Râbia-i Adviyye
Kendisine, Hasan-ı Basrî Hazretlerinin, "Cennet'te, Allah-û Teâlâyı görmekten bir an mahrum olursam öyle ağlayıp, feryâd edeceğim ki, bütün Cennet ehli bana acıyacak" dediğini naklettiklerinde; "Bu çok güzeldir. Lâkin eğer dünyâda, Allah-û Teâlâdan bir an gâfil olduysa ve bu gafletinden dolayı aynen bildirdiği üzüntü, ağlamak ve inlemek meydana geldiyse âhirette de dediği gibi olacaktır. Aksi halde olmayacaktır" buyurdu.
Râbia-i Adviyye bir gece; "Yâ Rabbî! Ya kalb huzûru ile namaz kılmamı nasîb et, veya kalb huzûru ile kılamadığım namazımı kabûl buyur. Allah'ım benim bütün dünyâdaki arzum ve işim, Seni yâdetmek, âhirette de Cemâl-i İlâhiyene kavuşmaktır. Ne olur, beni bu anlayışıma bağışla"! diye yalvardı.
Bir gün Râbia Hâtun ağlıyordu. "Ey Allah-û Teâlânın sevgili kulu niçin ağlıyorsun? Rabbinle yakınlığın var" dediler. Buyurdular ki: "Ayrılıktan korkuyorum, belki ölüm vaktinde 'Sen bana gerekmezsin ey Râbia' diye Allah-û Teâlâ Hazretleri hitâb buyurursa benin hâlim nice olur? Eyvah, eyvah!" deyip ağladı.
Tevekkülü o dereceye ulaşmıştı ki; "Gök tunç olsa, yer demir kesilse, gökten bir damla yağmur düşmese, yerden bir bitki bitmese ve dünyadaki bütün insanlar benim çocuğum olsa, Allah-û Teâlâya yemîn ederim ki onlara nasıl bakacağım düşüncesi kalbime gelmez. Çünkü, Allah-û Teâlâ hepsinin rızkını vereceğini bildirmiş ve üzerine almıştır" derdi.
Bir zaman hasta olmuştu. Ziyâretine gelenler; "Ey Râbia! Sana gelen bu hastalık çok ızdırap vermektedir. Duâ et de Allah-û Teâlâ çektiğin bu ızdırâbı hafifletsin" dediklerinde, buyurdu ki; "Siz biliyor musunuz ki, bu ızdırâbı çekmemi Allah-û Teâlâ irâde etmiştir". "Evet biliyoruz" dediler. O da; "Bunu bildiğiniz halde, O'nun irâdesine muhâlefet etmemi, O'ndan tersini dilememi nasıl isteyebiliryorsunuz?" dediği zaman, onlar; "Ey Râbia, peki senin arzun nasıldır?" diye sordular. O da; "Allah-û Teâlâ benim hakkımda ne irâde ve ne takdir etmişse ona râzı olmak" buyurdu.
Kendisine, Hasan-ı Basrî Hazretlerinin, "Cennet'te, Allah-û Teâlâyı görmekten bir an mahrum olursam öyle ağlayıp, feryâd edeceğim ki, bütün Cennet ehli bana acıyacak" dediğini naklettiklerinde; "Bu çok güzeldir. Lâkin eğer dünyâda, Allah-û Teâlâdan bir an gâfil olduysa ve bu gafletinden dolayı aynen bildirdiği üzüntü, ağlamak ve inlemek meydana geldiyse âhirette de dediği gibi olacaktır. Aksi halde olmayacaktır" buyurdu.
Râbia-i Adviyye bir gece; "Yâ Rabbî! Ya kalb huzûru ile namaz kılmamı nasîb et, veya kalb huzûru ile kılamadığım namazımı kabûl buyur. Allah'ım benim bütün dünyâdaki arzum ve işim, Seni yâdetmek, âhirette de Cemâl-i İlâhiyene kavuşmaktır. Ne olur, beni bu anlayışıma bağışla"! diye yalvardı.
Bir gün Râbia Hâtun ağlıyordu. "Ey Allah-û Teâlânın sevgili kulu niçin ağlıyorsun? Rabbinle yakınlığın var" dediler. Buyurdular ki: "Ayrılıktan korkuyorum, belki ölüm vaktinde 'Sen bana gerekmezsin ey Râbia' diye Allah-û Teâlâ Hazretleri hitâb buyurursa benin hâlim nice olur? Eyvah, eyvah!" deyip ağladı.
Tevekkülü o dereceye ulaşmıştı ki; "Gök tunç olsa, yer demir kesilse, gökten bir damla yağmur düşmese, yerden bir bitki bitmese ve dünyadaki bütün insanlar benim çocuğum olsa, Allah-û Teâlâya yemîn ederim ki onlara nasıl bakacağım düşüncesi kalbime gelmez. Çünkü, Allah-û Teâlâ hepsinin rızkını vereceğini bildirmiş ve üzerine almıştır" derdi.
Bir zaman hasta olmuştu. Ziyâretine gelenler; "Ey Râbia! Sana gelen bu hastalık çok ızdırap vermektedir. Duâ et de Allah-û Teâlâ çektiğin bu ızdırâbı hafifletsin" dediklerinde, buyurdu ki; "Siz biliyor musunuz ki, bu ızdırâbı çekmemi Allah-û Teâlâ irâde etmiştir". "Evet biliyoruz" dediler. O da; "Bunu bildiğiniz halde, O'nun irâdesine muhâlefet etmemi, O'ndan tersini dilememi nasıl isteyebiliryorsunuz?" dediği zaman, onlar; "Ey Râbia, peki senin arzun nasıldır?" diye sordular. O da; "Allah-û Teâlâ benim hakkımda ne irâde ve ne takdir etmişse ona râzı olmak" buyurdu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.