Paris'te Sosyal Bilimler Yüksekokulu'nda profesör olan Olivier Roy, İngiliz Financial Times gazetesinde yeralan yazısında, "Hizbullah'ın İsrail'le savaşındaki kısmi başarısı, Ortadoğu'yu değiştiriyor" diye yazdı Hizbullah'ın Lübnan'daki zaferi kısa süreli olsa da bazı yeni ve önemli gelişmelere işaret etti. İsrail ordusu ilk kez bir savaştan tümüyle galip çıkamadı. Daha da önemlisi bu sefer yenen taraf, Suriye ve İran'ın desteklediği Şii Müslüman, devlet harici silahlı bir hareket oldu. İsrail'in 1948-1982 arasındaki savaşlarında düşmanı Sünni Araplardı. İsrail'in bu sefer Hizbullah'ın kökünü kazıma çabası eski İsrail-Arap savaşlarına hiçbir yönüyle benzemedi ve Ortadoğu'nun bazı karmaşık ve çelişkili eğilimlerini ortaya çıkardı: Birincisi, Arap-İsrail barış sürecini reddeden radikal İslamcı cephenin canlanması; ikincisi, Körfez'deki Şii ve Sünni Müslümanlar arasında gitgide büyüyen bölünme; sonuncusu da Hizbullah ve Hamas gibi radikal İslamcı hareketlerin son dönemde orta akım seçim siyaseti sürecine girmesiyle birlikte siyasi dinamiklerde yaşanan önemli değişimdi. Bin Ladin'in cazibesi azaldı İsrail'le barış anlaşmasına karşı Hizbullah, Suriye ve İran'ın radikal cephede işbirliğine girmesi, ABD karşıtı ve Arap yanlısı sloganları bir İslam ideolojisinin yapabileceğinden çok daha fazla güçlendirdi. Sünni Arap kamuoyu, Hizbullah lideri Şeyh Hasan Nasrallah'ı yeni Arap kahramanı ve 'çağımızın Nasır'ı' olarak bağrına bastı. Öte yandan Nasrallah'ın yükselişi, Arap Ortadoğu'da Usame bin Ladin'in cazibesini de azaltıverdi. Bu radikal cephenin Şii veya Suriye'deki gibi laik Şii kesimlerce yönetilmesi de manidar oldu. ABD ordusunun 2003'teki Irak müdahalesinden beri Körfez ve Ürdün'deki Sünni Arap muhafazakâr rejimler, İsrail-Filistin çatışmasından ziyade gitgide büyüyen Şii 'hilal'le ilgilenerek, Körfez'deki petrol sahalarının İran'ın liderliği altına girmesini engellemeye çalışıyordu. Suudi Vahabi din adamları Şiileri kâfir olarak kınayan fetvalar çıkarmıştı. Fakat Hizbullah'ın zaferinin ardından hem onlar hem de Sünni din adamları geri adım atmak zorunda kaldı. Aynı din adamları, şimdi Hizbullah'ın İsrail'le savaşını destekleyen yeni fetvalar çıkarma yoluna gitti. Lübnan ateşkesinin ardından Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan hükümetlerinden çıt çıkmaması, Hizbullah'ın önceki eylemlerine laf etmiş oldukları için ne kadar utandıklarının bir göstergesi. Diğer yandan İran ve Suriye'nin zafer ilan etmede aceleci davrandıkları da ortada. Suriye, Lübnan'daki etkisini yeniden artırma hevesiyle, İsrail'in zaten zayıf durumdaki Lübnan'ı yakıp yıkmasından aslında memnun; tabii İsrail, Suriye'ye de saldırmadığı sürece. İran eski hesaplarını görüyor Gelgelelim Şam'ı böyle bir ihtimalden koruyan tam da kendi zayıflığı: Suriye'deki rejim çökerse yerine er geç köktendinci Müslüman Kardeşler geçecektir. Böyle bir yönetim Mısır ve Ürdün'deki kardeşlerine nazaran ılımlı da olsa, İslamcı partilere yeni fırsat kapıları açmayı ne İsrail ne de Batı ister. İranlılar da 1988'deki Irak bozgunlarının intikamını aldı. O dönemde Sünniler ve İslamcı hareketler İran'a karşı Irak'ı desteklemiş; İran'ın arkasında bir tek Şii nüfusun bir kısmı durmuştu. Nitekim Tahran'ın, Hizbullah'ın Lübnan'da siyasi bir partiye dönüşmesine yardım etme isteği de buradan geliyor. İran tarihte hiçbir zaman Şiileri bir dini veya siyasi zemine dayanarak kendi liderliği altında birleştiremedi. Dolayısıyla Tahran şimdi Arap kamuoyuna oynayarak ve Ortadoğu'daki bu yeni İslamcı-Arap milliyetçi ittifakı yöneterek, hâkim Arap rejimlerinin meşruiyetini baltalıyor. Irak'taysa aynı ittifak İran'ın aleyhine işlediğinden, İran'ın yeni radikal cephe üzerindeki liderliği, Irak'ın Şii-Sünni kesimleri arasında köprü kurulmasına yardımcı olmayabilir. İranlılar, Arap rejimlerle eski hesaplarını görmenin yanı sıra Batı'ya karşı da vekilleri üzerinden bir çatışma yönetmekte. Nükleer tesislerine karşı bir askeri saldırıyı önlemek isteyen Tahran, Batı'nın bir askeri müdahale bedelinin yüksekliğinden duyduğu endişeden hoşnut. İran ayrıca akıllılık ederek Irak ve Afganistan sınırlarında da düşük profilli bir tutum benimsedi; zira bir yandan Ortadoğu'da krizi ateşlerken, diğer yandan geçen her saniyenin lehine işlediğinin bilincinde. Avrupalı askerlerin Lübnan'a takılıp kalması gibi, BM Güvenlik Konseyi'yle gerilimin tırmanmasını geciktirecek her gelişme Tahran'ın işine geliyor. Lübnan çatışmasından asıl galip çıkanın İran olduğu ortada. Hizbullah Şii hilalinin bir parçası değil de Arap davasının meşru galibi olarak görüldükçe, İran'ın eline koz vermeye devam ediyoruz.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.