Bazı kişiler, geç de olsa uyanıyor. Ekonominin, milli güvenliğin ayrılmaz bir parçası olduğunu idrak ediyor. Bıçak kemiğe dayanmadan, ateş bacayı sarmadan uyanması ve milleti de uyandırması gerekenler, yeni uyanmış, "ekonomik güvenlik"ten söz eder hale gelmişler. Buna da "şükür" diyoruz. Ama şunu da itiraf edelim ki, atı alan Üsküdar'ı ha aştı, ha da aşacak durumda.
Basında yer alan haberlere göre, "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi" (MGSB) güncelleştiriliyor. Yani Türkiye'nin tehdit algılaması değişiyor. Bu konuda kamuoyu yeterince bilgilendirilmiyor. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi, Türkiye'nin gizli anayasası, devletin kırmızı kitabı olarak nitelendirildiği için, çalışmalar ilgili birimlerce gizlilik içerisinde yürütülüyor. Basından öğrendiğimize tek şey, tehdit algılamasında İran'ın üst sıraya çıkarıldığı, Yunanistan'ın ise alt sıralara çekildiğidir.
Niçin böyle bir değişiklik yapıldı? O ayrı bir konu. Biz, bu yazıda ekonomik güvenliğin doğrudan MGK'nın ilgi alanına alınmasını isteyenlerin gerekçelerine değineceğiz. Bu kişiler diyorlar ki: "ekonomisini güven altına almayan ülkelerin milli güvenliği tehlikededir". Doğru bir tespit. Katılmamak mümkün değil. Ama, insanın aklına ister istemez şu sorular geliyor: "Peki, bugüne kadar nerede idiniz?. Türkiye'nin toprakları parsel parsel satılırken, yabancı vakıflar mülk edinirken, ekonominin yönetimi IMF'ye devredilirken neden hiç ses çıkarmadınız?". Yine de, bu arkadaşların yeni uyandıklarını ve samimi olduklarını kabul ederek görüşlerini destekliyoruz.
Gerçekten milli ekonomimiz büyük tehdit ve riskler altındadır. Bunları belirlemek ve ona göre savunma stratejisi geliştirmek şarttır. Bilinen o ki, bugüne kadar Türkiye'nin ekonomisinin güvenliği, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde açık bir şekilde yer almadı. Ancak kıyıdan köşeden bazı değinmeler oldu. Halbuki Türkiye'nin milli güvenliği, ekonomik güvenlikle eşanlamlı hale geldi. Askeri ve siyasi güvenliği ele alınız, karşınıza mutlaka ekonomik güvenlik çıkacaktır. Bu sebepten olsa gerek, eski Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu şöyle demiştir: "Ulusal güvenlik, sadece askerlere yüklenen bir sorumluluk değildir. Tüm milli unsurlar, askeri, ekonomik, sosyal ve politik unsurlar, ulusal güvenliğin alt yapısını oluşturur".
Milli gücü, askeri, siyasi, coğrafi, ekonomik, demografik, teknolojik ve kültürel güçler oluşturduğuna göre, bunların her birinin korunması, milli gücün korunması demektir. Bu güçlerden herhangi birinin korunmaması, milli güvenliği tehlikeye sokar. Dahası, bu güçler arasında bir uyum da olmalıdır. Çünkü hepsi birbirine bağlı, birbirini tamamlayan güçlerdir.
Bülent Ecevit Hükümeti döneminde, Genelkurmay, milli güvenlik münasebetiyle yayınladığı bir bildiride "ekonominin iflas noktasına geldiğini" ifade etmişti. Ecevit, bu ifadeye çok kızmış ve şöyle demişti: "Genelkurmayın özellikle ekonomiyi iflas noktasında göstermiş olması, benim için şaşırtıcı oldu. Hiçbir devlet ekonominin sorunlarıyla ilgili bu tabiri kullanmamıştır. Bunun bir talihsizlik olduğunu düşünüyorum". Ecevit'in bu demeci 12 Ağustos 2001 tarihli gazetelerde yer almıştı.
O günden bu güne iyiye bir gidiş olmadığına göre, ne yapmak gerekir? Bizce yapılması gereken, ekonomik güvenliğin de Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'ne konulmasıdır. Tabii olarak bu da yeterli değildir. Milletçe, ekonomik güvenliğimiz için seferber olmak zorundayız.
Bunun gerçekleşmesinin bir tek yolu vardır. O da, milli ekonomi modelini uygulamaktır. Yanı, Atatürk'ün yaptıklarını yapmak, söylediklerini hayata geçirmektir. Bakınız, Atatürk 1 Mart 1922'de TBMM'sini açış konuşmasında ne diyordu: "Bugünkü uğraşmamızın gayesi tam bağımsızlıktır. Tam bağımsızlık ise ancak mali bağımsızlık ile gerçekleşebilir. Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olursa, o devletin yaşantısını sağlayan bütün bölümleri de, felce uğramış demektir". İşte bu anlayıştan uzaklaştığımız için ekonomik güvenliğimizi tehlikeye soktuk. Bağımsızlığımızı ve egemenliğimizi tartışma konusu yaptık. Kurtuluş mu? Yine Kuvay-ı Milliye anlayışında, yani yeniden Kuvay_ Milliye diyenlerde.