Hz. Ali züht hakkında şöyle buyurmaktadır
Ey insanlar! Zahitlik; emelleri kısaltmak, nimetlere şükretmek, haramlardan uzak olmakla olur
21.05.2025 14:46:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





"Ey insanlar! Zahitlik; emelleri kısaltmak, nimetlere şükretmek, haramlardan uzak olmakla olur. Eğer bunu elde edemezseniz, en azından haramlar sabrınızı yenmesin. Nimetlere eriştiğinizde şükretmeyi unutmayınız. Allah açık delilleri ve aşikâr kitapları sayesinde sizlere bir özür kapısı açık bırakmamıştır."
Hz. Ali dünyayı kınayarak şöyle buyurmuştur.
"Nasıl betimleyeyim bu diyarı ki başlangıcı meşakkat var, sonu ise yok olup gitmek.... Helalinin hesabı sorulur, haramından dolayı azap vardır. Orada zengin kimse sınanmış; yoksulluğa düşen hüzünlere dalmıştır.
Kim dünyayı elde etmeye çalışırsa, o, ondan uzaklaşıp kaybolur; kim de oturur istemezse ona gelip çatar. Dünya ibrede bakanı basiret sahibi yapar, hasretle bakanı ise kör eder."
Allah'ın kudreti, azameti ve kıyamet hakkında
"Her şey Allah'a boyun eğmiştir. Her şey O'nun sayesinde ayaktadır; her fakirin zenginliği, her düşkünün izzeti, her zayıfın kuvveti, her zulmedilenin sığınağıdır...
O, konuşanı duymakta, her susanın içini bilmektedir. Yaşayanların rızkını karşılamak O'na aittir. Ölenin dönüşü O'nadır.
(Rabbim!) Gözleri seni göremez ki anlatsın. Zira sen, yarattığın vasfedenlerden önce var idin. Onları yalnızlık vahşetinden ötürü yaratmadın. Bir yarar uğruna kullanmadın. İstediğin kişi senden öne geçemez, yakaladığın kimse senden kurtulamaz. Sana karşı gelen hükümranlığını eksiltmez.
Sana boyun eğen, senin mülkünü arttırmaz. Hükmünden memnun kalmayan, senin kararını geri çeviremez. Emrinden dışarı çıkan senden müstağni olamaz.
Tüm sırlar sende bellidir. Tüm bilinmezler sende belirgindir. Sen ebedisin, dolayısıyla senin zaman sınırın olmaz. Sen son noktasın, senden kaçış yok. Vaat edilen yersin. Senden kaçış yine sanadır. Her canlının kaderi senin elindedir. Herkesin dönüşü sanadır.
Ey münezzeh, şanın ne yüce! Ey münezzeh, görebildiğimiz yaratıkların ne yüce! Her bela senin kudretinin yanında ne küçük! Görebildiğimiz melekûtun ne kadar muhteşem! Bunlar, gözümüzden kaçan hükümranlığının yanında ne cılız! Dünyadaki nimetlerin ne kadar bol, ahiretteki nimetlerine göre ne kadar da küçük (az.)
...Göklerinde yerleştirdiklerin ve yerden yükselttiğin melekler, seni en iyi bilen yaratıklardır. Senden en çok korkan ve sana en yakın olanlardır. Sulbe yerleşmemiş, rahme sokulmamışlar, nutfeden yaratılmamışlardır.
Zamanın hadiseleri onları dağıtmaz. Onlar senin katındaki yerlerindedir, yerleri senin yanındadır. İstekleri sende toplanır, ibadetlerinin hepsi sanadır. Emrinden gafletleri azdır.
O halde kendilerine gizli olan hakikatinin künhüne de erseler, amellerini hiçe sayıp kendilerini kınarlar, kendilerinin sana gereği gibi ibadet ve itaat etmediklerini anlarlar.
Münezzeh yaratıcı ve mabutsun! Yarattıklarını güzel imtihan etmek için bir yurt yarattın. Orada bir sofra hazırladın: içecekler, yiyecekler, eşler, hizmetçiler, saraylar, ırmaklar, tarlalar, meyveler... Sonra şu sofraya davet eden bir davetçi gönderdin.
Fakat ne davetçiye icabet eden, ne rağbet ettirdiğine rağbet eden ve ne de teşvik ettiğine müştak olan oldu. Yediklerinde rezil rüsva oldukları murdara yöneldiler ve sevgisinde birleştiler. Sevdikleri şey gözlerini körleştirmiş, kalplerini hasta etmiştir.
Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan bir kulakla işitmektedirler, Hevesleri, akıllarını çelmiş; dünya kalplerini öldürmüştür. O, kendini oraya kaptırmıştır. Artık dünyanın ve ondan bir şeye sahib olanların kölesi olup çıkmıştır.
Gittiği yere gitmekte, yanaştığı yere yanaşmaktadır. Allah'tan sakındıran vicdanı ve öğüt alacağı bir vaizi yoktur. Elindekileri yükseliş ve inişi olmadığı şeklinde bir yanılgıyla görür. Bilmedikleri şey (bela), başlarına nasıl da gelmiştir! Emin oldukları dünyadan ayrılmışlar; ahirete, kendilerine vaat edilene gelmişlerdir.
Başlarına nitelendirilmesi zor şeyler gelmiş: Ölüm sarhoşluğu ve yok oluşun feryadı üstlerine çökmüş, kendilerinden geçmişler, renkleri atmıştır. Ölüm aralarına girmeye başlamış, kişiyle konuşması arasına girmiştir.
Kişi tanıdıkları arasında gözüyle bakar, kulağıyla işitir, aklı ve zekâsı yerindedir. Giden ömrünü ve zamanın götürdüklerini düşünmektedir. Topladığı malları hatırlamaktadır. İsteklerinde helal-haram gözetmemiş, bellisini de bilirsizini de kabullenmiştir.
Topladığı her şey kendisine bağlanmıştır. Onlardan ayrılmak üzere olduğunu görür. Topladıkları, nimetlenecekleri ve keyiflenecekleri şeyler olarak geridekilere kalır. Rahatlığı başkasına kalmış, yükü sırtında kalmış ve onun rehini olmuştur. Ölüm anında kendisine açığa çıkan işlerden dolayı pişmanlık duyarak ellerini ısırmaktadır.
Hayattayken istediklerinden vazgeçer, başkalarının gıpta ve hasret ettiği şeylerinin onların olmasını ister. Böylece ölüm bedeninde ilerlerken kulağı da dili gibi işlemez olur..
Öyle ki daha tanıdıkları arasında diliyle konuşmaz, kulağıyla işitmez olur. Göz ucuyla tekrar tekrar yüzlerine bakar, dillerinin kıpırdayışlarını görür, sözlerini duymaz.
Ölüm iyice nüfuz edip yanaşmıştır. Böylece kulağı gibi gözü de alınmıştır artık. Ruh cesedinden çıkmış, cesedi kadavra haline gelmiştir. Herkes onunla oturmaktan vahşete kapılmakta ve ondan uzak durmaktadır.
Ne ağlayanına yardım edebilmekte, ne de çağıranına icabet edebilmektedir... Sonra onu toprağa verirler. Onu orada yaptıkları ile baş başa bırakırlar, her zaman için onu görmekten mahrum kalırlar.
(Bu iş böylece devam eder, gider.)
Yazgı süresini, emir vadesini doldurunca, yaratılmışların ilki sonuncusuna eklenip de yaratılmışları yenileme isteği gelince Allah, gökyüzünü harekete geçirir, yeryüzünü yarıp titretir, dağları yerinden eder, korkunç ve karşı durulmaz gücüyle onları birbirine çarparak un-ufak hale getirir, içindekileri çıkarır, onları eskidikten sonra yeniler, ayrıldıktan sonra birleştirir. Daha sonra onları gizli kalmış işlerinden ve örtülü amellerinden sorguya çekmek için iki bölüme ayırır: Bir grubuna nimet verir, diğerinden intikam alır.
İtaatkârları kendi yanına yerleştirip, ebedi yurdunda ağırlar. Oradan taşınmayacaklardır. Şartlar kendilerini değiştirmez, korkuya kapılmaz, hastalanmaz, tehlikeye maruz kalmaz ve yolculuk zorluğuna katlanmazlar.
İsyankârları ise en berbat yurda indirmiştir. Eller boyunlara bağlı, alınlar ayaklara bitişiktir. Onlara katrana bulanmış gömlekler, ateşten düğmeli elbiseler giydirilmiştir. Sıcaklığı şiddetli bir azap içindedirler, kapı da yüzlerine kapalıdır.
Hararetle ses çıkaran çok parlak, kasıp kavuran bir ateşin içindedirler. İçindekiler için gidecek yer yoktur. Tutsakları için fidye kabul olmaz, zincirleri kopmaz. Buranın bir süresi yoktur ki son bulsun, buradakilerin belirli bir ömrü yoktur ki ölsünler.
...O, (Peygamber) dünyayı çok küçük saymış, küçümsemiştir. Değersiz görmüş, ciddiye almamıştır. Bilmiştir ki Allah burasını hor olduğu için bilerek ondan uzak tutmuş ve başkasına vermiştir.
Bu yüzden kalbini dünyadan çevirmiş, onun adını gönlünden çıkarmıştır. Onun süsünün gözden uzak olmasını, gösterişli bir elbise ya da bir mevki edinmemek için daha sevimli bulmuştur.
Halkın özrü kalmasın diye Rabbinden haber vermiş, ümmetine uyarıcı olarak nasihat etmiş, müjdeci olarak cennete çağırmış, korkutucu olarak ateşten korkutmuştur.
Bizler peygamberlik ağacı, risaletin indiği mekân ve meleklerin inip çıktığı yeriz; ilmin madeni, hükmün kaynağıyız. Bizi sevip destek olan rahmet, düşmanımız ve bize kin besleyen ise Allah'ın kahrını beklemelidir." Nehc'ul Belaga 80-83. Hutbe
Hz. Ali dünyayı kınayarak şöyle buyurmuştur.
"Nasıl betimleyeyim bu diyarı ki başlangıcı meşakkat var, sonu ise yok olup gitmek.... Helalinin hesabı sorulur, haramından dolayı azap vardır. Orada zengin kimse sınanmış; yoksulluğa düşen hüzünlere dalmıştır.
Kim dünyayı elde etmeye çalışırsa, o, ondan uzaklaşıp kaybolur; kim de oturur istemezse ona gelip çatar. Dünya ibrede bakanı basiret sahibi yapar, hasretle bakanı ise kör eder."
Allah'ın kudreti, azameti ve kıyamet hakkında
"Her şey Allah'a boyun eğmiştir. Her şey O'nun sayesinde ayaktadır; her fakirin zenginliği, her düşkünün izzeti, her zayıfın kuvveti, her zulmedilenin sığınağıdır...
O, konuşanı duymakta, her susanın içini bilmektedir. Yaşayanların rızkını karşılamak O'na aittir. Ölenin dönüşü O'nadır.
(Rabbim!) Gözleri seni göremez ki anlatsın. Zira sen, yarattığın vasfedenlerden önce var idin. Onları yalnızlık vahşetinden ötürü yaratmadın. Bir yarar uğruna kullanmadın. İstediğin kişi senden öne geçemez, yakaladığın kimse senden kurtulamaz. Sana karşı gelen hükümranlığını eksiltmez.
Sana boyun eğen, senin mülkünü arttırmaz. Hükmünden memnun kalmayan, senin kararını geri çeviremez. Emrinden dışarı çıkan senden müstağni olamaz.
Tüm sırlar sende bellidir. Tüm bilinmezler sende belirgindir. Sen ebedisin, dolayısıyla senin zaman sınırın olmaz. Sen son noktasın, senden kaçış yok. Vaat edilen yersin. Senden kaçış yine sanadır. Her canlının kaderi senin elindedir. Herkesin dönüşü sanadır.
Ey münezzeh, şanın ne yüce! Ey münezzeh, görebildiğimiz yaratıkların ne yüce! Her bela senin kudretinin yanında ne küçük! Görebildiğimiz melekûtun ne kadar muhteşem! Bunlar, gözümüzden kaçan hükümranlığının yanında ne cılız! Dünyadaki nimetlerin ne kadar bol, ahiretteki nimetlerine göre ne kadar da küçük (az.)
...Göklerinde yerleştirdiklerin ve yerden yükselttiğin melekler, seni en iyi bilen yaratıklardır. Senden en çok korkan ve sana en yakın olanlardır. Sulbe yerleşmemiş, rahme sokulmamışlar, nutfeden yaratılmamışlardır.
Zamanın hadiseleri onları dağıtmaz. Onlar senin katındaki yerlerindedir, yerleri senin yanındadır. İstekleri sende toplanır, ibadetlerinin hepsi sanadır. Emrinden gafletleri azdır.
O halde kendilerine gizli olan hakikatinin künhüne de erseler, amellerini hiçe sayıp kendilerini kınarlar, kendilerinin sana gereği gibi ibadet ve itaat etmediklerini anlarlar.
Münezzeh yaratıcı ve mabutsun! Yarattıklarını güzel imtihan etmek için bir yurt yarattın. Orada bir sofra hazırladın: içecekler, yiyecekler, eşler, hizmetçiler, saraylar, ırmaklar, tarlalar, meyveler... Sonra şu sofraya davet eden bir davetçi gönderdin.
Fakat ne davetçiye icabet eden, ne rağbet ettirdiğine rağbet eden ve ne de teşvik ettiğine müştak olan oldu. Yediklerinde rezil rüsva oldukları murdara yöneldiler ve sevgisinde birleştiler. Sevdikleri şey gözlerini körleştirmiş, kalplerini hasta etmiştir.
Artık sağlıksız bir gözle bakmakta ve iyi duymayan bir kulakla işitmektedirler, Hevesleri, akıllarını çelmiş; dünya kalplerini öldürmüştür. O, kendini oraya kaptırmıştır. Artık dünyanın ve ondan bir şeye sahib olanların kölesi olup çıkmıştır.
Gittiği yere gitmekte, yanaştığı yere yanaşmaktadır. Allah'tan sakındıran vicdanı ve öğüt alacağı bir vaizi yoktur. Elindekileri yükseliş ve inişi olmadığı şeklinde bir yanılgıyla görür. Bilmedikleri şey (bela), başlarına nasıl da gelmiştir! Emin oldukları dünyadan ayrılmışlar; ahirete, kendilerine vaat edilene gelmişlerdir.
Başlarına nitelendirilmesi zor şeyler gelmiş: Ölüm sarhoşluğu ve yok oluşun feryadı üstlerine çökmüş, kendilerinden geçmişler, renkleri atmıştır. Ölüm aralarına girmeye başlamış, kişiyle konuşması arasına girmiştir.
Kişi tanıdıkları arasında gözüyle bakar, kulağıyla işitir, aklı ve zekâsı yerindedir. Giden ömrünü ve zamanın götürdüklerini düşünmektedir. Topladığı malları hatırlamaktadır. İsteklerinde helal-haram gözetmemiş, bellisini de bilirsizini de kabullenmiştir.
Topladığı her şey kendisine bağlanmıştır. Onlardan ayrılmak üzere olduğunu görür. Topladıkları, nimetlenecekleri ve keyiflenecekleri şeyler olarak geridekilere kalır. Rahatlığı başkasına kalmış, yükü sırtında kalmış ve onun rehini olmuştur. Ölüm anında kendisine açığa çıkan işlerden dolayı pişmanlık duyarak ellerini ısırmaktadır.
Hayattayken istediklerinden vazgeçer, başkalarının gıpta ve hasret ettiği şeylerinin onların olmasını ister. Böylece ölüm bedeninde ilerlerken kulağı da dili gibi işlemez olur..
Öyle ki daha tanıdıkları arasında diliyle konuşmaz, kulağıyla işitmez olur. Göz ucuyla tekrar tekrar yüzlerine bakar, dillerinin kıpırdayışlarını görür, sözlerini duymaz.
Ölüm iyice nüfuz edip yanaşmıştır. Böylece kulağı gibi gözü de alınmıştır artık. Ruh cesedinden çıkmış, cesedi kadavra haline gelmiştir. Herkes onunla oturmaktan vahşete kapılmakta ve ondan uzak durmaktadır.
Ne ağlayanına yardım edebilmekte, ne de çağıranına icabet edebilmektedir... Sonra onu toprağa verirler. Onu orada yaptıkları ile baş başa bırakırlar, her zaman için onu görmekten mahrum kalırlar.
(Bu iş böylece devam eder, gider.)
Yazgı süresini, emir vadesini doldurunca, yaratılmışların ilki sonuncusuna eklenip de yaratılmışları yenileme isteği gelince Allah, gökyüzünü harekete geçirir, yeryüzünü yarıp titretir, dağları yerinden eder, korkunç ve karşı durulmaz gücüyle onları birbirine çarparak un-ufak hale getirir, içindekileri çıkarır, onları eskidikten sonra yeniler, ayrıldıktan sonra birleştirir. Daha sonra onları gizli kalmış işlerinden ve örtülü amellerinden sorguya çekmek için iki bölüme ayırır: Bir grubuna nimet verir, diğerinden intikam alır.
İtaatkârları kendi yanına yerleştirip, ebedi yurdunda ağırlar. Oradan taşınmayacaklardır. Şartlar kendilerini değiştirmez, korkuya kapılmaz, hastalanmaz, tehlikeye maruz kalmaz ve yolculuk zorluğuna katlanmazlar.
İsyankârları ise en berbat yurda indirmiştir. Eller boyunlara bağlı, alınlar ayaklara bitişiktir. Onlara katrana bulanmış gömlekler, ateşten düğmeli elbiseler giydirilmiştir. Sıcaklığı şiddetli bir azap içindedirler, kapı da yüzlerine kapalıdır.
Hararetle ses çıkaran çok parlak, kasıp kavuran bir ateşin içindedirler. İçindekiler için gidecek yer yoktur. Tutsakları için fidye kabul olmaz, zincirleri kopmaz. Buranın bir süresi yoktur ki son bulsun, buradakilerin belirli bir ömrü yoktur ki ölsünler.
...O, (Peygamber) dünyayı çok küçük saymış, küçümsemiştir. Değersiz görmüş, ciddiye almamıştır. Bilmiştir ki Allah burasını hor olduğu için bilerek ondan uzak tutmuş ve başkasına vermiştir.
Bu yüzden kalbini dünyadan çevirmiş, onun adını gönlünden çıkarmıştır. Onun süsünün gözden uzak olmasını, gösterişli bir elbise ya da bir mevki edinmemek için daha sevimli bulmuştur.
Halkın özrü kalmasın diye Rabbinden haber vermiş, ümmetine uyarıcı olarak nasihat etmiş, müjdeci olarak cennete çağırmış, korkutucu olarak ateşten korkutmuştur.
Bizler peygamberlik ağacı, risaletin indiği mekân ve meleklerin inip çıktığı yeriz; ilmin madeni, hükmün kaynağıyız. Bizi sevip destek olan rahmet, düşmanımız ve bize kin besleyen ise Allah'ın kahrını beklemelidir." Nehc'ul Belaga 80-83. Hutbe
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.