Ümmet iki kısımdır: Davet edildikleri hak dini kabul edenlere Ümmet-i icâbet, kabul etmeyenlere Ümmet-i dâvet denir...
Yani, Hak dine davet etmek için kendilerine peygamber gönderilen insanlara, inansa da inanmasa da ümmet deniliyor.
Şu kadar var ki, inanmayanlara da her ne kadar ümmet denilse de onlar ebedî Cehennem azabından kurtulamayacaklardır.
Ümmet kelimesinin ilmî tarifi böyle ama, halk dilinde, sadece Peygamberimize inananlara ümmet deniliyor.
Bazıları, halkın bilmediği ilmî tarifi ele alarak; "Hangi inanca sahip olursa olsun, hepsi Peygamberimizin ümmeti sayılır" demek suretiyle, Müslümanların zihinlerini bulandırmaya çalışıyorlar.
Yani, bütün insanların Peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyor ama, inanmayanların Cehenneme gideceklerini söylemiyorlar...
***
Şimdi de ümmet kelimesinin yanına başka kelimeler getirilmeye başlandı.
Ahmet Kurucan, 19 Aralık 2001 tarihli Zaman Gazetesi'nde, "Laik Devlet ve Dine Saygı" başlıklı yazısında "Siyasî anlamda bir ümmet"ten bahsediyor.
Sanki bir de "siyasî ümmet" çeşidi varmış gibi, diyor ki: "Artık siyasî anlamda bir ümmetten bahsedemeyiz bugün. Müslümanlar, Hz. Peygamber ve râşid halifeler devrindeki gibi tek bir devlet çatısı altında değiller. Bırakın siyâsî birlikteliği... kalbî birliktelikten bile söz etmek neredeyse imkânsızdır."
Müslümanların bu haline üzüldüğünün bir ifadesi gibi olan bu satırlar, aslında hiç de öyle değil.
Bu üzüntü satırlarını yazan sayın yazar, Hıristiyan ve Yahudilerle sıkı bir dostluk ve diyaloğu aşkla şevkle sürdüren grubun içinde bulunuyor.
Müslümanların kendi aralarında kalbî birliktelikleri yok da, sanki Hıristiyan ve Yahudilerle kalbi birlikteliğimiz mi var?
Müslümanların kalben bir olmamalarına üzülen insan, gayr-i müslimlerle devamlı dirsek temasında mı bulunur?
Müslümanların kalben bir olmadıklarını dile getiren insan, nasıl olur da, "Onlar da İbrahim Aleyhisselam'ın dininden" diyerek, Hıristiyan ve Yahudileri Müslümanlarla aynı kefeye koyar?
Ve nasıl olur da, "İbrâhimî dinlerde birleşelim" çağrısında bulunur?
Hz. İbrahim'in dini, Peygamberimizin tebliğ ettiği İslam'ın aynısı olduğu halde, "İbrâhimî dinler" diyerek, şimdiki Yahudilik ve Hıristiyanlığı da hak dinmiş gibi göstermek neyin nesi?
Sayın yazarın, bir de Hıristiyan kardinalleri öven yazısı var ki, neler döktürmüş neler...
Değerli okuyucular, zamanımızdaki Müslümanların kalbî birlik içinde olmadıkları doğru, ama gayr-i müslimlerle kalbî birlikteliğimiz mi var da ballandıra ballandıra Hıristiyan kardinallerini övüyoruz?
Tabii ki, bu soruların cevabını vermek bana değil, yazarına düşer.
Ama biliyorum ki, "Sükut ikrardan gelir" kaidesini değiştirmemek için yine susacaklardır.
***
Müslümanların dağınık hallerine üzülen yazara bakın.
Fıkıh kitaplarında "Siyer ve Cihad" başlığı altında anlatılanların aynen kullanılmasını içine sindiremiyor ve "Aradan 13-14 asır geçmesine rağmen..." diyerek hayret ediyor.
Ona göre, bu meseleler aslî kaynaklara inilerek yeniden düzenlenmeliymiş.
Siz okuyucular bilirsiniz, dinde reform yapmak isteyenler hep böyle konuşurlar zaten...
Yazarcağızın yaptığına bakın.
Kitaplarını okuyarak yetiştiği alimlerin kitaplarını artık beğenmiyor da, "Aslî kaynaklara inilerek yeniden düzenlenmeli" diyor.
Eski âlimler aslî kaynaklara inerek değil de, kendi kafalarına göre mi yazmışlardı?
Aslî kaynaklara inerek yeniden hüküm oluşturulacaksa, eski alimlerin yaptığının aynısını yazmış olursunuz. Aynı kaynakları kullanacaksınız ya.
Bunu ben biliyorum da, Hocaefendi'nin yeğeninden dolayı damadı olan Ahmet Kurucan bilmiyor mu?
Bilmesine biliyor da, onunla benim aramda bir fark var.
O, eski eserleri okuyor ama kabul edemiyor, bense okuyup kabul ediyorum.
***
Sayın yazar, hani bazı meselelerin yeniden düzenlenmesini istiyordu ya...
Bu nasıl olabilirmiş biliyor musunuz?
Bugün, İslam ülkelerinde olduğu gibi, batı ülkelerinde de kaynaklara inerek bu işi yapabilecek kadro ve bu iş için gerekli çalışmalar varmış.
Gördünüz mü, sonunda ağzından baklayı nasıl da çıkarıyor...
Batılılar İslam fıkhını tarif edecekler, biz de ona göre amel edeceğiz...
Hele canım, bu arkadaşlar boşuna "diyalog, diyalog!" deyip durmuyorlarmış.
***
"Çıplak uyarıcı" ya ödül veren grubun bir üyesi olan yazar, ortada bir "çıplak gerçek" olduğunu kabul ediyor ve buna üzülüyor.
Çıplak gerçek dediği şu: İslâmî meselelerin yeniden düzenlenmesini isteyen ilim adamları, halk tarafından maalesef "Modernist ve İlerici" olarak adlandırılıyorlarmış. İslam'ı tam yaşayamıyorlarmış. Davranışları İslâmî değilmiş. Halbuki halk kesimiyle diyalog içinde olmalılarmış, falan...
Yazdıkları içinde en doğru olan nokta da bu.
Onun da kabul ettiği gibi, İslâmî meselelerin yeniden ele alınmasını isteyenler işte bu tipler.
Diğerlerinin, İslam'dan da İslam fıkhından da bir şikâyetleri yok..
Yazar, değişiklik isteyenlerin hangi tipler olduğunu bildiği halde, fikren onlarla beraber olması, niyetini göstermiyor mu?
Değişiklik isteyenlerin vaziyetlerini bilmesi bile, yazarın uyanmasına yeter ama nerdee...
Yani, Hak dine davet etmek için kendilerine peygamber gönderilen insanlara, inansa da inanmasa da ümmet deniliyor.
Şu kadar var ki, inanmayanlara da her ne kadar ümmet denilse de onlar ebedî Cehennem azabından kurtulamayacaklardır.
Ümmet kelimesinin ilmî tarifi böyle ama, halk dilinde, sadece Peygamberimize inananlara ümmet deniliyor.
Bazıları, halkın bilmediği ilmî tarifi ele alarak; "Hangi inanca sahip olursa olsun, hepsi Peygamberimizin ümmeti sayılır" demek suretiyle, Müslümanların zihinlerini bulandırmaya çalışıyorlar.
Yani, bütün insanların Peygamberimizin ümmeti olduğunu söylüyor ama, inanmayanların Cehenneme gideceklerini söylemiyorlar...
***
Şimdi de ümmet kelimesinin yanına başka kelimeler getirilmeye başlandı.
Ahmet Kurucan, 19 Aralık 2001 tarihli Zaman Gazetesi'nde, "Laik Devlet ve Dine Saygı" başlıklı yazısında "Siyasî anlamda bir ümmet"ten bahsediyor.
Sanki bir de "siyasî ümmet" çeşidi varmış gibi, diyor ki: "Artık siyasî anlamda bir ümmetten bahsedemeyiz bugün. Müslümanlar, Hz. Peygamber ve râşid halifeler devrindeki gibi tek bir devlet çatısı altında değiller. Bırakın siyâsî birlikteliği... kalbî birliktelikten bile söz etmek neredeyse imkânsızdır."
Müslümanların bu haline üzüldüğünün bir ifadesi gibi olan bu satırlar, aslında hiç de öyle değil.
Bu üzüntü satırlarını yazan sayın yazar, Hıristiyan ve Yahudilerle sıkı bir dostluk ve diyaloğu aşkla şevkle sürdüren grubun içinde bulunuyor.
Müslümanların kendi aralarında kalbî birliktelikleri yok da, sanki Hıristiyan ve Yahudilerle kalbi birlikteliğimiz mi var?
Müslümanların kalben bir olmamalarına üzülen insan, gayr-i müslimlerle devamlı dirsek temasında mı bulunur?
Müslümanların kalben bir olmadıklarını dile getiren insan, nasıl olur da, "Onlar da İbrahim Aleyhisselam'ın dininden" diyerek, Hıristiyan ve Yahudileri Müslümanlarla aynı kefeye koyar?
Ve nasıl olur da, "İbrâhimî dinlerde birleşelim" çağrısında bulunur?
Hz. İbrahim'in dini, Peygamberimizin tebliğ ettiği İslam'ın aynısı olduğu halde, "İbrâhimî dinler" diyerek, şimdiki Yahudilik ve Hıristiyanlığı da hak dinmiş gibi göstermek neyin nesi?
Sayın yazarın, bir de Hıristiyan kardinalleri öven yazısı var ki, neler döktürmüş neler...
Değerli okuyucular, zamanımızdaki Müslümanların kalbî birlik içinde olmadıkları doğru, ama gayr-i müslimlerle kalbî birlikteliğimiz mi var da ballandıra ballandıra Hıristiyan kardinallerini övüyoruz?
Tabii ki, bu soruların cevabını vermek bana değil, yazarına düşer.
Ama biliyorum ki, "Sükut ikrardan gelir" kaidesini değiştirmemek için yine susacaklardır.
***
Müslümanların dağınık hallerine üzülen yazara bakın.
Fıkıh kitaplarında "Siyer ve Cihad" başlığı altında anlatılanların aynen kullanılmasını içine sindiremiyor ve "Aradan 13-14 asır geçmesine rağmen..." diyerek hayret ediyor.
Ona göre, bu meseleler aslî kaynaklara inilerek yeniden düzenlenmeliymiş.
Siz okuyucular bilirsiniz, dinde reform yapmak isteyenler hep böyle konuşurlar zaten...
Yazarcağızın yaptığına bakın.
Kitaplarını okuyarak yetiştiği alimlerin kitaplarını artık beğenmiyor da, "Aslî kaynaklara inilerek yeniden düzenlenmeli" diyor.
Eski âlimler aslî kaynaklara inerek değil de, kendi kafalarına göre mi yazmışlardı?
Aslî kaynaklara inerek yeniden hüküm oluşturulacaksa, eski alimlerin yaptığının aynısını yazmış olursunuz. Aynı kaynakları kullanacaksınız ya.
Bunu ben biliyorum da, Hocaefendi'nin yeğeninden dolayı damadı olan Ahmet Kurucan bilmiyor mu?
Bilmesine biliyor da, onunla benim aramda bir fark var.
O, eski eserleri okuyor ama kabul edemiyor, bense okuyup kabul ediyorum.
***
Sayın yazar, hani bazı meselelerin yeniden düzenlenmesini istiyordu ya...
Bu nasıl olabilirmiş biliyor musunuz?
Bugün, İslam ülkelerinde olduğu gibi, batı ülkelerinde de kaynaklara inerek bu işi yapabilecek kadro ve bu iş için gerekli çalışmalar varmış.
Gördünüz mü, sonunda ağzından baklayı nasıl da çıkarıyor...
Batılılar İslam fıkhını tarif edecekler, biz de ona göre amel edeceğiz...
Hele canım, bu arkadaşlar boşuna "diyalog, diyalog!" deyip durmuyorlarmış.
***
"Çıplak uyarıcı" ya ödül veren grubun bir üyesi olan yazar, ortada bir "çıplak gerçek" olduğunu kabul ediyor ve buna üzülüyor.
Çıplak gerçek dediği şu: İslâmî meselelerin yeniden düzenlenmesini isteyen ilim adamları, halk tarafından maalesef "Modernist ve İlerici" olarak adlandırılıyorlarmış. İslam'ı tam yaşayamıyorlarmış. Davranışları İslâmî değilmiş. Halbuki halk kesimiyle diyalog içinde olmalılarmış, falan...
Yazdıkları içinde en doğru olan nokta da bu.
Onun da kabul ettiği gibi, İslâmî meselelerin yeniden ele alınmasını isteyenler işte bu tipler.
Diğerlerinin, İslam'dan da İslam fıkhından da bir şikâyetleri yok..
Yazar, değişiklik isteyenlerin hangi tipler olduğunu bildiği halde, fikren onlarla beraber olması, niyetini göstermiyor mu?
Değişiklik isteyenlerin vaziyetlerini bilmesi bile, yazarın uyanmasına yeter ama nerdee...
Ali Eren / diğer yazıları
- Alın size Avrupa'dan taze cevap / 16.03.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002
- Derviş'e ODTÜ'yü dar etmek / 02.03.2002
- Bayram sonrası düşünceleri / 26.02.2002
- Artık açıkça "ha kilese ha câmi" diyebiliyorlar / 16.02.2002
- Müfsidi Kebir (Büyük Fesatçı) / 13.02.2002
- Bir maskara / 12.02.2002
- Tarihe ve zihinlere bir-iki hatıra kaydı / 09.02.2002
- Başbakanlığı al, neyi ver? / 02.02.2002
- Papa'nın davet etmemesine üzülünür (!) / 26.01.2002
- Bizi, onlarca sene dinsiz tanıtmışlar / 19.01.2002