Halk dediğimiz zaman aklımıza gelen, fert fert insanımızın kendisidir. İnsanımız kelimesini söylerken gözümüz önünde canlanan resmidir. Peki bu resim nasıldır? İşte burası çok önemlidir. Bin yıldan beri süre gelen bir "halk" yaşantısının şekillenmiş, canlanmış, akislerinde neler görünüyor?
Dünya halklarına baktığımızda her milletin, her kavmin ayrı bir resmini, yaşantısını görürüz değil mi?
Zaten bu farklı yaratılış olmasaydı her şey monoton olur, işler yürümezdi.
Neyse bu farklı bir konu... Biz halk deyince vatan topraklarında bir ve beraber olarak nefes aldığımız "kendi özümüzün" hali ile bir kıyaslamaya girişeceğiz.
Bu halkın bir inancı vardır. Allah'a ve O'nun son peygamberi Hz. Muhammed'e (sav) içtenlikle inanır. Asr-ı Saadet devrinden günümüze gönüllere nakşolmuş hayat anlayışı, kültürü, adeti, özü vardır.
Şimdi misalleri sıralayalım.
Bir şirkete bakıyorsunuz. Yönetici bayan hanımefendi başörtülü. Patron ve işçilerden kimse rahatsızlık duymuyor.
Pazara çıkıyorsunuz, çarşıya gidiyorsunuz başörtülü ninelerimiz, annelerimiz, bacılarımız huzur içinde alış-veriş yapıyorlar.
Başörtüsü halk içinde baş tacıdır. Onu örtenler din bağından, kültür şanından dolayı böyle hareket ediyorlar.
Bu halkın ekserisi Avrupalı değil ki? Bunlar Türk milleti. Bunda utanılacak ne var?
İktidardan kastımız şudur:
Vucüdumuzun başıdır. Var olan mevcudun düzen mekanizmasını idare eder.
Ailede reistir, babadır.
Hani koyunlara bir çoban lazımdır ya, işte o gözcü, emanetçi, koruyan, kollayan, merhamet eden, mesuliyetini bilen, adaletli, ruh adamıdır iktidar.
Sizin malınız, mülkünüz var. Hiç tanımadığınız, yahut bozuk tiynetli adama bunu teslim eder misiniz? Asla!
Yıllardan beri ince bir sızı, içten bir ıstırap, feryad, kendi evladından tokat gibi seçilen vekiller kurdukları iktidarla, emanetle bir türlü ninemin beyaz tülbenti ile barışamamıştır. Ninemin tülbentinden kastım halkın kültür ve inancıdır.
Bugün yeraltında bir antik taş parçası bulunduğu zaman tarihî değeri vardır denip dünya peşine düşüyor...
Kendi inancını, ibadetini, ihlasını, ahlakını koruyan, örfü, adeti, haya ve iffetine sahip çıkan, yüzleri engin ruh asaletini taşıyan bir insanın değer ve kıymetini bugün çar-çur edenler, unutanlar yarın mum ışığı ile yeraltlarında ararlar.
Televizyon ve gazetelere bakın. Türk ahlakının, Türk geleneğinin nesi var? Parayı, taklidi, batı özentilerini, kınalı ellerin üzerine çıkarınların iktidarları, hevesleri bırakın onların olsun.
Sokakta sarıklı-sarıksız, çarşaflı-mantolu, pantolonlu kavgası yok. Kavgaların, şüphelerin, ahlaksızlıkların, fitnelerin başlangıç noktasını halk anlamamaktır...
Hani bayramda elini öptüğü annesinin üniversitede başörtüsünü yırtıp atan kavgacı, kinci, halkının nabzını bilmeyen...
İktidar denilen güç kaynağının bir de parti ayağı var ki o da bu saydığımız tezatlar içerisinde yol alıp gidiyor. Ülkemize, miletimize yazık oluyor gidiyor. Devlet geleneğimiz yara alıyor...
İktidar ve halk kaynaşmasını sağlayacak politikalara acilen ihtiyacımız vardır.
Bir arkadaşım anlatmıştı. Bir gece gürültü ile uyandım kalkıp sesin geldiği tarafa doğru koştum baktım ahırdan iki genç kaçıyor. Birisini yakalayıp patakladım. Tanıdığım diğer şahıs kaçtı. Bunlar süt mü çalıyorlar? Hayır. Hayvandan aşağı sapıklar bunlar. Arkadaşım bu durumu savcıya haber verip şikayette bulununca "Savcı bey şöyle diyor: "Bunlar hayvan. Ne olmuş yani. İnsan saldırmış da bir şey mi?"
İnsanımızın inancı, ahlakı, sevgisi ile kucaklaşacak, tarihi, heybeti, asaleti ile coşacak kudretli bir mayaya ihtiyacı vardır.
Dünyayı kuşatacak, doyuracak, huzur, adalet saçacak bu halkın gönül ve tarih hazinelerinin tozlanmasını, horlanmasını görmek üzüyor bizi...
Halkı ve iktidarı ile bütünleşmiş, tarihte olduğu gibi erenler otağından güneşler doğan, sinelerde medeniyet ufukları fışkıran Türk asaletine kurbanım.
Mustafa SABRİ
Dünya halklarına baktığımızda her milletin, her kavmin ayrı bir resmini, yaşantısını görürüz değil mi?
Zaten bu farklı yaratılış olmasaydı her şey monoton olur, işler yürümezdi.
Neyse bu farklı bir konu... Biz halk deyince vatan topraklarında bir ve beraber olarak nefes aldığımız "kendi özümüzün" hali ile bir kıyaslamaya girişeceğiz.
Bu halkın bir inancı vardır. Allah'a ve O'nun son peygamberi Hz. Muhammed'e (sav) içtenlikle inanır. Asr-ı Saadet devrinden günümüze gönüllere nakşolmuş hayat anlayışı, kültürü, adeti, özü vardır.
Şimdi misalleri sıralayalım.
Bir şirkete bakıyorsunuz. Yönetici bayan hanımefendi başörtülü. Patron ve işçilerden kimse rahatsızlık duymuyor.
Pazara çıkıyorsunuz, çarşıya gidiyorsunuz başörtülü ninelerimiz, annelerimiz, bacılarımız huzur içinde alış-veriş yapıyorlar.
Başörtüsü halk içinde baş tacıdır. Onu örtenler din bağından, kültür şanından dolayı böyle hareket ediyorlar.
Bu halkın ekserisi Avrupalı değil ki? Bunlar Türk milleti. Bunda utanılacak ne var?
İktidardan kastımız şudur:
Vucüdumuzun başıdır. Var olan mevcudun düzen mekanizmasını idare eder.
Ailede reistir, babadır.
Hani koyunlara bir çoban lazımdır ya, işte o gözcü, emanetçi, koruyan, kollayan, merhamet eden, mesuliyetini bilen, adaletli, ruh adamıdır iktidar.
Sizin malınız, mülkünüz var. Hiç tanımadığınız, yahut bozuk tiynetli adama bunu teslim eder misiniz? Asla!
Yıllardan beri ince bir sızı, içten bir ıstırap, feryad, kendi evladından tokat gibi seçilen vekiller kurdukları iktidarla, emanetle bir türlü ninemin beyaz tülbenti ile barışamamıştır. Ninemin tülbentinden kastım halkın kültür ve inancıdır.
Bugün yeraltında bir antik taş parçası bulunduğu zaman tarihî değeri vardır denip dünya peşine düşüyor...
Kendi inancını, ibadetini, ihlasını, ahlakını koruyan, örfü, adeti, haya ve iffetine sahip çıkan, yüzleri engin ruh asaletini taşıyan bir insanın değer ve kıymetini bugün çar-çur edenler, unutanlar yarın mum ışığı ile yeraltlarında ararlar.
Televizyon ve gazetelere bakın. Türk ahlakının, Türk geleneğinin nesi var? Parayı, taklidi, batı özentilerini, kınalı ellerin üzerine çıkarınların iktidarları, hevesleri bırakın onların olsun.
Sokakta sarıklı-sarıksız, çarşaflı-mantolu, pantolonlu kavgası yok. Kavgaların, şüphelerin, ahlaksızlıkların, fitnelerin başlangıç noktasını halk anlamamaktır...
Hani bayramda elini öptüğü annesinin üniversitede başörtüsünü yırtıp atan kavgacı, kinci, halkının nabzını bilmeyen...
İktidar denilen güç kaynağının bir de parti ayağı var ki o da bu saydığımız tezatlar içerisinde yol alıp gidiyor. Ülkemize, miletimize yazık oluyor gidiyor. Devlet geleneğimiz yara alıyor...
İktidar ve halk kaynaşmasını sağlayacak politikalara acilen ihtiyacımız vardır.
Bir arkadaşım anlatmıştı. Bir gece gürültü ile uyandım kalkıp sesin geldiği tarafa doğru koştum baktım ahırdan iki genç kaçıyor. Birisini yakalayıp patakladım. Tanıdığım diğer şahıs kaçtı. Bunlar süt mü çalıyorlar? Hayır. Hayvandan aşağı sapıklar bunlar. Arkadaşım bu durumu savcıya haber verip şikayette bulununca "Savcı bey şöyle diyor: "Bunlar hayvan. Ne olmuş yani. İnsan saldırmış da bir şey mi?"
İnsanımızın inancı, ahlakı, sevgisi ile kucaklaşacak, tarihi, heybeti, asaleti ile coşacak kudretli bir mayaya ihtiyacı vardır.
Dünyayı kuşatacak, doyuracak, huzur, adalet saçacak bu halkın gönül ve tarih hazinelerinin tozlanmasını, horlanmasını görmek üzüyor bizi...
Halkı ve iktidarı ile bütünleşmiş, tarihte olduğu gibi erenler otağından güneşler doğan, sinelerde medeniyet ufukları fışkıran Türk asaletine kurbanım.
Mustafa SABRİ