FASL-I MUHABBET / Ümit KAYAÇELEBİ
Genç Kurmay Binbaşı Nazım Konya'daki 12. Kolordu emrindeki bir alaya kumandan tayin edilmişti. Sabahleyin vedalaştılar. Binbaşı annesinin elini öptükten sonra küçük kardeşine:
-Bak kardeşim, dedi. Ben gidiyorum. Ailenin en büyüğü sen kaldın. Rahmetli dayın Miralay Kasım bey Balkan harbine giderken aileyi bana emanet etmişti. Ben de senin gibi çok genç bir zabittim. Sen o zaman daha talebeydin. Fakat hatırlarsın. Kasım bey Balkan harbinden dönmedi. Ben babalık ettim. Onlara Kasım beyin yokluğunu belli etmedim. Allah ne yazdı ise öyle olur. Benim de bir canım var, belki ben de dönmem anam sana emanet.
Öpüştüler, ağlaştılar ve ayrıldılar.
Binbaşı Nazım Konya'ya geldi. Kolordu Kumandanı Albay Fahrettin beyden talimat aldı. Merkezi Beyşehir'deki 7. Süvari Alayı Kumandanlığı vekaletine gönderildi. Nazım burada Çeçen Süleyman beyle anlaşarak alaya yardımcı bir kuvvet temin etti. Ve şerefli bir maceraya atıldı.
Nazım'ın İstanbul hükümetine kafa tutan bir vaziyet alması üzerine İstanbul Hükümetinin Konya'daki mümessili olan vali, Nazım'ı âsi ilan etti. Nazım kuvvetleriyle Konya'ya yürüdü, vali kaçmak mecburiyetinde kaldı.
Düşmanın ve kör taassubun alevlendirdiği isyanların bastırılmasında önemli hizmetler gördü. Sonra Aydın Mürettep Tümeni Ankara'ya gelince burada muntazam kuvvetler haline konularak 4. Fırka ismini aldı. Çerkez Ethem ve kardeşlerinin isyanını fırsat bilen Yunanlılar Ocak 1921'de Bursa ve Uşak bölgelerinden Eskişehir ve Afyon istikametine doğru yürüdüler. Ankara'da bulunan Genel Kurmay Başkanlığı Ankara ve civarında teşkil edilmekte olan 1. ve 4. tümenlerden mümkün olanlardan hepsini İnönü'ye göndermeye karar vermişti.
10 Ocak'ta düşman ricate başlarken Nazım da Yarbaylığa terfi ettirildi. Henüz otuzüç yaşında idi.
Düşman Birinci İnönü Meydan Savaşında Türk ordusunun sanıldığı gibi bir vuruşla dağıtılamayacağını anlamıştı, fakat zaman geçtikçe bu ordunun kuvvetleneceği pek tabii idi. Bunu düşünen Yunanlılar, vakit geçirmeden Türk ordusunu kaldırmanın çarelerini düşündüler. Ve 23 Mart 1921'de Bursa'dan İnönü istikametinde tekrar taarruza geçtiler.
Yarbay Nazım, İkinci İnönü Muharebesinden sonra hastalandı. Esasen zayıf bünyeli bir gençti. Dortorlar kendisinin hastaneye kaldırılmasını ileri sürdüler. Konya hastanesinde Temmuz'un başına kadar kaldı. Doktorların ihtimamlı tedavilerine rağmen Nazım'ın vücudu günden güne eriyordu. Kendisine iyi bakmıyor, herşeye rağmen tümeninin başına gitmek istiyordu. Hatta ateşi fazla olduğu bir gece sayıklarken "Silah başına" diyerek bütün hastaneyi ayağa kaldırmıştı. Hastaneden çıktıktan sonra doktorlar muhakkak birkaç ay dinlensin diye kendisine nasihat etmişlerdi. Fakat dinlenmedi ve Temmuzun başında tümeninin kumandasını ele aldı.
İkinci İnönü'de yeniden yenilen düşman, ordularını kuvvetlendirmiş ve cephedeki tümenlerini onbire çıkarmıştı. Türk ordusu ise genel bir seferberlik ilanı ile bütün yurt kaynaklarından yararlanmaya henüz imkân bulamamıştı. İkinci İnönü'den sonra güney cephesi kaldırılmış her iki cephe Batı cephesi kumandanının emrine verilmişti. Yunanlılar 16 Temmuz 1921'de beş tümenle cepheden altı tümenle de güney kanadında Döğer-Seyit Gazi istikametinde taarruza geçmişlerdi. Bütün fedakârlıklara rağmen İnönü mevzilerinde tutunmaya imkân bulunamadı. Daha fazla asker kaybetmemek için, Sakarya hattına çeilmeye karar verdik.
4. Tümen ardçı olarak kalacak ve diğer tümenlerin muntazam çekilebilmeleri için zaman kazandıracaktı. Nazım, o gün henüz otuzdört yaşına basmıştı. Kendisine böyle önemli bir görev verilmesine çok sevindi. Düşman 4. Tümeni ortadan silip atmak için en az üç misli kuvvetle taarruz ediyor, kanlı hücumlarını saatten saate şiddetlendiriyordu. Eğer bu tümen düşmanı hırpalamadan bozulur ve çekilmeye başlarsa, belki gerideki kuvvetlerimizin hali çok fena olurdu. 13 Temmuz gecesi Albay olduğunu haber aldı. Yaveri kendisini kutladığı zaman:
-Çok teşekkür ederim. Bu rutbenin hakkını vermek lâzımdır, dedi.
14 Temmuz sabahı savaşlar şiddetini büsbütün artırmıştı. 4. Tümenin birlikleri yavaş yavaş eriyor, fakat inatçı mukavemetini kırmak mümkün olamıyordu. Albay Nazım oradan oraya koşuyor, bozulan bir birliği kuvvetlendirerek tekrar hücuma kaldırıyor, sonra şehit olan bir alay kumandanının yerine geçerek karşı taarruzlara başlıyordu. Düşman nihayet 15 Temmuzda 4. Tümen karargâhının bulunduğu Nasuhçal tepesine kadar gelmeye mavaffak olmuştu. Dayanmaya imkân yoktu. Teslim olmayı aklına bile getirmeyen Nazım çareler arıyor, düşman selini durdurmaya ve biraz daha vakit kazanmaya çalışıyordu.
Albay Nazım yanındaki yaverine:
-Ah diyordu. Bir gün daha dayanabilsek gözüm açık gitmeyecek!
Halbuki 4. Tümen vazifesini fazlasıyla yapmış ve gereken zamanı orduya kazandırmıştı. Öğleye doğru savaş, kanlı bir boğuşma halini almıştı. Bir bölüğün kumandanı, eriye eriye bir mangaya düşmüş bölüğünün başında mücadele ediyor, bir takım kumandanı askerlerle beraber aynı mangada dövüşüyordu. İşte bu sıralarda Albay Nazım göğsüne yediği bir kurşunla, ağırca yaralandı. Kendisini kurtarmak ve geriye götürmek için koşan yâveri de aynı akıbete uğradı.
Nazım kendisini geriye götürmek için koşanlara, bir eliyle göğsünü tutarak:
- Bırakın beni olan oldu, siz derhal cephe kumandanına vaziyeti haber verin. Birliklerin yaralandığımdan haberi olmasın. Henüz bir şey yok hafif bir yara, diye seslendi.
Sonra bir ikinci, bir üçüncü kurşun Nazım'ı kanlar içinde yere serdi.
Şimdi Ankara şehitliğinde yatıyor. O, bu vatan için ölen fedakâr, cesur ve kahraman askerlerimizden sadece bir tanesiydi.
Genç Kurmay Binbaşı Nazım Konya'daki 12. Kolordu emrindeki bir alaya kumandan tayin edilmişti. Sabahleyin vedalaştılar. Binbaşı annesinin elini öptükten sonra küçük kardeşine:
-Bak kardeşim, dedi. Ben gidiyorum. Ailenin en büyüğü sen kaldın. Rahmetli dayın Miralay Kasım bey Balkan harbine giderken aileyi bana emanet etmişti. Ben de senin gibi çok genç bir zabittim. Sen o zaman daha talebeydin. Fakat hatırlarsın. Kasım bey Balkan harbinden dönmedi. Ben babalık ettim. Onlara Kasım beyin yokluğunu belli etmedim. Allah ne yazdı ise öyle olur. Benim de bir canım var, belki ben de dönmem anam sana emanet.
Öpüştüler, ağlaştılar ve ayrıldılar.
Binbaşı Nazım Konya'ya geldi. Kolordu Kumandanı Albay Fahrettin beyden talimat aldı. Merkezi Beyşehir'deki 7. Süvari Alayı Kumandanlığı vekaletine gönderildi. Nazım burada Çeçen Süleyman beyle anlaşarak alaya yardımcı bir kuvvet temin etti. Ve şerefli bir maceraya atıldı.
Nazım'ın İstanbul hükümetine kafa tutan bir vaziyet alması üzerine İstanbul Hükümetinin Konya'daki mümessili olan vali, Nazım'ı âsi ilan etti. Nazım kuvvetleriyle Konya'ya yürüdü, vali kaçmak mecburiyetinde kaldı.
Düşmanın ve kör taassubun alevlendirdiği isyanların bastırılmasında önemli hizmetler gördü. Sonra Aydın Mürettep Tümeni Ankara'ya gelince burada muntazam kuvvetler haline konularak 4. Fırka ismini aldı. Çerkez Ethem ve kardeşlerinin isyanını fırsat bilen Yunanlılar Ocak 1921'de Bursa ve Uşak bölgelerinden Eskişehir ve Afyon istikametine doğru yürüdüler. Ankara'da bulunan Genel Kurmay Başkanlığı Ankara ve civarında teşkil edilmekte olan 1. ve 4. tümenlerden mümkün olanlardan hepsini İnönü'ye göndermeye karar vermişti.
10 Ocak'ta düşman ricate başlarken Nazım da Yarbaylığa terfi ettirildi. Henüz otuzüç yaşında idi.
Düşman Birinci İnönü Meydan Savaşında Türk ordusunun sanıldığı gibi bir vuruşla dağıtılamayacağını anlamıştı, fakat zaman geçtikçe bu ordunun kuvvetleneceği pek tabii idi. Bunu düşünen Yunanlılar, vakit geçirmeden Türk ordusunu kaldırmanın çarelerini düşündüler. Ve 23 Mart 1921'de Bursa'dan İnönü istikametinde tekrar taarruza geçtiler.
Yarbay Nazım, İkinci İnönü Muharebesinden sonra hastalandı. Esasen zayıf bünyeli bir gençti. Dortorlar kendisinin hastaneye kaldırılmasını ileri sürdüler. Konya hastanesinde Temmuz'un başına kadar kaldı. Doktorların ihtimamlı tedavilerine rağmen Nazım'ın vücudu günden güne eriyordu. Kendisine iyi bakmıyor, herşeye rağmen tümeninin başına gitmek istiyordu. Hatta ateşi fazla olduğu bir gece sayıklarken "Silah başına" diyerek bütün hastaneyi ayağa kaldırmıştı. Hastaneden çıktıktan sonra doktorlar muhakkak birkaç ay dinlensin diye kendisine nasihat etmişlerdi. Fakat dinlenmedi ve Temmuzun başında tümeninin kumandasını ele aldı.
İkinci İnönü'de yeniden yenilen düşman, ordularını kuvvetlendirmiş ve cephedeki tümenlerini onbire çıkarmıştı. Türk ordusu ise genel bir seferberlik ilanı ile bütün yurt kaynaklarından yararlanmaya henüz imkân bulamamıştı. İkinci İnönü'den sonra güney cephesi kaldırılmış her iki cephe Batı cephesi kumandanının emrine verilmişti. Yunanlılar 16 Temmuz 1921'de beş tümenle cepheden altı tümenle de güney kanadında Döğer-Seyit Gazi istikametinde taarruza geçmişlerdi. Bütün fedakârlıklara rağmen İnönü mevzilerinde tutunmaya imkân bulunamadı. Daha fazla asker kaybetmemek için, Sakarya hattına çeilmeye karar verdik.
4. Tümen ardçı olarak kalacak ve diğer tümenlerin muntazam çekilebilmeleri için zaman kazandıracaktı. Nazım, o gün henüz otuzdört yaşına basmıştı. Kendisine böyle önemli bir görev verilmesine çok sevindi. Düşman 4. Tümeni ortadan silip atmak için en az üç misli kuvvetle taarruz ediyor, kanlı hücumlarını saatten saate şiddetlendiriyordu. Eğer bu tümen düşmanı hırpalamadan bozulur ve çekilmeye başlarsa, belki gerideki kuvvetlerimizin hali çok fena olurdu. 13 Temmuz gecesi Albay olduğunu haber aldı. Yaveri kendisini kutladığı zaman:
-Çok teşekkür ederim. Bu rutbenin hakkını vermek lâzımdır, dedi.
14 Temmuz sabahı savaşlar şiddetini büsbütün artırmıştı. 4. Tümenin birlikleri yavaş yavaş eriyor, fakat inatçı mukavemetini kırmak mümkün olamıyordu. Albay Nazım oradan oraya koşuyor, bozulan bir birliği kuvvetlendirerek tekrar hücuma kaldırıyor, sonra şehit olan bir alay kumandanının yerine geçerek karşı taarruzlara başlıyordu. Düşman nihayet 15 Temmuzda 4. Tümen karargâhının bulunduğu Nasuhçal tepesine kadar gelmeye mavaffak olmuştu. Dayanmaya imkân yoktu. Teslim olmayı aklına bile getirmeyen Nazım çareler arıyor, düşman selini durdurmaya ve biraz daha vakit kazanmaya çalışıyordu.
Albay Nazım yanındaki yaverine:
-Ah diyordu. Bir gün daha dayanabilsek gözüm açık gitmeyecek!
Halbuki 4. Tümen vazifesini fazlasıyla yapmış ve gereken zamanı orduya kazandırmıştı. Öğleye doğru savaş, kanlı bir boğuşma halini almıştı. Bir bölüğün kumandanı, eriye eriye bir mangaya düşmüş bölüğünün başında mücadele ediyor, bir takım kumandanı askerlerle beraber aynı mangada dövüşüyordu. İşte bu sıralarda Albay Nazım göğsüne yediği bir kurşunla, ağırca yaralandı. Kendisini kurtarmak ve geriye götürmek için koşan yâveri de aynı akıbete uğradı.
Nazım kendisini geriye götürmek için koşanlara, bir eliyle göğsünü tutarak:
- Bırakın beni olan oldu, siz derhal cephe kumandanına vaziyeti haber verin. Birliklerin yaralandığımdan haberi olmasın. Henüz bir şey yok hafif bir yara, diye seslendi.
Sonra bir ikinci, bir üçüncü kurşun Nazım'ı kanlar içinde yere serdi.
Şimdi Ankara şehitliğinde yatıyor. O, bu vatan için ölen fedakâr, cesur ve kahraman askerlerimizden sadece bir tanesiydi.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.