Mehmet MARUF
Mutezile'nin rolü
Konuya açıklık getirmek açısından meselenin fikir temellerini ele almak gerekir. Yunan felsefesi Abbasiler döneminde İslam alemine geçerken, daha öncesinde aklı putlaştıran ilk akım olan Mutezile fırkasının hazırladığı bir zemine oturmaktadır. İtikadı akılla tartmaya çalışan ve aklı iyilikte ve kötülükte insana en mükemmel rehber olarak gören bu grubun başını Vâsıl b. Ata çekmektedir.
Tabiin büyüklerinden Hasan-ı Basri (ra) Basra Camii'nde ders verirken onunla tartışan Vasıl b. Ata, büyük günah işleyenlere fâsık diyerek, ebedi Cehennemle cezalandırılacaklarını ifade eder.
Oluşturduğu fırkanın diğer yönleri ilgi çekicidir; inanç konularında akılla nakil çatıştığında akıl esas alınır. Bunun için Kur'an'daki müteşâbih ayetleri tevil etmişlerdir. En sahih hadisleri dahi akla ve mantığa uymuyor diye reddetmişlerdir. Mutezile'ye göre mucize sadece Kur'an'dır. Bunun dışında ayın ikiye yarılması, Hz. Peygamber'in parmaklarından su akması gibi mucizeler kabul edilemez. Aslında mucize olmadığı gibi velilerin kerametleri de doğru değildir. (Mezhepler Nasıl Ortaya Çıktı, sy. 277)
İslam tarihinde aklı biricik yol gösterici olarak nassın (nakil) önüne geçiren Mutezile bilginleri Kur'an ayetlerini tevil etme geleneğinin başlangıç noktasında bulunmaktadırlar ve bazen düştükleri büyük hatalar hayret vericidir. Örneğin Mutezile bilgini Cûbbai'nin "Allah kulunun duasını kabul ettiği vakit, kula itaat etmiş olur" deme ihtiyacında bulunması bu çeşit bir hatadır. Onun böyle demesine sebep olan İmam-ı Eş'ari ile aralarında geçen şu konuşmadır:
İmam-ı Eşari: Sana göre itaat ne demektir?
Cûbbai: Başkasının iradesine uymaktır. Kim başkasının dileğini yerine getirirse onun iradesine girmiş olur.
İmam-ı Eşari: Bu anlayışa göre Allah'ın kulun istediğini yerine getirdiği vakit kula itaat etmiş olması gerekir. Allah için kula itaat etmek caiz görülürse, kula boyun eğmesi de caiz görülür. Oysa Allah bundan münezzehtir, çok yücedir.
Cûbbai: Allah kulun duasını kabul ettiği vakit, kula itaat etmiş olur. (İslam'da Siyasi, İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, sy. 145)
İşte bu Mutezili düşünce tarzı Abbasi halifesi Me'mun zamanında devletin resmi mezhebi durumuna gelmiş, Mutezile bilginleri de devlet ricalı nezdinde en muteber kişiler olarak saygı ve itibar görmüşlerdir. Ayrıca bu dönemde halifeleri kendi düşünce ve kanaatlari doğrultusunda yönlendirdikleri gibi, kendileri de devletin yüksek kademelerinde mevki sahibi olmuşlardır.
Mutezile'nin devlet otoritesi ve resmi mezhebi haline geldiği yaklaşık 198-232/813-846 yıllarını kapsayan bu dönem Ehl-i Sünnet alimleri ve Müslüman halk açısından ızdırabın hüküm sürdüğü bir dönem olmuştur. Mutezile doktrinini benimseyen devrin hükümdarları Me'mun, Mutasım ve Vâsık bununla yetinmeyip resmi organlar vasıtasıyla halkı da bu görüşleri kabullenmeye zorladılar. Özellikle Kur'an'ın yaratıldığını varsayan bu görüş devlet eliyle zorla dikta ettirilmeye çalışıldı. İslam tarihinde "Mihne" dönemi olarak bilinen bu zaman diliminde başta Ahmed b. Hanbel (ra) olmak üzere resmi düşünceye karşı çıkan pek çok İslam alimi bu tutumlarından dolayı mahkûm edilip işkenceye maruz kaldılar. (İslam Felsefesi Tarihi, Macit Fahri, sy. 54)
Mutezile'nin rolü
Konuya açıklık getirmek açısından meselenin fikir temellerini ele almak gerekir. Yunan felsefesi Abbasiler döneminde İslam alemine geçerken, daha öncesinde aklı putlaştıran ilk akım olan Mutezile fırkasının hazırladığı bir zemine oturmaktadır. İtikadı akılla tartmaya çalışan ve aklı iyilikte ve kötülükte insana en mükemmel rehber olarak gören bu grubun başını Vâsıl b. Ata çekmektedir.
Tabiin büyüklerinden Hasan-ı Basri (ra) Basra Camii'nde ders verirken onunla tartışan Vasıl b. Ata, büyük günah işleyenlere fâsık diyerek, ebedi Cehennemle cezalandırılacaklarını ifade eder.
Oluşturduğu fırkanın diğer yönleri ilgi çekicidir; inanç konularında akılla nakil çatıştığında akıl esas alınır. Bunun için Kur'an'daki müteşâbih ayetleri tevil etmişlerdir. En sahih hadisleri dahi akla ve mantığa uymuyor diye reddetmişlerdir. Mutezile'ye göre mucize sadece Kur'an'dır. Bunun dışında ayın ikiye yarılması, Hz. Peygamber'in parmaklarından su akması gibi mucizeler kabul edilemez. Aslında mucize olmadığı gibi velilerin kerametleri de doğru değildir. (Mezhepler Nasıl Ortaya Çıktı, sy. 277)
İslam tarihinde aklı biricik yol gösterici olarak nassın (nakil) önüne geçiren Mutezile bilginleri Kur'an ayetlerini tevil etme geleneğinin başlangıç noktasında bulunmaktadırlar ve bazen düştükleri büyük hatalar hayret vericidir. Örneğin Mutezile bilgini Cûbbai'nin "Allah kulunun duasını kabul ettiği vakit, kula itaat etmiş olur" deme ihtiyacında bulunması bu çeşit bir hatadır. Onun böyle demesine sebep olan İmam-ı Eş'ari ile aralarında geçen şu konuşmadır:
İmam-ı Eşari: Sana göre itaat ne demektir?
Cûbbai: Başkasının iradesine uymaktır. Kim başkasının dileğini yerine getirirse onun iradesine girmiş olur.
İmam-ı Eşari: Bu anlayışa göre Allah'ın kulun istediğini yerine getirdiği vakit kula itaat etmiş olması gerekir. Allah için kula itaat etmek caiz görülürse, kula boyun eğmesi de caiz görülür. Oysa Allah bundan münezzehtir, çok yücedir.
Cûbbai: Allah kulun duasını kabul ettiği vakit, kula itaat etmiş olur. (İslam'da Siyasi, İtikadi ve Fıkhi Mezhepler Tarihi, sy. 145)
İşte bu Mutezili düşünce tarzı Abbasi halifesi Me'mun zamanında devletin resmi mezhebi durumuna gelmiş, Mutezile bilginleri de devlet ricalı nezdinde en muteber kişiler olarak saygı ve itibar görmüşlerdir. Ayrıca bu dönemde halifeleri kendi düşünce ve kanaatlari doğrultusunda yönlendirdikleri gibi, kendileri de devletin yüksek kademelerinde mevki sahibi olmuşlardır.
Mutezile'nin devlet otoritesi ve resmi mezhebi haline geldiği yaklaşık 198-232/813-846 yıllarını kapsayan bu dönem Ehl-i Sünnet alimleri ve Müslüman halk açısından ızdırabın hüküm sürdüğü bir dönem olmuştur. Mutezile doktrinini benimseyen devrin hükümdarları Me'mun, Mutasım ve Vâsık bununla yetinmeyip resmi organlar vasıtasıyla halkı da bu görüşleri kabullenmeye zorladılar. Özellikle Kur'an'ın yaratıldığını varsayan bu görüş devlet eliyle zorla dikta ettirilmeye çalışıldı. İslam tarihinde "Mihne" dönemi olarak bilinen bu zaman diliminde başta Ahmed b. Hanbel (ra) olmak üzere resmi düşünceye karşı çıkan pek çok İslam alimi bu tutumlarından dolayı mahkûm edilip işkenceye maruz kaldılar. (İslam Felsefesi Tarihi, Macit Fahri, sy. 54)