını sanan beşeri doktrinler insanı "hareket halinde bir eşya" olmaktan başka bir şekilde idrak edemiyorlar. Böyle olunca, eşyaya hakim olmak vasfındaki insan, bütün insanî değerlerinden feragat ettirilerek "eşyanın mahkumu" haline dönüşüyor.İslam'a gelince; O, insanı, ferdî ve ictimaî kainatın, zahirî ve batınî bütün varlıkların sahibi ve merkezi olan Allah'a ulaştırmakla bir taraftan onu sonsuzlaştırırken, diğer taraftan eşyayı önünde oyuncaklaştırır. Fakat bu oluş, öyle söylendiği gibi kolay gerçekleşmez şüphesiz.İnsan, bedeninin ve maddi çevresinin tahakkümünden kurtulmak, nefha-i ilahi olan ruhunun hürriyetine ulaşmak için belki de ömrü boyu sürecek bir perhize harfiyen uymak zorundadır. Şekilce insan gibi görünse de, gerçekte ancak bu perhiz sayesinde imar olur insan.Evet, zikir sayesinde gönül ülkelerinde ruhunu hakim kılan insanların oluşturduğu cemiyet, insan cemiyetidir. O halde, toplum ve devlet esas alınarak insana değil; insan esas alınarak bunlara gidilmelidir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.