Her şeyin dönüşü O’nadır
Mahlûkat yok olduktan sonra, her zaman olduğu gibi yine Hay olacak ve Bakî kalacak Odur. Çünkü her şeyin dönüşü O'nadır. O zaman: “Bugün mülk kimindir?” diyecek olan da O, “Bir ve Kahhar olan Allah'ındır!” diye cevap verecek olan da O'dur
31.08.2019 00:00:00
İmam Gazali hazretler şöyle buyurmuştur:
El'Vâris: Bu, mal sahibi öldükten sonra mal kendine kalan manasına gelir. İşte asıl vâris Allah'tır. Mahlûkat yok olduktan sonra, her zaman olduğu gibi yine Hay olacak ve Bakî kalacak Odur. Çünkü her şeyin dönüşü O'nadır. O zaman: "Bugün mülk kimindir?" diyecek olan da O "Bir ve Kahhar olan Allah'ındır!" (Mümin Sûresi, 16. âyet) diye cevap verecek olan da O'dur.
Bu, tabiî mal ve mülkün kendilerinin olduğunu sananlar için bahis konusu olacak. Çünkü onlar o gün bu nidayı duyduklarında mülkün hakikî sahibinin Allah olduğunu anlayacaklar.
Erbâb-ı Besâir'e (Basiret sahiplerine) gelince: Onlar, zaten öteden beri bu nidanın manasını bilmekte ve bunu sessiz sedasız huşu içinde dinlemekte ve mülkün hakikî sahibi Lir ve Kahhar olan Allah olduğuna yakînen iman etmektedirler. Evet bunu ancak, her gün, her saat, mülk ve me-lekûttaki hakikî idarecinin tek olduğunu idrak edenler bilirler.
Er-Reşid: Bu, hiç bir mürşidin irşadı, hiç bir müş'irin işareti, hiç bir doğrultucunun doğrultması olmaksızın, tek başına her şeyi yerli yerine koyan ve en doğru şekilde nizama sokan manasına gelir. Bu manada "Raşid" Allah'tan başka kim olabilir ki? Kulun rüşdüne gelince, din ve dünyasına ait işlerde, Allah'ın kendisine sağladığı başarı nispetindedir.
Es'Sabûr: O, bir işi, vakti gelmeden yapmak için acele eden değildir. Yapacağı işlere muayyen bir zaman koyar ve onları koyduğu kanunlara göre zamanı gelince icra eder, önceden çizdiği zamandan, bir tembelin geciktirmesi gibi geciktirmez veya acelecinin yaptığı gibi zamanı gelmeden yapmaya kalkışmaz. Bilâkis her şeyi, hangi zamanda yapılmasını takdir buyurmuş ise o zaman yapar. O'nun hakkında, bütün bunlar, icadeyi zorlayacak ve onu sıkıntıya sokacak sebeplerden halidir.
Kulun sabrı ise iradeyi zorlayacak sebeplerden hali değildir. Çünkü onun sabrı, şehvet ve öfkenin gerektirdiği şeyler karşısında, dinin icap ettirdiği şeylere karşı sebat göstermek demektir. Bu itibarla kul, iki zıd şey karşısında kalmaktadır. Zıd şeylerden (şehvet ve öfkenin icap ettirdiği) hususu itip, dinin gerektirdiği hususa sarıldığı zaman kula Sabûr (çok sabredici) ismi verilebilir. Çünkü onu kötülüğe iten şeyi kahredip sabretmiştir.