Meseleye bir başka açıdan bakacak olursak, insan gözünün hiçbir zaman doymadığını görüyoruz. İhtirasının sonsuz, azim ve ufuklarının da hudutsuz olduğunu müşahede ediyoruz. Buna işaretle Yüce Peygamberimiz: "İnsanoğlunun bir vadi altını olsa ikincisini ister, iki vadi altını olsa bir üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur." buyurmaktadır. Demek oluyor ki, hırsın sonu yoktur. Zaten insanın yaradılışı da bunu gerektirir. Şöyle ki Allah'ı tanımak için ve de bulmak için insanoğluna bahşedilen ruh cevheri, sahibini buluncaya kadar bu arayış ve koşuşuna devam edecektir. Onun için Rabbini arayan ruhu, madde ile tatmin etmek mümkün değildir. Nitekim Kur'ân'da; "Kalpler ancak Allah'ı zikirle mutmain olur." buyurulmaktadır. Kalbi mutmain olan insan, münevver insandır.
Buraya gelmişken, bir değerlendirmeyi yapmak da yerinde olur kanaatindeyiz. Bugün ictimâî, iktisadî, hukukî vb. toplum huzursuzluklarının temelinde yatan gerçek, fert planında insanların mânevî doyumsuzluğu ve doyumu sadece maddede aramış olmalarıdır. Varlığını vücuda getiren ve bütün kâinatı yoktan vareden Allah'a ihtiyacı sonsuz iken, O'na cebinde taşıdığı bir anahtarlık kadar değer vermeyen insanın huzur bulması nasıl mümkün olabilir ki? Kaldı ki huzur, O'na kavuşmakla mümkün olabiliyor. İslâm, Hak'ta ifna olmuş insanın, Allah adına arzı işlemesini emreder. İslâm, çalışmayı, kazancı, terakkiyi, kısaca topyekûn tasarrufu Allah adına kabul eder. İslâm'da reddedilen madde, nefis hesabına kazanılan ve insanı Hak'tan koparan, başka bir ifade ile nefsin önünde put mesabesinde olan maddedir. O halde İslâm, maddeyi değil, bu anlayışı reddediyor. Hak hesabına maddeyi kazanmak ise ibadettir.
İnsan, dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaya elverişli yaratılmıştır. Hayvanlar, dünya; melekler, ahiret; insan ise hem dünya hem de ahiret için yaratılmıştır. Bu münasebetle de İslâm, insanı her iki âlemin tasarrufunu elinde bulunduran varlık olarak telakki eder. Birini diğerine tercih etmeyen, Allah için her ikisini de kazanan bir görüş getirmiştir. Onun için ne sadece dünya ve ne de sadece âhiret istenmeyip Allah rızası talebi ile her ikisi istenilir.
Gönül yolculuğunun önemi böylece anlaşıldıktan sonra sıra şu önemli sorunun cevabına geliyor: Peki acaba bu gönül yolculuğu nasıl gerçekleşir?
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. MEVLANA
Buraya gelmişken, bir değerlendirmeyi yapmak da yerinde olur kanaatindeyiz. Bugün ictimâî, iktisadî, hukukî vb. toplum huzursuzluklarının temelinde yatan gerçek, fert planında insanların mânevî doyumsuzluğu ve doyumu sadece maddede aramış olmalarıdır. Varlığını vücuda getiren ve bütün kâinatı yoktan vareden Allah'a ihtiyacı sonsuz iken, O'na cebinde taşıdığı bir anahtarlık kadar değer vermeyen insanın huzur bulması nasıl mümkün olabilir ki? Kaldı ki huzur, O'na kavuşmakla mümkün olabiliyor. İslâm, Hak'ta ifna olmuş insanın, Allah adına arzı işlemesini emreder. İslâm, çalışmayı, kazancı, terakkiyi, kısaca topyekûn tasarrufu Allah adına kabul eder. İslâm'da reddedilen madde, nefis hesabına kazanılan ve insanı Hak'tan koparan, başka bir ifade ile nefsin önünde put mesabesinde olan maddedir. O halde İslâm, maddeyi değil, bu anlayışı reddediyor. Hak hesabına maddeyi kazanmak ise ibadettir.
İnsan, dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmaya elverişli yaratılmıştır. Hayvanlar, dünya; melekler, ahiret; insan ise hem dünya hem de ahiret için yaratılmıştır. Bu münasebetle de İslâm, insanı her iki âlemin tasarrufunu elinde bulunduran varlık olarak telakki eder. Birini diğerine tercih etmeyen, Allah için her ikisini de kazanan bir görüş getirmiştir. Onun için ne sadece dünya ve ne de sadece âhiret istenmeyip Allah rızası talebi ile her ikisi istenilir.
Gönül yolculuğunun önemi böylece anlaşıldıktan sonra sıra şu önemli sorunun cevabına geliyor: Peki acaba bu gönül yolculuğu nasıl gerçekleşir?
Prof. Dr. Haydar Baş'ın kaleminden Hz. MEVLANA
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.