Kıyametin vukuundan,mutlaka zuhur edeceğinden, hem de yakında olacağından ve insanların ömründen bahisle, o an geldiğinde bir nefes alacak kadar dahi insan hayatının gecikmeyeceğinden bahsedilir. Böyle mahdut sınırlar içerisinde yaşadığımız bir hayat var. Ve bunun mutlaka bir sonu var. İnsanın, bu sonu düşünerek hayatını tayin ve tanzim etmesi lazımdır. Onun için Allah, kullarına devamlı ikazda bulunmakta; "Ahirete inanınn! Ahirete inanın!" dercesine ayetlerini açık ve seçik olarak bizim dimağımıza nakşetmektedir."Onlar ahirete inanır". Kimler inanır? "Hakikatte kurtulmuş olan kullar." Allah'ın sevdiği ve seçtiği kullar, ahirete inananlar. Ahirete inanç, olmadı mı, sizden hiçbir şey olmaz. "Sizin kurtuluşa ermeniz, ancak ahirete inanmanızdan sonradır." "O kimselerki Raberinin hidayeti üzeredirler". Kimler? "Ahirete inanın, onu hayatına geçiren, onu hesaba alan insan" (Bakara, 2/1-5)Nefsin en fazla itiraz ettiği konu, ölümden sonra dirilmektir. Aslında ölümden sonra dirilmeyi kabul etmek insanın kendi menfaatinedir. Dirileceksin kardeşim; daha ne arıyorsun? Fakat nefis bu vadide o kadar enterasan bir yokluğa mahkum ki, şeytanla işbirliği yaptığı zaman, "Canım! Nasıl dirileceksin ki?" gibi soruları devamlı olarak sorar. İki zıt kutbu bir araya toplayan Allah'tır.Bir gün Hz. Fahr-i Alem Efendimiz'in huzuruna müşriklerden Ubey bin Halfe geliyor. Yerden bir kemiği alıp ufalıyor ve: "Ya Muhammed! Şu ufalmış kemik, un haline gelmiş şu parçalar mı dirilecek? Bunu mu demek istiyorsun?" diyor. Allah ayetle cevap veriyor: "Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" diyor. De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan akıyorsunuz."(Yasin, 36/78/-80)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.