Fedek Hutbesi -2-
Biliniz ki, Ben Fâtıma’yım ve Babam da Muhammed’dir (s.a.v.). Dönüp dönüp tekrar söylüyorum. Söylediklerimde yanlış bir şey yoktur. Yaptıklarımı haksızlık olarak yapmıyorum
30.08.2024 18:48:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





Biliniz ki, Ben Fâtıma'yım ve Babam da Muhammed'dir (s.a.v.). Dönüp dönüp tekrar söylüyorum. Söylediklerimde yanlış bir şey yoktur. Yaptıklarımı haksızlık olarak yapmıyorum.
'And olsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O; size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.'
Eğer O'nun soyunu araştırıp, tanırsanız, kadınlarınızın değil, Benim Babam olduğunu; sizin erkeklerinizin değil; Benim amcamın oğlunun (Hz. Ali'nin) kardeşi olduğunu görürsünüz. Gerçekten O'nun soyundan olmak, O'nunla aynı nesepten olmak çok güzeldir.
O, risâleti açıklayarak tebliğ etmiş, insanları uyarmıştır. Müşriklerin yolundan, hayat tarzlarından ise yüz çevirmiştir.
Müşriklerin belini kırmış, nefes borularını kesmiştir. Hikmetle ve güzel öğütle insanları Rabbinin yoluna davet etmiştir. Putları parçalamış, şirkin elebaşlarını yerle bir etmiştir. Nihâyet birlikleri dağılmış olarak gerisin geri kaçtılar.
Derken, gece sabahından ayrıldı, hak en yalın şekliyle ortaya çıktı. Dinin lideri konuşunca, şeytanın şakşakçılarının dili tutuldu. Münafıklığın hasis temsilcisi helak ile burun buruna geldi (nifakın tacı yere düştü).
Küfrün ve hak karşıtlığının düğümleri çözüldü. Karıncaları (oruçtan) aç, yüzleri ak toplulukla birlikte ihlas kelimesini söylemeye başladınız.
Bundan önce siz bir ateş çukurunun tam kenarında duruyordunuz. Kolayca içilen bir yudumluk su kadar önemsiz ve aç insanın bir kerede yutacağı az bir lokma gibi değersizdiniz.
Çabuk parlayıp, hemen sönüveren saman alevi gibi dayanıksızdınız. Başka toplumların ayakları altında eziliyordunuz. Develerin kirlettikleri pis su birikintilerini içiyor, tabaklanmamış bir deri parçası idi yemeğiniz. İtilip kakılan, aşağılanan pespayelerdiniz. Çevrenizdeki toplumların sizi kapıp götürmelerinden korkuyordunuz.
Bütün bunlardan ve de nice güçlü erlerin belasına uğradıktan, Arap kurtlarına lokma olduktan ve Ehl-i Kitab'ın azgınlıklarına tutsak düştükten sonra, Allah, sizi, Muhammed (s.a.v.) ile kurtardı.
Onlar, her zaman savaş ateşini yakmak istedilerse, Allah onu söndürdü. Ne zaman şeytan boynuzunu gösterdiyse ya da ne zaman müşriklerden bir grup ağzını açmak istediyse, kardeşini (Hz. Ali) tam ortasına attı. O da onların başlarını ezmedikçe, yaktıkları fitne ateşini kılıcıyla söndürmedikçe onlardan vazgeçmezdi.
O, Allah'ın Zâtı için var gücünü harcar, Allah'ın emri hususunda hiçbir çabadan geri durmazdı. Resûlullah'ın (s.a.v.) yakını, Allah'ın velilerinin önderidir.
Kollarını sıvamış insanlara öğüt veriyordu. Çok çalışıyor, büyük emekler sarf ediyordu. Allah için bir iş yaptığında kınayanların kınamasından korkmazdı.
Siz ise, refah içinde konforlu hayatınızı sürdürüyordunuz; rahatınız yerinde, bir eliniz yağda, bir eliniz balda olmak üzere can güvenliğine sahip olmanın keyfini çıkarıyordunuz.
Bu arada başımıza bir felaket gelmesini dört gözle bekliyordunuz, bizim kara haberimizin bir an önce gelmesi için sabırsızlanıyordunuz. Savaş olunca geri durur, çatışmadan kaçardınız.
Allah, Peygamberinin (s.a.v.) nebiler yurduna ve seçkinler diyarına intikalini uygun görünce, içinizdeki nifak düşmanlığı açığa çıktı, din kisvesi eskidi. O güne kadar susan hainler konuşmaya başladı, adı sanı bilinmeyen kimseler öne geçmeye, bâtıl ehlinin soylu develeri (önderleri) böğürmeye başladılar.
Bunlar sizin meydanlarınızda itibar görmeye başladılar.
Şeytan bir kez daha başını deliğinden çıkardı, sizlere fısıldadı. Gördü ki, onun çağrısına icabet etmeye dünden razısınız, ona kanmayı içinizden geçiriyorsunuz. Derken sizi kışkırttı. Baktı ki, çabuk tahrik oluyorsunuz. Sizi öfkelendirdi, hemen küplere bindiğinizi gördü. Böylece size ait olmayan bir deveye damganızı vurdunuz. Kendinize ait olmayan kaynağın başına kondunuz.
Bütün bunlar çok kısa bir süre de oldu. Henüz yaramız tazeydi ve kabuk bağlamamıştı. Daha Peygamberin (s.a.v.) naaşını kabre koymamıştık. 'Fitne çıkmasından korkuyoruz' diyerek bu işleri kaşla göz arasında kotardınız.
'Haberiniz olsun! Tam fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Gerçekten cehennem kâfirleri kuşatmıştır.'
Heyhat! Ne oldu size? Allah'ın Kitabı elinizde olduğu halde nereye yöneliyorsunuz? Halbuki Allah'ın Kitabı'nın konuları açık, hükümleri parlak, bilgileri göz kamaştırıcı, yasakları göz önünde ve emirleri apaçık ortadadır. Ama siz onu arkanıza atmışsınız. Yoksa ondan yüz mü çevirmek istiyorsunuz?
'Zalimler için bu ne fena bir değişmedir.'
'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.'
Sonra fitnenin oluşturduğu panik biraz yatışıncaya ve kontrol edilebilir hale gelinceye kadar kısa bir süre beklediniz. Hemen ardından fitne ateşini harlandırdınız, alevlendirdiniz. Yoldan çıkaran şeytanın telkinlerine icabet etmeye başladınız.
Göz kamaştırıcı iki kişi birbirlerine mirasçı olamazlar mı demek istiyorsunuz? Acaba Ben ve Babam aynı dinin mensupları değil miyiz? Siz Kur'an'ın özel nitelikli hükümlerini ve genel nitelikli hükümlerini Babamdan ve amcamın oğlundan daha mı iyi bileceksiniz?
Yüce Allah, adaletli taksimatı öngören açıklamaları yapmış ferâiz ve mirasa ilişkin hükmünü yasalaştırmıştır. Bu mirasta erkeklerin ve kadınların pay almasını mubah kılmıştır."
Hz. Zeyneb henüz beş yaşında bir çocuk olmasına rağmen bu olayların en yakın şahidi durumundaydı ve bu muhteşem hutbeyi annesinden rivâyet etmiştir.
İbn-i Abbas Fedek Hutbesi'ni Hz. Zeyneb'den rivâyet etmiştir. Hatta hutbenin başında şöyle denir:
"Bu hutbeyi bizim Akile'miz, Ali'nin kızı Zeyneb bizler için rivâyet etmiştir."
Bu noktada Hz. Zeyneb'in henüz beş veya altı yaşında bir çocuk olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda vardır.
Hz. Fâtıma (a.s.), Mescid-i Nebevî'de yaptığı konuşmadan sonra Resûlullah'ın (s.a.v.) kabri başında ağladı, sonra evine geçti.
Eve döndüğünde Hz. Ali'yi (a.s.) O'nu bekler bir halde buldu.
O'na şunları söyledi: "Ey Ebu Tâlib'in oğlu! (Ana rahmindeki) cenin gibi dizlerini kucaklamışsın, töhmetliler gibi çömelip kalmışsın. Sen ki savaş meydanlarında savaş erlerini alt ederdin, şimdi ne oldu da kanatları yolunmuş bir kuş gibi Sana ihanet etti.
Şu Ebu Kuhafe'nin oğlu, Babamın bağışını, oğullarımın rızkını Benden zorla alıyor. Açıkça Bana karşı çıktı, onu Benimle konuşurken inatçı ve sert bir hasım olarak gördüm.
Ensar, Bana yardımını esirgedi, Muhacirler ise akrabalık bağını benim hakkımda gözetmediler. Toplum bana revâ görülen muameleye göz yumdu; ne Beni savundular, ne de haksızlıklara engel oldular.
Öfkeli olarak çıkmıştım evden, gururu kırılmış ve zelil olmuş olarak geri döndüm. Yoksa Sen keskinliğini yitirdiğin gün, boyun mu eğdin?
Kurtları avlardın, şimdi topraklara mı yatıyorsun? Konuşmaktan geri durmadın ve bâtıla hiçbir zaman destek olmadın. Artık Benim bir seçeneğim yok.
Keşke aşağılanmadan önce, zillete düşürülmeden ölseydim! Sen, Beni desteklesen de, desteklemesen de yardımcım Allah'tır. Ah çekerim her gün doğduğunda. Dayanağım öldü, güçsüz hale düştüm. Şikâyetim Babamadır. Derdimi Rabbime iletiyorum.
Allah'ım, Senin gücünden ve kudretinden daha şiddetlisi, Senin azabın ve tepelemenden daha keskini yoktur."
Hz. Ali (a.s.) şöyle dedi: "Senin ah çekmen gerekmez. Asıl ah çekmesi gereken Sana hınç duyandır. Ey seçilmişin kızı ve ey peygamberliğin bakiyesi! Heyecanına hakim ol, sakin ol biraz. Ben dinimde gevşekliğe düşmediğim gibi, yapabilirliğim hususunda da yanılgıya düşmüş değilim.
Eğer istediğin yeterli rızık ise, senin rızkın garanti edilmiştir. Sana kefil olan da güvenilirdir. Senin için hazırlanan, senden alınandan daha hayırlıdır. Öyleyse sadece Allah ile yetin." Bunun üzerine Hz. Fâtıma (a.s.) "Allah bana yeter" dedi ve sustu." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Zeynep ve Hz. Masume eserinden)
'And olsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O; size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.'
Eğer O'nun soyunu araştırıp, tanırsanız, kadınlarınızın değil, Benim Babam olduğunu; sizin erkeklerinizin değil; Benim amcamın oğlunun (Hz. Ali'nin) kardeşi olduğunu görürsünüz. Gerçekten O'nun soyundan olmak, O'nunla aynı nesepten olmak çok güzeldir.
O, risâleti açıklayarak tebliğ etmiş, insanları uyarmıştır. Müşriklerin yolundan, hayat tarzlarından ise yüz çevirmiştir.
Müşriklerin belini kırmış, nefes borularını kesmiştir. Hikmetle ve güzel öğütle insanları Rabbinin yoluna davet etmiştir. Putları parçalamış, şirkin elebaşlarını yerle bir etmiştir. Nihâyet birlikleri dağılmış olarak gerisin geri kaçtılar.
Derken, gece sabahından ayrıldı, hak en yalın şekliyle ortaya çıktı. Dinin lideri konuşunca, şeytanın şakşakçılarının dili tutuldu. Münafıklığın hasis temsilcisi helak ile burun buruna geldi (nifakın tacı yere düştü).
Küfrün ve hak karşıtlığının düğümleri çözüldü. Karıncaları (oruçtan) aç, yüzleri ak toplulukla birlikte ihlas kelimesini söylemeye başladınız.
Bundan önce siz bir ateş çukurunun tam kenarında duruyordunuz. Kolayca içilen bir yudumluk su kadar önemsiz ve aç insanın bir kerede yutacağı az bir lokma gibi değersizdiniz.
Çabuk parlayıp, hemen sönüveren saman alevi gibi dayanıksızdınız. Başka toplumların ayakları altında eziliyordunuz. Develerin kirlettikleri pis su birikintilerini içiyor, tabaklanmamış bir deri parçası idi yemeğiniz. İtilip kakılan, aşağılanan pespayelerdiniz. Çevrenizdeki toplumların sizi kapıp götürmelerinden korkuyordunuz.
Bütün bunlardan ve de nice güçlü erlerin belasına uğradıktan, Arap kurtlarına lokma olduktan ve Ehl-i Kitab'ın azgınlıklarına tutsak düştükten sonra, Allah, sizi, Muhammed (s.a.v.) ile kurtardı.
Onlar, her zaman savaş ateşini yakmak istedilerse, Allah onu söndürdü. Ne zaman şeytan boynuzunu gösterdiyse ya da ne zaman müşriklerden bir grup ağzını açmak istediyse, kardeşini (Hz. Ali) tam ortasına attı. O da onların başlarını ezmedikçe, yaktıkları fitne ateşini kılıcıyla söndürmedikçe onlardan vazgeçmezdi.
O, Allah'ın Zâtı için var gücünü harcar, Allah'ın emri hususunda hiçbir çabadan geri durmazdı. Resûlullah'ın (s.a.v.) yakını, Allah'ın velilerinin önderidir.
Kollarını sıvamış insanlara öğüt veriyordu. Çok çalışıyor, büyük emekler sarf ediyordu. Allah için bir iş yaptığında kınayanların kınamasından korkmazdı.
Siz ise, refah içinde konforlu hayatınızı sürdürüyordunuz; rahatınız yerinde, bir eliniz yağda, bir eliniz balda olmak üzere can güvenliğine sahip olmanın keyfini çıkarıyordunuz.
Bu arada başımıza bir felaket gelmesini dört gözle bekliyordunuz, bizim kara haberimizin bir an önce gelmesi için sabırsızlanıyordunuz. Savaş olunca geri durur, çatışmadan kaçardınız.
Allah, Peygamberinin (s.a.v.) nebiler yurduna ve seçkinler diyarına intikalini uygun görünce, içinizdeki nifak düşmanlığı açığa çıktı, din kisvesi eskidi. O güne kadar susan hainler konuşmaya başladı, adı sanı bilinmeyen kimseler öne geçmeye, bâtıl ehlinin soylu develeri (önderleri) böğürmeye başladılar.
Bunlar sizin meydanlarınızda itibar görmeye başladılar.
Şeytan bir kez daha başını deliğinden çıkardı, sizlere fısıldadı. Gördü ki, onun çağrısına icabet etmeye dünden razısınız, ona kanmayı içinizden geçiriyorsunuz. Derken sizi kışkırttı. Baktı ki, çabuk tahrik oluyorsunuz. Sizi öfkelendirdi, hemen küplere bindiğinizi gördü. Böylece size ait olmayan bir deveye damganızı vurdunuz. Kendinize ait olmayan kaynağın başına kondunuz.
Bütün bunlar çok kısa bir süre de oldu. Henüz yaramız tazeydi ve kabuk bağlamamıştı. Daha Peygamberin (s.a.v.) naaşını kabre koymamıştık. 'Fitne çıkmasından korkuyoruz' diyerek bu işleri kaşla göz arasında kotardınız.
'Haberiniz olsun! Tam fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Gerçekten cehennem kâfirleri kuşatmıştır.'
Heyhat! Ne oldu size? Allah'ın Kitabı elinizde olduğu halde nereye yöneliyorsunuz? Halbuki Allah'ın Kitabı'nın konuları açık, hükümleri parlak, bilgileri göz kamaştırıcı, yasakları göz önünde ve emirleri apaçık ortadadır. Ama siz onu arkanıza atmışsınız. Yoksa ondan yüz mü çevirmek istiyorsunuz?
'Zalimler için bu ne fena bir değişmedir.'
'Kim İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.'
Sonra fitnenin oluşturduğu panik biraz yatışıncaya ve kontrol edilebilir hale gelinceye kadar kısa bir süre beklediniz. Hemen ardından fitne ateşini harlandırdınız, alevlendirdiniz. Yoldan çıkaran şeytanın telkinlerine icabet etmeye başladınız.
Göz kamaştırıcı iki kişi birbirlerine mirasçı olamazlar mı demek istiyorsunuz? Acaba Ben ve Babam aynı dinin mensupları değil miyiz? Siz Kur'an'ın özel nitelikli hükümlerini ve genel nitelikli hükümlerini Babamdan ve amcamın oğlundan daha mı iyi bileceksiniz?
Yüce Allah, adaletli taksimatı öngören açıklamaları yapmış ferâiz ve mirasa ilişkin hükmünü yasalaştırmıştır. Bu mirasta erkeklerin ve kadınların pay almasını mubah kılmıştır."
Hz. Zeyneb henüz beş yaşında bir çocuk olmasına rağmen bu olayların en yakın şahidi durumundaydı ve bu muhteşem hutbeyi annesinden rivâyet etmiştir.
İbn-i Abbas Fedek Hutbesi'ni Hz. Zeyneb'den rivâyet etmiştir. Hatta hutbenin başında şöyle denir:
"Bu hutbeyi bizim Akile'miz, Ali'nin kızı Zeyneb bizler için rivâyet etmiştir."
Bu noktada Hz. Zeyneb'in henüz beş veya altı yaşında bir çocuk olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda vardır.
Hz. Fâtıma (a.s.), Mescid-i Nebevî'de yaptığı konuşmadan sonra Resûlullah'ın (s.a.v.) kabri başında ağladı, sonra evine geçti.
Eve döndüğünde Hz. Ali'yi (a.s.) O'nu bekler bir halde buldu.
O'na şunları söyledi: "Ey Ebu Tâlib'in oğlu! (Ana rahmindeki) cenin gibi dizlerini kucaklamışsın, töhmetliler gibi çömelip kalmışsın. Sen ki savaş meydanlarında savaş erlerini alt ederdin, şimdi ne oldu da kanatları yolunmuş bir kuş gibi Sana ihanet etti.
Şu Ebu Kuhafe'nin oğlu, Babamın bağışını, oğullarımın rızkını Benden zorla alıyor. Açıkça Bana karşı çıktı, onu Benimle konuşurken inatçı ve sert bir hasım olarak gördüm.
Ensar, Bana yardımını esirgedi, Muhacirler ise akrabalık bağını benim hakkımda gözetmediler. Toplum bana revâ görülen muameleye göz yumdu; ne Beni savundular, ne de haksızlıklara engel oldular.
Öfkeli olarak çıkmıştım evden, gururu kırılmış ve zelil olmuş olarak geri döndüm. Yoksa Sen keskinliğini yitirdiğin gün, boyun mu eğdin?
Kurtları avlardın, şimdi topraklara mı yatıyorsun? Konuşmaktan geri durmadın ve bâtıla hiçbir zaman destek olmadın. Artık Benim bir seçeneğim yok.
Keşke aşağılanmadan önce, zillete düşürülmeden ölseydim! Sen, Beni desteklesen de, desteklemesen de yardımcım Allah'tır. Ah çekerim her gün doğduğunda. Dayanağım öldü, güçsüz hale düştüm. Şikâyetim Babamadır. Derdimi Rabbime iletiyorum.
Allah'ım, Senin gücünden ve kudretinden daha şiddetlisi, Senin azabın ve tepelemenden daha keskini yoktur."
Hz. Ali (a.s.) şöyle dedi: "Senin ah çekmen gerekmez. Asıl ah çekmesi gereken Sana hınç duyandır. Ey seçilmişin kızı ve ey peygamberliğin bakiyesi! Heyecanına hakim ol, sakin ol biraz. Ben dinimde gevşekliğe düşmediğim gibi, yapabilirliğim hususunda da yanılgıya düşmüş değilim.
Eğer istediğin yeterli rızık ise, senin rızkın garanti edilmiştir. Sana kefil olan da güvenilirdir. Senin için hazırlanan, senden alınandan daha hayırlıdır. Öyleyse sadece Allah ile yetin." Bunun üzerine Hz. Fâtıma (a.s.) "Allah bana yeter" dedi ve sustu." (Prof. Dr. Haydar Baş Hz. Zeynep ve Hz. Masume eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.