-Dedeciğim! Çok canım sıkıldı, bana bir hikaye anlatır mısın?
-Tabii, canım kızım. Gel şöyle sobanın yanına kurulalım da kestanelere de göz atarız orada.
***
Kıbrıs gazisi Mehmet Amca, torununa başında geçen olayları hikaye nevinden anlatırken ayrı bir heyecan duyardı. Torununa küçük yaşta vatan sevgisini aşılamak isterdi. Hele düşmanla karşılaştıkları anlardan bahsederken gözleri yuvalarından fırlar yüzüne farklı renk gelir ve göğsü heyecanla inip kalkardı. Bazen yanında bulduğu bir eşyayı tüfek gibi eline alır ve karşısında gördüğü hayali düşmana ateş ederdi. Küçük Ayşe de dedesinin bu tavırlarını heyecan ve coşkuyla izler, bazen o da dedesine eşlik edercesine hareketlenir, yerinde duramazdı.
Ayşe, sekiz yaşında ikinci sınıf öğrencisiydi. Ara dönem tatilinde yine dedesinin yanına gelmişti. Şehirdeki hareketli hayata alışınca bu köy yeri ona başta sıkıcı geliyordu. En sevdiği tarafı ise akşamları sobanın yanında dedesinin hikayeleriyle vakit geçirmekti. Gündüzleri bahçede oynar, bazen meraklı gözlerle etrafı incelerdi. Hele de komşunun inekleri sağmasını seyrederken vaktin nasıl geçtiğini anlamazdı.
Bu akşam da dedesi ona heyecanlı bir hikaye anlatacak olmalıydı. Büyük bir itina ile sobanın etrafına minderleri koymuş ve hemen yerini almıştı.
-Biz Beşparmak Dağlarındayken, diye başladı Mehmet Amca. Bizim bölükte kırk kişi kadardık. Gecenin soğuğunda düşmanı kolluyorduk. Yavru vatanı cani ellerden kurtarmak için oradaydık. İçimizde öyle bir kor vardı ki soğuğu hissetmiyorduk. Gün ağarmaya başlarken karşı tepede bir hareketlenme oldu. Derken hem karşıdan hem arka cepheden ateş edilmeye başladı. Biz de var gücümüzle karşılık vermeye çalışıyorduk. Yoğun ateş altında arkadaşların yarısını kaybetmiştik. Dağılmamız emredildi. Ben ilk bulduğum aralıktan aşağı kaydım. Amacım tepeyi arkadan dolanıp düşmanı kıstırmaktı. Yanıma iki arkadaş aldım. Tam tepeyi dolanırken yanımıza bir er daha katıldı. Ben onu tanımamıştım ama bizden olduğu belliydi. Adının Mehmet olduğunu söyledi. Ben de adaş olduğumuzu söyledim. Yüzünde garip bir tebessüm oluştu. Ben acele ederek önden gidiyordum. Tam düşmanın arkasına geçmiştik ki bir silah patladı ve ben kendimi yere attım. Diğerleri de sipere yatmıştı. Ayağa kalkmaya çalışırken bir acı duydum. Bacağımdan vurulmuştum ve feci kan kaybediyordum. Bana en yakın Mehmet vardı. Ona devam etmelerini işaret ettim. O da vurulduğumu anlamış yanıma gelmişti. Yarama baktı, gömleğini yırtarak bacağıma sardı. Beni korunaklı bir kayanın dibine getirdi. Ben teşekkür ettim ve devam etmeleri gerektiğini söyledim. Tam ayrılacakken cebinden bir zarf çıkardı ve bana verdi. Hiç bir şey söylemeden hızla uzaklaştı. Aceleyle zarfı cebime koydum. İçimizdeki şehit olma arzusu bana güç veriyordu. Yanında bulunduğum kayadan sürünerek uzaklaştım. Bizim yamaçtan gelen sesler azalmıştı. Belki son bir işe yararım diye düşman siperine doğru sürünmeye başladım. Oradan da ses gelmiyordu. Bizim çocuklar başarmış olmalı diye düşündüm. Biraz daha gayret edince siperleri görebilecek bir yere ulaştım. Gerçekten de düşman etkisiz hale getirilmişti. O sırada hem sevinçten hem acıdan artık kendimi taşıyamayıp bayılmışım.
Gözümü bir hastanede açtım. İlk sözüm "Mehmet nerede" olmuştu. Fakat onu ne gören, ne bilen, ne de tanıyan çıkmıştı.
Taburcu olurken eşyalarımın arasında bana emanet ettiği zarfı buldum. Üzerindeki adres bizim kasabanın adresiydi fakat tarih kurtuluş savaşı yılarına aitti. Bir anlam veremedim fakat adresi ve Mehmet'i bulmaya karar verdim kasabaya vardığımda hemen aramaya başladım. Nihayet, geniş bahçeli küçük, hoş bir eve gelmiştim. Bahçedeki uzun yaşlı çam dikkatimi çekmişti. Aynısından bizim bahçede de vardı. Kapıyı çaldığımda benim yaşlarımda bir bey kapıyı açtı. Heyecandan sesim titriyordu. Karşımda duran Mehmet'ti. Evet O'ydu. Fakat nedense beni tanımamış, meraklı gözlerle bana bakıyordu. Ben, yarım cümlelerle konuşmaya çalışıyor, "zarf, Kıbrıs, savaş" diye kekeliyordum. Beni içeri davet edip sakinleşmem için bir bardak su ikram etti.
Evde yaşlı ve yatalak bir teyzeyle oğlu ve gelini yaşıyordu. Ben başımdan geçenleri yavaş yavaş anlattım. Sonunda bazı şeyler aydınlanmıştı. Beni karşılayan gencin ismi Ali idi ve yeni evlendiği eşiyle annesinin yanında yaşayıp gidiyorlardı. Ben hala olağanüstü benzerliğin şokunu atlatmış değildim. Bir ara gözüm, odanın diğer köşesinde asılı duran eski bir resme takıldı. İşte yine tuhaf tebessümle Mehmet bana bakıyordu.
Benim dalgınlığımdan doğan sessizliği Ali'nin hasret dolu cümleleri bölmüştü, "Babam, dedi, Kurtuluş Savaşında en yakın arkadaşı Ali amca ile şehit olmuştu."
Ben bu cümleleri dinlerken kulaklarım uğuldamaya, başım dönmeye başladı. Artık ne hissedeceğimi bile kestiremiyordum. Yaşadığım olay hayatımda bir dönüm noktası olmuştu. İşte yavrum, genç Ali'nin Ali Amca dediği yiğit benim babamdı. Mehmet Amca da Ali'nin babasıymış. Babalarımız çok yakın dost olduklarından çocuklarına yani bizlere birbirlerinin isimlerini vermişler. Ve Mehmet Amca, yani Mehmet asker, dostunun oğluna da yardım etmişti.
Böylece, kasabadaki Ali amcanla bizim arkadaşlığımız da o gün başladı. Babam ve Mehmet Amcanın ruhları şad olsun.
Ayşe, dedesinin son cümlelerini duymamış dinlediklerinin sonunu rüyasında tamamlamak üzere dizinde uyuyakalmıştı.
Havva Kuloğlu
-Tabii, canım kızım. Gel şöyle sobanın yanına kurulalım da kestanelere de göz atarız orada.
***
Kıbrıs gazisi Mehmet Amca, torununa başında geçen olayları hikaye nevinden anlatırken ayrı bir heyecan duyardı. Torununa küçük yaşta vatan sevgisini aşılamak isterdi. Hele düşmanla karşılaştıkları anlardan bahsederken gözleri yuvalarından fırlar yüzüne farklı renk gelir ve göğsü heyecanla inip kalkardı. Bazen yanında bulduğu bir eşyayı tüfek gibi eline alır ve karşısında gördüğü hayali düşmana ateş ederdi. Küçük Ayşe de dedesinin bu tavırlarını heyecan ve coşkuyla izler, bazen o da dedesine eşlik edercesine hareketlenir, yerinde duramazdı.
Ayşe, sekiz yaşında ikinci sınıf öğrencisiydi. Ara dönem tatilinde yine dedesinin yanına gelmişti. Şehirdeki hareketli hayata alışınca bu köy yeri ona başta sıkıcı geliyordu. En sevdiği tarafı ise akşamları sobanın yanında dedesinin hikayeleriyle vakit geçirmekti. Gündüzleri bahçede oynar, bazen meraklı gözlerle etrafı incelerdi. Hele de komşunun inekleri sağmasını seyrederken vaktin nasıl geçtiğini anlamazdı.
Bu akşam da dedesi ona heyecanlı bir hikaye anlatacak olmalıydı. Büyük bir itina ile sobanın etrafına minderleri koymuş ve hemen yerini almıştı.
-Biz Beşparmak Dağlarındayken, diye başladı Mehmet Amca. Bizim bölükte kırk kişi kadardık. Gecenin soğuğunda düşmanı kolluyorduk. Yavru vatanı cani ellerden kurtarmak için oradaydık. İçimizde öyle bir kor vardı ki soğuğu hissetmiyorduk. Gün ağarmaya başlarken karşı tepede bir hareketlenme oldu. Derken hem karşıdan hem arka cepheden ateş edilmeye başladı. Biz de var gücümüzle karşılık vermeye çalışıyorduk. Yoğun ateş altında arkadaşların yarısını kaybetmiştik. Dağılmamız emredildi. Ben ilk bulduğum aralıktan aşağı kaydım. Amacım tepeyi arkadan dolanıp düşmanı kıstırmaktı. Yanıma iki arkadaş aldım. Tam tepeyi dolanırken yanımıza bir er daha katıldı. Ben onu tanımamıştım ama bizden olduğu belliydi. Adının Mehmet olduğunu söyledi. Ben de adaş olduğumuzu söyledim. Yüzünde garip bir tebessüm oluştu. Ben acele ederek önden gidiyordum. Tam düşmanın arkasına geçmiştik ki bir silah patladı ve ben kendimi yere attım. Diğerleri de sipere yatmıştı. Ayağa kalkmaya çalışırken bir acı duydum. Bacağımdan vurulmuştum ve feci kan kaybediyordum. Bana en yakın Mehmet vardı. Ona devam etmelerini işaret ettim. O da vurulduğumu anlamış yanıma gelmişti. Yarama baktı, gömleğini yırtarak bacağıma sardı. Beni korunaklı bir kayanın dibine getirdi. Ben teşekkür ettim ve devam etmeleri gerektiğini söyledim. Tam ayrılacakken cebinden bir zarf çıkardı ve bana verdi. Hiç bir şey söylemeden hızla uzaklaştı. Aceleyle zarfı cebime koydum. İçimizdeki şehit olma arzusu bana güç veriyordu. Yanında bulunduğum kayadan sürünerek uzaklaştım. Bizim yamaçtan gelen sesler azalmıştı. Belki son bir işe yararım diye düşman siperine doğru sürünmeye başladım. Oradan da ses gelmiyordu. Bizim çocuklar başarmış olmalı diye düşündüm. Biraz daha gayret edince siperleri görebilecek bir yere ulaştım. Gerçekten de düşman etkisiz hale getirilmişti. O sırada hem sevinçten hem acıdan artık kendimi taşıyamayıp bayılmışım.
Gözümü bir hastanede açtım. İlk sözüm "Mehmet nerede" olmuştu. Fakat onu ne gören, ne bilen, ne de tanıyan çıkmıştı.
Taburcu olurken eşyalarımın arasında bana emanet ettiği zarfı buldum. Üzerindeki adres bizim kasabanın adresiydi fakat tarih kurtuluş savaşı yılarına aitti. Bir anlam veremedim fakat adresi ve Mehmet'i bulmaya karar verdim kasabaya vardığımda hemen aramaya başladım. Nihayet, geniş bahçeli küçük, hoş bir eve gelmiştim. Bahçedeki uzun yaşlı çam dikkatimi çekmişti. Aynısından bizim bahçede de vardı. Kapıyı çaldığımda benim yaşlarımda bir bey kapıyı açtı. Heyecandan sesim titriyordu. Karşımda duran Mehmet'ti. Evet O'ydu. Fakat nedense beni tanımamış, meraklı gözlerle bana bakıyordu. Ben, yarım cümlelerle konuşmaya çalışıyor, "zarf, Kıbrıs, savaş" diye kekeliyordum. Beni içeri davet edip sakinleşmem için bir bardak su ikram etti.
Evde yaşlı ve yatalak bir teyzeyle oğlu ve gelini yaşıyordu. Ben başımdan geçenleri yavaş yavaş anlattım. Sonunda bazı şeyler aydınlanmıştı. Beni karşılayan gencin ismi Ali idi ve yeni evlendiği eşiyle annesinin yanında yaşayıp gidiyorlardı. Ben hala olağanüstü benzerliğin şokunu atlatmış değildim. Bir ara gözüm, odanın diğer köşesinde asılı duran eski bir resme takıldı. İşte yine tuhaf tebessümle Mehmet bana bakıyordu.
Benim dalgınlığımdan doğan sessizliği Ali'nin hasret dolu cümleleri bölmüştü, "Babam, dedi, Kurtuluş Savaşında en yakın arkadaşı Ali amca ile şehit olmuştu."
Ben bu cümleleri dinlerken kulaklarım uğuldamaya, başım dönmeye başladı. Artık ne hissedeceğimi bile kestiremiyordum. Yaşadığım olay hayatımda bir dönüm noktası olmuştu. İşte yavrum, genç Ali'nin Ali Amca dediği yiğit benim babamdı. Mehmet Amca da Ali'nin babasıymış. Babalarımız çok yakın dost olduklarından çocuklarına yani bizlere birbirlerinin isimlerini vermişler. Ve Mehmet Amca, yani Mehmet asker, dostunun oğluna da yardım etmişti.
Böylece, kasabadaki Ali amcanla bizim arkadaşlığımız da o gün başladı. Babam ve Mehmet Amcanın ruhları şad olsun.
Ayşe, dedesinin son cümlelerini duymamış dinlediklerinin sonunu rüyasında tamamlamak üzere dizinde uyuyakalmıştı.
Havva Kuloğlu