Ramazan YazılarıRamazan'da O'nunla olabilmekMuhammed HEKİMGİLZaman ve mekân kabuğunu değerlendiren, kıymetlendiren öz: "İnsan-ı Kâmil" ... Bu nedenledir ki, kemâlin, her türlü olgunluğun doruğunda olan Hz. Muhammed Mustafa (sav)'in asrı değerli: Asr-ı Saadet, Nur Asrı, Asr-ı Hidayet... Ve yine O'nunla şereflenen beldeler mübarek: Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Mukaddes Belde...
Engin ve sonsuz bir rahmet deryası olan Ramazan'da, ondan azami istifade etmeyi arzuluyor insan... Bulunduğu mekân neresi olursa olsun, yeter ki Ramazan'ı ihya edebilsin, buna bir "vesile" arıyor... Cenabı- Hakk'ın tecelligahi olan "Kamil İnsan" ile bu rahmet denizine dalmak, feyiz ve bereketinden yararlanmak en güzel vesile olsa gerek...
Evet, ilahi, sermedi ve Muhamedi nura basamak olan vesileleri bir bir araya koyarak ve onların sonuncusu, aramızda bulunup bize yakın olanın (O'nun, zamana sahib Kâmil İnsan'ı) vesile edinebilmek... Yani mübarek, mukaddes Ramazan'da O'nunla yeniden Hak Yolculuğuna çıkmak, O'nunla olmak, O'nunla iltica etmek, istemek ve rahmet etmek... Rahmet ve lütfu aynı O'nunla ihya etmek...
Bu ayda, tecelliler "İnsan", "Kur'an" ve "Kainat" aynalarına bolca yansıyor. Hakk'ın nurunu, muhabbetini, birlikte seyretmek, duymak, yaşamak ne de güzeldir... Bakıp da görebilen için O zaten bir ayna: "İnsan-ı Kâmil aynası"... O'nunla beraber olabilen, bu ayda O'nda nice rahmet tecellileri seyredebilir, tadabilir...
Kur'an'a gelince, bu ayda en çok okunuyor, mukabele ediliyor. Fert-fert, cemaat-cemaat, gece-gündüz, ev-ev, mescid-mescid tilâvet ediliyor, hatimler iniyor... Bu ay Kur'an ayı adetâ... Nitekim Cenab-ı Hak: "Şehr-i Ramazan öyle bir aydır ki, onda Kur'an-ı Kerim indirildi." (Bakara: 185) ve "Biz Kur'an-ı Kerim'i mübarek bir gecede (Kadir gecesinde) indirdik" buyurmaktadır. Kur'an ile olan ünsiyet ve yakınlık, o aynadaki tecellilerin seyrine vesile olur. İşte bu seyirde O Kamil İnsan'la beraber olabilmek...
Ve yine kainât aynasına, kendine yansıyanı tam manasıyla özümleyecek bir nazarla, tefekkürle bakmak... Bu ayda, o aynadan da aksedeni alabilmek... Bunun için de O'nun eteğinde, dizinin dibinde olmak...
Neden mi? "(Allah) dilediğine hikmet verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar" (Bakara: 269). İşte böylesine bir hikmete erenle; Hak gözü ile görüp, Hak kulağı ile işiten; Hak eli ile tutup, Hak ayağı ile yürüyen Kâmil İnsan'ın asrımızdaki ile (O'nunla) beraber olabilmek ne imrenilecek bir haldir ki, bize bizzat zatında insan aynasını, Kur'an'a açacağı kapı ile Kur'an aynasını ve onlardaki tecellileri seyrettirecek... Veya kumaşa sürtünüp mıknatıslanan ve kağıt parçacıklarını çeken cezbeden cisim gibi, Hakk'ın kokusunu, nurunu, sesini ve güzelliğini bu ayda üzerinde gösterecek "O Mana Eri" tarafından çekilmek ne de güzel...
devam edecek...
Eski İstanbul Ramazanlar'ıCamiden çıkan halk arasında sohbet erbabı ağaç altı kahvelerine, saz söz ehli olanlar saz şairlerini dinlemek için Çemberlitaş civarındaki Tavukpazarı saz şairleri kahvelerine, çiftenağralı, çığırtmalı, zillimaşalı, darbukalı zurnalı semai kahvelerine dağılırlar, herkes kendi zevkine göre hoşça vakit geçirirdi. Her semtte Karagöz, meddah olduğu gibi Şehzadebaşı'nda en meşhurları bulunurdu.
Nüktedan, zerafetperver halk, ortaoyunlarını tercih ederdi.
Benim çocukluğumda Çemberlitaş civarındaki Vezir Hanı içinde, Şehzadebaşı civarında bir arsada, çadır etekleriyle kapatılmış meydanlarda oynarlardı. Sonra Kavuklu Hamdi Efendi'ye geçen ortaoyunculuğu onunla sona ermiştir. Merhum Hamdi Efendi gibi zarif bir nüktedan bugüne kadar gelmedi.
Merhum Hamdi Efendi'nin anlattığına göre kendisi Eyüp'te doğmuştur. Babası Şeyhülislâm kapısında evrak kalemi kâtibi imiş. Oğlunu mahalle mektebini bitirince evrak kalemine kaydettirmiş. Hamdi on sekiz yirmi yaşına kadar kaleme devam etmiş. O esnada Zeyrek Bekçisi denen ortaoyununun kolbaşısı Hacı Bekçi'nin bir Ramazan gecesi oynadığı o zamanın tabiriyle Zuhuri kolunu yani ortaoyununu babasından gizli mahalle arkadaşlarıyla seyreder; Hacı Bekçi'nin maharetine hayran olur. Bundan sonra ortaoyunu nerede oynanırsa, Hamdi orada... Babası döver, azarlarsa da vazgeçiremez. İstanbul'da, Göksu'da, Beykoz'da, Kadıköy'de, Yoğurtçu'da, Mama'da, Çamlıca'da, Libade'de, Sarıyer'de sularda ortaoyununu haber alan Hamdi Efendi, orada Hacı Bekçi'nin peşinde dolaşa dolaşa evi barkı unutur. Babasının azarlaması, hırpalaması fayda vermez. Nihayet evi barkı terkederek, Zuhuri koluna katılır. Bohça taşır, Kolbaşı'ya hizmet eder. Bekçi'nin vefatından sonra Kolbaşının yerine Kavuklu'ya çıkar. Ustasının pişekârı Tosun Efendi ile çalışarak ortaoyununu devam ettirir.
Kabri, Eyüp türbesi arkasındaki yokuşu çıkarken sol tarafta, Cihan Pehlivanı Kara Mehmet'in kabri yanındadır.
Musahipzade Celal/Eski İstanbul Yaşayışı.
Fıkıh KöşesiZekatın mahiyetiZekâtın her yönden birçok yararları vardır. Bilindiği gibi, kalblerde pek ziyade yer tutan mal ve mülk sevgisi, insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı bazan fena işlere sürükler. Zekât sayesinde ise kalbin bu zararlı duygusuna ve meyline direnilmiş olur, nefs de cimrilikten kurtulmuş olur. Mal, başkasının hakkından arındırılarak insanda şefkat ve hayırseverlik duyguları gelişir. Başkalarını gözetme ve koruma gibi yüksek duygular meydana gelir.
Sonra zekât, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebebdir. Yoksulları ve acizleri, kendi varlığından faydalandıran bir zengin, cemiyetin en değerli sevimli uzvu (organı) sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığı da hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur. Artık böyle birbiri için hayır düşünen, yardımsever olup duacı bulunan bir cemiyet içinde güzel bir yaşantı meydana gelmiş olmaz mı?
Bir de zekât vermek, güzel bir inancın eseridir. Böyle bir inanca sahip olan kimse, bağlı bulunduğu cemiyet için zararlı olmaktan uzak, çok yararlı bir insan olur. Çünkü kendi malından bir kısmını sadece Allah rızası için ayırıp fakir din kardeşlerine veren ve bundan dolayı onlardan hiç bir karşılık gözetmeyen bir insan, artık çevresine yararlı olmaz mı? Böyle bir kimse hiç kendisine ait olmayan şeylere göz dikip de başkalarının zararına çalışır mı? Başkalarının ellerindeki mallara saldırır mı?
Bununla beraber zekât Allah'ın nimetlerine karşı bir şükran görevidir. Zekât veren Müslüman şöyle düşünür: Elde ettiğim bu varlık, bana Yüce Allah'ın ihsanıdır. Nice insanlar vardır ki, daha güçlü ve daha bilgili oldukları halde bu mal varlığından yoksun bulunuyorlar. Bunun için ikram ve ihsanı sonsuz olan Yüce Allah'ın nimetlerine karşı şükretmek gerekir. İşte bu şükür, farz olan zekâtın ödenmesiyle yerine getirilmiş olur.
Şu da düşünülmelidir ki, insanın elde ettiği nimet üzerinde, onun bulunduğu çevrenin çok yönlü etkisi vardır. Eğer o zengin böyle bir çevrede yaşamamış olsaydı, bu mal varlığını kazanabilecek miydi? İşte bu da bir nimettir. Bu nimete karşı da şükür, o çevredeki yoksul ve perişan insanlara karşı yardımda bulunmakla olur. Zekât ve sadakanın verilmesi de, böyle bir yardımı gerçekleştirir.
Ömer Nasuhi Bilmen / Büyük İslam İlmihali
LâtifelerSefil, perişan, fakîr ve zavallı bir dilenci bir sarayın kapısında durup "Allah rızâsı için bir şey" ister. Ve hânedan sâhiplerine medhiyeler okuyup şiirler ve beyitler söyler. Hâne sâhibi içeriden:
-Ev halkı burada yoklar, hamama gittiler, der.
Dilenci:
-Benim murâdım ekmek ve paradır, ev halkıyla bir işim yok, der.
Şiir
Vir buldugun gedâya dilin bağla lutf ile
Açun hemân dehânını bir pâre nân tutar
Söyletme süfleyi ki dilün tîre olmaya
K'ağzın açup şikâyet iderse cihân tutar
Bin kez döğüp söğersen iti ürmesin komaz
Meşhûrdur dehân-ı seği üstüh ân dutar
(Dilenciye elinde bulunandan ver ve iyilikle dilini tut. Aç olanın ağzını bir parça ekmek tutar.
Aşağılık kimseyi söyletme ki, gönlün bulanmasın. Eğer ağzını açıp şikâyete başlarsa cihânı kaplar.
Köpeği bin defa döğüp söğsen yine de ürmesini bırakmaz. Meşhur sözdür: Köpeğin ağzını kemik tutar).
* * *
Fâtih Sultan Mehmed Gâzi'nin kazaskeri olan Kebelioğlu, zamanın ileri gelenleri ile âlimlerinin bir kısmına fazla iltifat ve ilgi göstermediği için, çoğu onun azledilmesini isterlerdi. Ve Mevlânâ Vildân'ın bu makama yakınlığını görüp onun kazasker olmasını dilerlerdi.
Nasılsa bir gün azledilip yerini Vildân'a verirler. Acem Kâsım bu haberi işitince Ayazmendoğlu'na muştulamağa gider. Hamamdadır derler. Hamama gidip tellağa:
-Ayazmendoğlu'na söyle, dışarı çıksın. Ona sevindirici bir haberim var. Ayazmendoğlu sezgiyle mes'eleyi anlar ve dışarı çıkıp:
Lâ takül büşrâ velâkin büşreyân
(Bir müjde deme iki müjde 'haberini' söyle) der. Acem Kâsım da o anda:
Devletü'l-Vildân azlü'l-kaltaban
(Namussuzun azli, Vildân'ın devletidir) cevabını verir.
Lamiizâde Abdullah Çelebi
Gönül DostlarıMevlânâ Hâlid-i BağdâdîÇok sevdiği talebelerinden ve halîfelerinden olan Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî'ye yazdığı mektûbunda buyurdu ki:
"Allah-ü Teala, kalbimin özlediği rûhumun gözlediği Seyyid Tâhâ'yı, fena ve bekâ mertebelerine kavuşmakla şereflendirsin. Allâmenin (yâni Seyyid Tâhâ Hazretlerinin) bu fakîre yazdığı mektup geldi. İslâmiyetin yayılmasına çalıştığınız ve Kur'an-ı Kerim'in hatmi hakkında yazıyorsunuz. Çok memnun olduk. İhlâs şartı ile Allah-ü Teala'ya ne kadar ibadet ederler, Resûlullah Efendimizin sünnetine ne kadar uyarlarsa, sizin vâsıtanızla olduğu için, her birinin sevabı kadar sizin de amel defterinize yazılacaktır. Resûlullah'ın; "Bir kimse İslâmda sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevâbına ve bunu yapanların sevaplarına kavuşur" hadis-i şerifi bu sözümüze şâhiddir. Vesselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû."
Talebelerine ve sevenlerine nasîhat ederek buyurdu ki:
Sizlere vasiyetim, size İslâmiyet'i anlatan hocaya itirâzı terk, Resûlullah'ın dînine ittibâ ve kendini aradan çekip, yok etmeyi bu yolun esâsı biliniz. Bu üçü olmadan bu yolda ilerleme olmaz.
Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara kafa tutanın işi de, başı da, saâdeti de gider.
Hanım, çocuklar, mal ve mülk, ve Allah-ü Teala'nın emânetleridir. Emânetlerini istediği zaman alır.
Nefs-i emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların övmesi ile ayıplamasını, eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevinip, aramamalarına, etrafınızda dolaşmamalarına üzülmek, basitlik, büyük akılsızlık ve anlayışsızlıktır.
En mühim vasiyetim şudur ki: Ölümü, âhiret hallerini ve nîmetlerin hakiki sahibini unutmayınız. Elden geldiği kadar Peygamberlerin Efendisinin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymada ileri gitmeye çalışınız. Günde bin kere duyulmayacak kadar alçak sesle, Kelime-i tehlîl (Kelime-i tevhid) söyleyiniz. Hem kalbe yönelerek, hem de mânâsını düşünerek olsun. Böylece kalpte, hakîkî matlûbdan başka bir şey kalmasın. Zîrâ büyüklerin yolunda asıl maksad mâbûddur.
İhlâs ne kadar çok olursa, evliyanın yardımı o kadar ziyâde olur.
Evliyânın kalbleri, ilâhî nûrların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Hak Teala da hoşnuttur. Onların kalblerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur.
Bizim yolumuz, İslâm dinine ittiba (uyma) yoludur. Herkes elinden geldiği kadar buna çalışmalıdır.
Allah adamlarının iğnesini (dokunaklı sözlerini) ilâç gibi bilmelidir. Çünkü bu tâifenin celâli, cemâl ile karışıktır. Yâni kızmalarında da merhamet vardır.
Bütün gayretle, sünnetin yayılmasına ve bid'atlerin yok edilmesine çalışmalı, Müslümanların, Ehl-i Sünnet alimlerinin bildirdikleri doğru îtikâd üzere olmalarına uğraşmalıdır. Bu işle uğraşmadan yapılan zühd ve ibâdeti, kör, kötürüm ve ihtiyarlar da yapar.
Namazın şart ve rükünlerini, sünnet ve ebedlerini anlatan kitapları insanlara okuyup, tavsiye etmeniz büyük devlettir.
İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allah-ü Teala'nın beğendiği, Resûlullah'ın sevdiği ve büyük evliyanın özendiği bir ahlâktır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin gösterdiği pekçok kerametleri onun evliyalıktaki yüksek derecesini göstermektedir.
Ramazan SofrasıTAVUKLU TEL KADAYIF
(4 Kişilik)
Malzeme: 500 gr. Tel kadayıf, 100 gr. Tereyağ, 1 su bardağı Süt, 1 ad. Yumurta, 1 ad. Piliç, 2 ad. Domates (kabuğu soyulmuş), 2 ad. Çarliston biber, 2 diş Sarımsak, 100 gr. Kaşar peynir (rende), Tuz ve Beyaz toz biber.
Tarif: Pyrexi kabı yağlanır, eritilmiş tereyağı kadayıfla beraber harmanlanıp yarısı kabın dibine yayılır. Piliç ızgarada kızartılıp, didiklenir. Ayrı bir kapta az yağ ile ince doğranmış soğan, biber ve sarımsak sote yapılır. Sonra domatesler doğranıp, katılır. Didiklenmiş tavuk ile tuz ve biberi ilave edilip karıştırılır. Hazırlanan tavuk sote, kadayıfın üzerine yayılıp, kaşarın yarısı üzerine serpilir. Kalan kadayıf tekrar üstüne konup kapatılır. Sütle yumurta bir kapta karıştırılıp üzerine dökülür. Kalan kaşar peyniri de ilave edilip, 160 derece fırında 20 dk. pişirilir. Piştikten sonra kesilip, altına ince domates sos konarak servis yapılır.Afiyet Olsun
Engin ve sonsuz bir rahmet deryası olan Ramazan'da, ondan azami istifade etmeyi arzuluyor insan... Bulunduğu mekân neresi olursa olsun, yeter ki Ramazan'ı ihya edebilsin, buna bir "vesile" arıyor... Cenabı- Hakk'ın tecelligahi olan "Kamil İnsan" ile bu rahmet denizine dalmak, feyiz ve bereketinden yararlanmak en güzel vesile olsa gerek...
Evet, ilahi, sermedi ve Muhamedi nura basamak olan vesileleri bir bir araya koyarak ve onların sonuncusu, aramızda bulunup bize yakın olanın (O'nun, zamana sahib Kâmil İnsan'ı) vesile edinebilmek... Yani mübarek, mukaddes Ramazan'da O'nunla yeniden Hak Yolculuğuna çıkmak, O'nunla olmak, O'nunla iltica etmek, istemek ve rahmet etmek... Rahmet ve lütfu aynı O'nunla ihya etmek...
Bu ayda, tecelliler "İnsan", "Kur'an" ve "Kainat" aynalarına bolca yansıyor. Hakk'ın nurunu, muhabbetini, birlikte seyretmek, duymak, yaşamak ne de güzeldir... Bakıp da görebilen için O zaten bir ayna: "İnsan-ı Kâmil aynası"... O'nunla beraber olabilen, bu ayda O'nda nice rahmet tecellileri seyredebilir, tadabilir...
Kur'an'a gelince, bu ayda en çok okunuyor, mukabele ediliyor. Fert-fert, cemaat-cemaat, gece-gündüz, ev-ev, mescid-mescid tilâvet ediliyor, hatimler iniyor... Bu ay Kur'an ayı adetâ... Nitekim Cenab-ı Hak: "Şehr-i Ramazan öyle bir aydır ki, onda Kur'an-ı Kerim indirildi." (Bakara: 185) ve "Biz Kur'an-ı Kerim'i mübarek bir gecede (Kadir gecesinde) indirdik" buyurmaktadır. Kur'an ile olan ünsiyet ve yakınlık, o aynadaki tecellilerin seyrine vesile olur. İşte bu seyirde O Kamil İnsan'la beraber olabilmek...
Ve yine kainât aynasına, kendine yansıyanı tam manasıyla özümleyecek bir nazarla, tefekkürle bakmak... Bu ayda, o aynadan da aksedeni alabilmek... Bunun için de O'nun eteğinde, dizinin dibinde olmak...
Neden mi? "(Allah) dilediğine hikmet verir. Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir. Bunu ancak akl-ı selim sahipleri düşünüp anlar" (Bakara: 269). İşte böylesine bir hikmete erenle; Hak gözü ile görüp, Hak kulağı ile işiten; Hak eli ile tutup, Hak ayağı ile yürüyen Kâmil İnsan'ın asrımızdaki ile (O'nunla) beraber olabilmek ne imrenilecek bir haldir ki, bize bizzat zatında insan aynasını, Kur'an'a açacağı kapı ile Kur'an aynasını ve onlardaki tecellileri seyrettirecek... Veya kumaşa sürtünüp mıknatıslanan ve kağıt parçacıklarını çeken cezbeden cisim gibi, Hakk'ın kokusunu, nurunu, sesini ve güzelliğini bu ayda üzerinde gösterecek "O Mana Eri" tarafından çekilmek ne de güzel...
devam edecek...
Eski İstanbul Ramazanlar'ıCamiden çıkan halk arasında sohbet erbabı ağaç altı kahvelerine, saz söz ehli olanlar saz şairlerini dinlemek için Çemberlitaş civarındaki Tavukpazarı saz şairleri kahvelerine, çiftenağralı, çığırtmalı, zillimaşalı, darbukalı zurnalı semai kahvelerine dağılırlar, herkes kendi zevkine göre hoşça vakit geçirirdi. Her semtte Karagöz, meddah olduğu gibi Şehzadebaşı'nda en meşhurları bulunurdu.
Nüktedan, zerafetperver halk, ortaoyunlarını tercih ederdi.
Benim çocukluğumda Çemberlitaş civarındaki Vezir Hanı içinde, Şehzadebaşı civarında bir arsada, çadır etekleriyle kapatılmış meydanlarda oynarlardı. Sonra Kavuklu Hamdi Efendi'ye geçen ortaoyunculuğu onunla sona ermiştir. Merhum Hamdi Efendi gibi zarif bir nüktedan bugüne kadar gelmedi.
Merhum Hamdi Efendi'nin anlattığına göre kendisi Eyüp'te doğmuştur. Babası Şeyhülislâm kapısında evrak kalemi kâtibi imiş. Oğlunu mahalle mektebini bitirince evrak kalemine kaydettirmiş. Hamdi on sekiz yirmi yaşına kadar kaleme devam etmiş. O esnada Zeyrek Bekçisi denen ortaoyununun kolbaşısı Hacı Bekçi'nin bir Ramazan gecesi oynadığı o zamanın tabiriyle Zuhuri kolunu yani ortaoyununu babasından gizli mahalle arkadaşlarıyla seyreder; Hacı Bekçi'nin maharetine hayran olur. Bundan sonra ortaoyunu nerede oynanırsa, Hamdi orada... Babası döver, azarlarsa da vazgeçiremez. İstanbul'da, Göksu'da, Beykoz'da, Kadıköy'de, Yoğurtçu'da, Mama'da, Çamlıca'da, Libade'de, Sarıyer'de sularda ortaoyununu haber alan Hamdi Efendi, orada Hacı Bekçi'nin peşinde dolaşa dolaşa evi barkı unutur. Babasının azarlaması, hırpalaması fayda vermez. Nihayet evi barkı terkederek, Zuhuri koluna katılır. Bohça taşır, Kolbaşı'ya hizmet eder. Bekçi'nin vefatından sonra Kolbaşının yerine Kavuklu'ya çıkar. Ustasının pişekârı Tosun Efendi ile çalışarak ortaoyununu devam ettirir.
Kabri, Eyüp türbesi arkasındaki yokuşu çıkarken sol tarafta, Cihan Pehlivanı Kara Mehmet'in kabri yanındadır.
Musahipzade Celal/Eski İstanbul Yaşayışı.
Fıkıh KöşesiZekatın mahiyetiZekâtın her yönden birçok yararları vardır. Bilindiği gibi, kalblerde pek ziyade yer tutan mal ve mülk sevgisi, insanı yüksek duygulardan yoksun bırakır, insanı bazan fena işlere sürükler. Zekât sayesinde ise kalbin bu zararlı duygusuna ve meyline direnilmiş olur, nefs de cimrilikten kurtulmuş olur. Mal, başkasının hakkından arındırılarak insanda şefkat ve hayırseverlik duyguları gelişir. Başkalarını gözetme ve koruma gibi yüksek duygular meydana gelir.
Sonra zekât, sosyal hayatın huzur ve mutluluğuna, beraberliğine ve refahına sebebdir. Yoksulları ve acizleri, kendi varlığından faydalandıran bir zengin, cemiyetin en değerli sevimli uzvu (organı) sayılır. Fakirlerin ve muhtaçların acılarını azalttığından, onların övgülerini, sevgi ve dualarını kazanır. Mal varlığı da hain ve hırslı gözlerin saldırısından güven içinde bulunur. Artık böyle birbiri için hayır düşünen, yardımsever olup duacı bulunan bir cemiyet içinde güzel bir yaşantı meydana gelmiş olmaz mı?
Bir de zekât vermek, güzel bir inancın eseridir. Böyle bir inanca sahip olan kimse, bağlı bulunduğu cemiyet için zararlı olmaktan uzak, çok yararlı bir insan olur. Çünkü kendi malından bir kısmını sadece Allah rızası için ayırıp fakir din kardeşlerine veren ve bundan dolayı onlardan hiç bir karşılık gözetmeyen bir insan, artık çevresine yararlı olmaz mı? Böyle bir kimse hiç kendisine ait olmayan şeylere göz dikip de başkalarının zararına çalışır mı? Başkalarının ellerindeki mallara saldırır mı?
Bununla beraber zekât Allah'ın nimetlerine karşı bir şükran görevidir. Zekât veren Müslüman şöyle düşünür: Elde ettiğim bu varlık, bana Yüce Allah'ın ihsanıdır. Nice insanlar vardır ki, daha güçlü ve daha bilgili oldukları halde bu mal varlığından yoksun bulunuyorlar. Bunun için ikram ve ihsanı sonsuz olan Yüce Allah'ın nimetlerine karşı şükretmek gerekir. İşte bu şükür, farz olan zekâtın ödenmesiyle yerine getirilmiş olur.
Şu da düşünülmelidir ki, insanın elde ettiği nimet üzerinde, onun bulunduğu çevrenin çok yönlü etkisi vardır. Eğer o zengin böyle bir çevrede yaşamamış olsaydı, bu mal varlığını kazanabilecek miydi? İşte bu da bir nimettir. Bu nimete karşı da şükür, o çevredeki yoksul ve perişan insanlara karşı yardımda bulunmakla olur. Zekât ve sadakanın verilmesi de, böyle bir yardımı gerçekleştirir.
Ömer Nasuhi Bilmen / Büyük İslam İlmihali
LâtifelerSefil, perişan, fakîr ve zavallı bir dilenci bir sarayın kapısında durup "Allah rızâsı için bir şey" ister. Ve hânedan sâhiplerine medhiyeler okuyup şiirler ve beyitler söyler. Hâne sâhibi içeriden:
-Ev halkı burada yoklar, hamama gittiler, der.
Dilenci:
-Benim murâdım ekmek ve paradır, ev halkıyla bir işim yok, der.
Şiir
Vir buldugun gedâya dilin bağla lutf ile
Açun hemân dehânını bir pâre nân tutar
Söyletme süfleyi ki dilün tîre olmaya
K'ağzın açup şikâyet iderse cihân tutar
Bin kez döğüp söğersen iti ürmesin komaz
Meşhûrdur dehân-ı seği üstüh ân dutar
(Dilenciye elinde bulunandan ver ve iyilikle dilini tut. Aç olanın ağzını bir parça ekmek tutar.
Aşağılık kimseyi söyletme ki, gönlün bulanmasın. Eğer ağzını açıp şikâyete başlarsa cihânı kaplar.
Köpeği bin defa döğüp söğsen yine de ürmesini bırakmaz. Meşhur sözdür: Köpeğin ağzını kemik tutar).
* * *
Fâtih Sultan Mehmed Gâzi'nin kazaskeri olan Kebelioğlu, zamanın ileri gelenleri ile âlimlerinin bir kısmına fazla iltifat ve ilgi göstermediği için, çoğu onun azledilmesini isterlerdi. Ve Mevlânâ Vildân'ın bu makama yakınlığını görüp onun kazasker olmasını dilerlerdi.
Nasılsa bir gün azledilip yerini Vildân'a verirler. Acem Kâsım bu haberi işitince Ayazmendoğlu'na muştulamağa gider. Hamamdadır derler. Hamama gidip tellağa:
-Ayazmendoğlu'na söyle, dışarı çıksın. Ona sevindirici bir haberim var. Ayazmendoğlu sezgiyle mes'eleyi anlar ve dışarı çıkıp:
Lâ takül büşrâ velâkin büşreyân
(Bir müjde deme iki müjde 'haberini' söyle) der. Acem Kâsım da o anda:
Devletü'l-Vildân azlü'l-kaltaban
(Namussuzun azli, Vildân'ın devletidir) cevabını verir.
Lamiizâde Abdullah Çelebi
Gönül DostlarıMevlânâ Hâlid-i BağdâdîÇok sevdiği talebelerinden ve halîfelerinden olan Seyyid Tâhâ-yı Hakkârî'ye yazdığı mektûbunda buyurdu ki:
"Allah-ü Teala, kalbimin özlediği rûhumun gözlediği Seyyid Tâhâ'yı, fena ve bekâ mertebelerine kavuşmakla şereflendirsin. Allâmenin (yâni Seyyid Tâhâ Hazretlerinin) bu fakîre yazdığı mektup geldi. İslâmiyetin yayılmasına çalıştığınız ve Kur'an-ı Kerim'in hatmi hakkında yazıyorsunuz. Çok memnun olduk. İhlâs şartı ile Allah-ü Teala'ya ne kadar ibadet ederler, Resûlullah Efendimizin sünnetine ne kadar uyarlarsa, sizin vâsıtanızla olduğu için, her birinin sevabı kadar sizin de amel defterinize yazılacaktır. Resûlullah'ın; "Bir kimse İslâmda sünnet-i hasene yaparsa, bunun sevâbına ve bunu yapanların sevaplarına kavuşur" hadis-i şerifi bu sözümüze şâhiddir. Vesselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühû."
Talebelerine ve sevenlerine nasîhat ederek buyurdu ki:
Sizlere vasiyetim, size İslâmiyet'i anlatan hocaya itirâzı terk, Resûlullah'ın dînine ittibâ ve kendini aradan çekip, yok etmeyi bu yolun esâsı biliniz. Bu üçü olmadan bu yolda ilerleme olmaz.
Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan gâfil değildir. Onlara kimse kafa tutamaz. Onlara kafa tutanın işi de, başı da, saâdeti de gider.
Hanım, çocuklar, mal ve mülk, ve Allah-ü Teala'nın emânetleridir. Emânetlerini istediği zaman alır.
Nefs-i emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların övmesi ile ayıplamasını, eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevinip, aramamalarına, etrafınızda dolaşmamalarına üzülmek, basitlik, büyük akılsızlık ve anlayışsızlıktır.
En mühim vasiyetim şudur ki: Ölümü, âhiret hallerini ve nîmetlerin hakiki sahibini unutmayınız. Elden geldiği kadar Peygamberlerin Efendisinin (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine uymada ileri gitmeye çalışınız. Günde bin kere duyulmayacak kadar alçak sesle, Kelime-i tehlîl (Kelime-i tevhid) söyleyiniz. Hem kalbe yönelerek, hem de mânâsını düşünerek olsun. Böylece kalpte, hakîkî matlûbdan başka bir şey kalmasın. Zîrâ büyüklerin yolunda asıl maksad mâbûddur.
İhlâs ne kadar çok olursa, evliyanın yardımı o kadar ziyâde olur.
Evliyânın kalbleri, ilâhî nûrların çıkıp geldiği kaynaklardır. Onların hoşnut olduğundan, Hak Teala da hoşnuttur. Onların kalblerinde yer eden, büyük devlete kavuşmuştur.
Bizim yolumuz, İslâm dinine ittiba (uyma) yoludur. Herkes elinden geldiği kadar buna çalışmalıdır.
Allah adamlarının iğnesini (dokunaklı sözlerini) ilâç gibi bilmelidir. Çünkü bu tâifenin celâli, cemâl ile karışıktır. Yâni kızmalarında da merhamet vardır.
Bütün gayretle, sünnetin yayılmasına ve bid'atlerin yok edilmesine çalışmalı, Müslümanların, Ehl-i Sünnet alimlerinin bildirdikleri doğru îtikâd üzere olmalarına uğraşmalıdır. Bu işle uğraşmadan yapılan zühd ve ibâdeti, kör, kötürüm ve ihtiyarlar da yapar.
Namazın şart ve rükünlerini, sünnet ve ebedlerini anlatan kitapları insanlara okuyup, tavsiye etmeniz büyük devlettir.
İnsanlardan gelen sıkıntılara katlanmak, Allah-ü Teala'nın beğendiği, Resûlullah'ın sevdiği ve büyük evliyanın özendiği bir ahlâktır.
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin gösterdiği pekçok kerametleri onun evliyalıktaki yüksek derecesini göstermektedir.
Ramazan SofrasıTAVUKLU TEL KADAYIF
(4 Kişilik)
Malzeme: 500 gr. Tel kadayıf, 100 gr. Tereyağ, 1 su bardağı Süt, 1 ad. Yumurta, 1 ad. Piliç, 2 ad. Domates (kabuğu soyulmuş), 2 ad. Çarliston biber, 2 diş Sarımsak, 100 gr. Kaşar peynir (rende), Tuz ve Beyaz toz biber.
Tarif: Pyrexi kabı yağlanır, eritilmiş tereyağı kadayıfla beraber harmanlanıp yarısı kabın dibine yayılır. Piliç ızgarada kızartılıp, didiklenir. Ayrı bir kapta az yağ ile ince doğranmış soğan, biber ve sarımsak sote yapılır. Sonra domatesler doğranıp, katılır. Didiklenmiş tavuk ile tuz ve biberi ilave edilip karıştırılır. Hazırlanan tavuk sote, kadayıfın üzerine yayılıp, kaşarın yarısı üzerine serpilir. Kalan kadayıf tekrar üstüne konup kapatılır. Sütle yumurta bir kapta karıştırılıp üzerine dökülür. Kalan kaşar peyniri de ilave edilip, 160 derece fırında 20 dk. pişirilir. Piştikten sonra kesilip, altına ince domates sos konarak servis yapılır.Afiyet Olsun