Türkiye 1985'le girdiği ve iç hukukunda yaptığı düzenlemeler sonucu oluşturduğu DGM'lerle önlemeye çalıştığı bölünme tehlikesini Cumhuriyet'in ilk kuruluş yıllarında da yaşamıştı.
Ama o zaman Atatürk vardı ve genç Cumhuriyet'in, önündeki 60 yıl sıkıntıya düşmeden rahat etmesi için gerekli önlemler de elbette Atatürk'e yakışan şekilde alınmıştı.
Devlet; bizzat kurucuları tarafından; hangi güçlüklerle, hangi ateş çemberinden geçilerek kurulduğunu iyi bilen, bizzat savaşan, dünyaya meydan okuyan ehil eller, kadrolar tarafından korunuyordu.
Cumhuriyet'e daha numara takılmamıştı ve devlete gözlerinin bebeği gibi bakıyordu o kadrolar.
Musul, mübadele ve borçların tasfiyesi konularının en sıkışık olduğu bir dönemde, 13 Şubat 1925'te Şeyh Sait İsyanı başlar.
4 Mart'ta isyana fazla önem vermediği düşünülen hükümet değişerek yenisi kuruldu.
İsyan Bölgesine Orgeneral rütbesinde bir bölge müfettişi atandı, sivil mülkî âmirler bu asker müfettişe bağlandı.
Yeni hükümet aynı gün Takrir-i Sükûn kanununu Meclise sevk ederek onaylanmasını sağladı.
İki maddelik teklif metni aynen şöyleydi:
"1. Sıkı yönetim ilân olunan bölgelerdeki suçlar için bir İstiklâl Mahkemesi kurulacaktır. Sıkıyönetim bölgesi dışında kalan memleket parçalarında işlenen siyasi ve asayiş suçlarına bakmak üzere de Ankara'da ayrıca ikinci bir İstiklâl Mahkemesi kurulacaktır. Ayaklanma Bölgesindeki İstiklâl Mahkemesinin idam kararları derhal, Ankara İstiklâl Mahkemesi'nin idam kararları da Meclisin onayından sonra yerine getirilecektir. 2. İç politika durumu ile ilgili bütün teşkilât, tesisat ve yayın, Hükümetin isteği ve Cumhurbaşkanının onayı ile men edilecektir. Bu gibi yayınlarda bulunan gazeteler kapatılabilecek ve bunların sahip ve yazarları Ankara İstiklâl Mahkemesinde yargılanacaktır."
Ayaklanmanın askerî safhası 13 Şubat-15 Nisan arasında 62 gün sürer.
31 Mayıs'ta seferberlik kaldırılır, silâh altına çağrılan yedek kuralar terhis edilir ve birlikler garnizonlarına döner.
Yakalanan Şeyh Sait ve arkadaşlarının yargılanması 26 Mayıs 1925'te başlayıp, 27 Haziran'da sona erer.
Ertesi gün de Diyarbakır Şark İstiklâl Mahkemesi'nce idama mahkûm edilen 29 kişi asılır.
İpe un sermeyen, kimsenin gözünün yaşına bakmayan ve tam 60 yıl rahat etmemizi sağlayan, devlete 60 yıl zaman kazandırıp başının ağrımamasını temin eden, oy kaygısı ve yabancılar ne der düşüncesi taşımadan sadece devleti korumayı amaçlayan bu kesin ve zecrî tedbirlerin günümüzde benzer olaylar karşısında gösterilen reaksiyonla farkını bir daha belirtelim;
Hemen hükümet değişmiş, işi yapacak olan gelmiştir. Bölge sivil olağanüstü valiye değil, asker olağan üstü müfettişe bağlanmıştır. İki maddelik kanun çıkarılmış, özel mahkemeler kurulmuştur. Mahkemelere derhal idam yetkisi verilmiştir. Mütareke basınının bozguncu yayınları kontrol altına alınmıştır. İki ayda isyan bastırılmış, bir ayda mahkeme bitmiş ve ertesi gün infaz edilmiştir.
Dosyalar savsaklanmamış, çıkarılan yasa uyarınca Meclisin onayına bile götürülmemiş, devletin kendini koruma hakkı muhal bir insan hakkı kavramından önde tutulmuştur.
Yabancıların görüşü dikkate bile alınmamış, acaba ne derler diye saniye düşünülmemiştir.
İşte bu 1925 yılı da; olağan üstü mahkemeler aracılığı ile olağanüstü hukukun yürürlükte olduğu olağanüstü bir dönem örneğidir.
Aynı Amerika'nın özel askerî mahkemeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin de 60 yıl sonra DGM'ler kurmaya mecbur kaldığı özel dönemler gibi.
Uygulamadaki farklılıklar açıktır ve onun için her birini incelediğimiz yazılara ayrı başlıklar verilmiştir.
Amerika, sadece devleti korumak değil fakat fırsattan istifade bilek gücü ve zorbalıkla dünyaya nizam verme amacı taşıdığı için o bölüme "Orman Hukuku" adı uygun görülmüştür.
İkinci bölümü teşkil eden DGM dönemi, özel şartların gerektirdiği özel hukukun iç politik ve yabancı çıkarlar aracılığı ile nasıl törpülendiğini anlatır.
Ve nihayet devletin hiçbir art niyet taşımadan sadece kendini koruma iç güdüsüyle hareket gösterip uygun tepki verdiği "İstiklâl Mahkemeleri"ni inceleyen ve amaca ulaşmak için dakika tehirin caiz addedilmediği bu son bölüme de doğal olarak "Devlet Hukuku" adı uygun görülmüştür.
Yalnız hâlâ anlayamadığım bir şey var.
Türkiye ziyareti esnasında TBMM'deki konuşmasında Clinton ve son 29 Ekim kutlama mesajında Bush bile örnek alıp örnek gösterdikleri Atatürk'ten ders aldıklarını, çıkardıkları "özel askerî mahkemeler yasası" ile ispatladıkları halde bizzat bu ülkede yaşayanların neden Atatürk'ü yok saydığı ve onun bastırdığı 1925 isyanını hakkıyla değerlendirmek istemediklerini bir türlü anlayamıyorum.
Anlayan beri gelsin...
Ama o zaman Atatürk vardı ve genç Cumhuriyet'in, önündeki 60 yıl sıkıntıya düşmeden rahat etmesi için gerekli önlemler de elbette Atatürk'e yakışan şekilde alınmıştı.
Devlet; bizzat kurucuları tarafından; hangi güçlüklerle, hangi ateş çemberinden geçilerek kurulduğunu iyi bilen, bizzat savaşan, dünyaya meydan okuyan ehil eller, kadrolar tarafından korunuyordu.
Cumhuriyet'e daha numara takılmamıştı ve devlete gözlerinin bebeği gibi bakıyordu o kadrolar.
Musul, mübadele ve borçların tasfiyesi konularının en sıkışık olduğu bir dönemde, 13 Şubat 1925'te Şeyh Sait İsyanı başlar.
4 Mart'ta isyana fazla önem vermediği düşünülen hükümet değişerek yenisi kuruldu.
İsyan Bölgesine Orgeneral rütbesinde bir bölge müfettişi atandı, sivil mülkî âmirler bu asker müfettişe bağlandı.
Yeni hükümet aynı gün Takrir-i Sükûn kanununu Meclise sevk ederek onaylanmasını sağladı.
İki maddelik teklif metni aynen şöyleydi:
"1. Sıkı yönetim ilân olunan bölgelerdeki suçlar için bir İstiklâl Mahkemesi kurulacaktır. Sıkıyönetim bölgesi dışında kalan memleket parçalarında işlenen siyasi ve asayiş suçlarına bakmak üzere de Ankara'da ayrıca ikinci bir İstiklâl Mahkemesi kurulacaktır. Ayaklanma Bölgesindeki İstiklâl Mahkemesinin idam kararları derhal, Ankara İstiklâl Mahkemesi'nin idam kararları da Meclisin onayından sonra yerine getirilecektir. 2. İç politika durumu ile ilgili bütün teşkilât, tesisat ve yayın, Hükümetin isteği ve Cumhurbaşkanının onayı ile men edilecektir. Bu gibi yayınlarda bulunan gazeteler kapatılabilecek ve bunların sahip ve yazarları Ankara İstiklâl Mahkemesinde yargılanacaktır."
Ayaklanmanın askerî safhası 13 Şubat-15 Nisan arasında 62 gün sürer.
31 Mayıs'ta seferberlik kaldırılır, silâh altına çağrılan yedek kuralar terhis edilir ve birlikler garnizonlarına döner.
Yakalanan Şeyh Sait ve arkadaşlarının yargılanması 26 Mayıs 1925'te başlayıp, 27 Haziran'da sona erer.
Ertesi gün de Diyarbakır Şark İstiklâl Mahkemesi'nce idama mahkûm edilen 29 kişi asılır.
İpe un sermeyen, kimsenin gözünün yaşına bakmayan ve tam 60 yıl rahat etmemizi sağlayan, devlete 60 yıl zaman kazandırıp başının ağrımamasını temin eden, oy kaygısı ve yabancılar ne der düşüncesi taşımadan sadece devleti korumayı amaçlayan bu kesin ve zecrî tedbirlerin günümüzde benzer olaylar karşısında gösterilen reaksiyonla farkını bir daha belirtelim;
Hemen hükümet değişmiş, işi yapacak olan gelmiştir. Bölge sivil olağanüstü valiye değil, asker olağan üstü müfettişe bağlanmıştır. İki maddelik kanun çıkarılmış, özel mahkemeler kurulmuştur. Mahkemelere derhal idam yetkisi verilmiştir. Mütareke basınının bozguncu yayınları kontrol altına alınmıştır. İki ayda isyan bastırılmış, bir ayda mahkeme bitmiş ve ertesi gün infaz edilmiştir.
Dosyalar savsaklanmamış, çıkarılan yasa uyarınca Meclisin onayına bile götürülmemiş, devletin kendini koruma hakkı muhal bir insan hakkı kavramından önde tutulmuştur.
Yabancıların görüşü dikkate bile alınmamış, acaba ne derler diye saniye düşünülmemiştir.
İşte bu 1925 yılı da; olağan üstü mahkemeler aracılığı ile olağanüstü hukukun yürürlükte olduğu olağanüstü bir dönem örneğidir.
Aynı Amerika'nın özel askerî mahkemeler, Türkiye Cumhuriyeti'nin de 60 yıl sonra DGM'ler kurmaya mecbur kaldığı özel dönemler gibi.
Uygulamadaki farklılıklar açıktır ve onun için her birini incelediğimiz yazılara ayrı başlıklar verilmiştir.
Amerika, sadece devleti korumak değil fakat fırsattan istifade bilek gücü ve zorbalıkla dünyaya nizam verme amacı taşıdığı için o bölüme "Orman Hukuku" adı uygun görülmüştür.
İkinci bölümü teşkil eden DGM dönemi, özel şartların gerektirdiği özel hukukun iç politik ve yabancı çıkarlar aracılığı ile nasıl törpülendiğini anlatır.
Ve nihayet devletin hiçbir art niyet taşımadan sadece kendini koruma iç güdüsüyle hareket gösterip uygun tepki verdiği "İstiklâl Mahkemeleri"ni inceleyen ve amaca ulaşmak için dakika tehirin caiz addedilmediği bu son bölüme de doğal olarak "Devlet Hukuku" adı uygun görülmüştür.
Yalnız hâlâ anlayamadığım bir şey var.
Türkiye ziyareti esnasında TBMM'deki konuşmasında Clinton ve son 29 Ekim kutlama mesajında Bush bile örnek alıp örnek gösterdikleri Atatürk'ten ders aldıklarını, çıkardıkları "özel askerî mahkemeler yasası" ile ispatladıkları halde bizzat bu ülkede yaşayanların neden Atatürk'ü yok saydığı ve onun bastırdığı 1925 isyanını hakkıyla değerlendirmek istemediklerini bir türlü anlayamıyorum.
Anlayan beri gelsin...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002