12 Mayıs 2025'te PKK, 12. Olağanüstü Kongresi'nin ardından silahlı faaliyetlerini sonlandırdığını ve örgütsel yapısını feshettiğini ilan etti. Bu gelişme, birçok çevre tarafından "barışa bir adım" olarak yorumlansa da bildirinin içeriğine bakıldığında meselenin yalnızca silah bırakmakla sınırlı olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu değerleri ve üniter yapısına yönelen sistematik bir meydan okuma içerdiği görülüyor.
PKK'nin bu kararı, örgütün tarihi misyonunu "tamamladığı" iddiasıyla açıklanıyor. Ancak karar metninde geçen ifadeler, aslında bir isim ve şekil değişikliğine işaret ediyor. Öcalan'a demokratik siyaset hakkı tanınması, hukuki güvence ve bizzat süreci Öcalan'ın yönlendirmesi talepleri, PKK'nın ana kuruluş amaçlarından hiçbirinde taviz verme niyetinde olmadığını gösteriyor.
Daha da çarpıcı olanı ise bildirinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleriyle açıkça hesaplaşmayı hedeflemesidir. Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası "soykırım düzeni" olarak suçlanmakta, çözüm olarak bu belgelerin "öncesine dönülmesi" gerektiği savunulmaktadır. Bu söylem, doğrudan Cumhuriyetin meşruiyetini tartışmaya açmakta, "Türk" vatandaşlık tanımına karşı topyekûn bir ideolojik saldırı yürütmektedir.
Tam da bu sırada, "vatandaşlık tanımının yeni anayasada gözden geçirilebileceği" ve "adem-i merkeziyetçiliğin uygulanması" söylemlerini farklı farklı ağızlardan duymamız da oldukça ilginç. "Türk" tanımının anayasadan çıkarılması, yerel yönetim yapısındaki muhtemel değişiklikler, PKK bildirisiyle benzerlik taşıyan önerilerle birlikte tartışılıyor. Bu eşzamanlılık tesadüf değildir. Özellikle siyasal İslam'ın etkisinin azaldığı bir ortamda, "çözüm süreci" adı altında yeni bir modelin kurgulandığı anlaşılmaktadır. Bu modelin hedefi, Kürtçülükle nemalanan elit kesime yeni bir hareket alanı açmak, siyasal İslam'a ise ömrünü uzatacak bir manevra alanı sunmaktır. Ne yazık ki; tarafların hiçbirinin işçinin, kadın emekçinin, genç işsizlerin, son dönemde özellikle dışlanan Alevi Kürtlerin sorunlarını çözmek diye bir dertleri bulunmamaktadır.
Amerika'nın bu süreçteki rolü ise dikkat çekici. PKK'nin kongre kararından memnun olduklarını açıklayan ABD yetkilileri, bu kararın alınmasında diplomatik görüşmelerin etkili olduğunu ima etmekten kaçınmadı. Aynı günlerde Trump'ın Ortadoğu turuna çıkması, Suudi Arabistan ve BAE ziyaretleri, Abraham Anlaşmaları çerçevesinde İsrail ile Arap dünyası arasında yeni normalleşme adımları atması; Türkiye'nin dışlandığı yeni bir bölgesel dizaynın işaret fişeği olabilir. İstanbul'da Rusya-Ukrayna görüşmelerine ev sahipliği yaparak diplomatik varlık gösteren Türkiye'nin, aynı ölçekte bölgesel oyun kuruculuktan uzaklaştırıldığı da açık.
PKK'nin "yeni" vizyonu aslında hiç de yeni değil. Öcalan'ın ve Karayılan'ın yıllar önce dile getirdiği "Âdem-i merkeziyetçi sistem kabul edilmezse, demokratik konfederal sistem bağımsız biçimde ilan edilir" söylemleriyle birebir örtüşüyor. Bu noktada Bahçeli gibi devletin kuruluş kodlarına bağlı siyasi figürlerin, Lozan'a yönelen bu ağır ithamlara sessiz kalması ise düşündürücüdür.
Türk milletinin tarihsel ve anayasal varlığı hedef alınırken; toz pembe gösterilen tablo, başka oyunların parçası olmaktan öteye geçemez. Lozan'sız bir Türkiye yok hükmündedir. Türk'ü, Kürt'ü, Alevi'si, Sünni'si ile bu toprakların geleceği; ulusu cemaatlere bölerek değil, halkı eşit yurttaşlık temelinde birleştirerek kurulabilir.
PKK'nin bu kararı, örgütün tarihi misyonunu "tamamladığı" iddiasıyla açıklanıyor. Ancak karar metninde geçen ifadeler, aslında bir isim ve şekil değişikliğine işaret ediyor. Öcalan'a demokratik siyaset hakkı tanınması, hukuki güvence ve bizzat süreci Öcalan'ın yönlendirmesi talepleri, PKK'nın ana kuruluş amaçlarından hiçbirinde taviz verme niyetinde olmadığını gösteriyor.
Daha da çarpıcı olanı ise bildirinin, Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleriyle açıkça hesaplaşmayı hedeflemesidir. Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası "soykırım düzeni" olarak suçlanmakta, çözüm olarak bu belgelerin "öncesine dönülmesi" gerektiği savunulmaktadır. Bu söylem, doğrudan Cumhuriyetin meşruiyetini tartışmaya açmakta, "Türk" vatandaşlık tanımına karşı topyekûn bir ideolojik saldırı yürütmektedir.
Tam da bu sırada, "vatandaşlık tanımının yeni anayasada gözden geçirilebileceği" ve "adem-i merkeziyetçiliğin uygulanması" söylemlerini farklı farklı ağızlardan duymamız da oldukça ilginç. "Türk" tanımının anayasadan çıkarılması, yerel yönetim yapısındaki muhtemel değişiklikler, PKK bildirisiyle benzerlik taşıyan önerilerle birlikte tartışılıyor. Bu eşzamanlılık tesadüf değildir. Özellikle siyasal İslam'ın etkisinin azaldığı bir ortamda, "çözüm süreci" adı altında yeni bir modelin kurgulandığı anlaşılmaktadır. Bu modelin hedefi, Kürtçülükle nemalanan elit kesime yeni bir hareket alanı açmak, siyasal İslam'a ise ömrünü uzatacak bir manevra alanı sunmaktır. Ne yazık ki; tarafların hiçbirinin işçinin, kadın emekçinin, genç işsizlerin, son dönemde özellikle dışlanan Alevi Kürtlerin sorunlarını çözmek diye bir dertleri bulunmamaktadır.
Amerika'nın bu süreçteki rolü ise dikkat çekici. PKK'nin kongre kararından memnun olduklarını açıklayan ABD yetkilileri, bu kararın alınmasında diplomatik görüşmelerin etkili olduğunu ima etmekten kaçınmadı. Aynı günlerde Trump'ın Ortadoğu turuna çıkması, Suudi Arabistan ve BAE ziyaretleri, Abraham Anlaşmaları çerçevesinde İsrail ile Arap dünyası arasında yeni normalleşme adımları atması; Türkiye'nin dışlandığı yeni bir bölgesel dizaynın işaret fişeği olabilir. İstanbul'da Rusya-Ukrayna görüşmelerine ev sahipliği yaparak diplomatik varlık gösteren Türkiye'nin, aynı ölçekte bölgesel oyun kuruculuktan uzaklaştırıldığı da açık.
PKK'nin "yeni" vizyonu aslında hiç de yeni değil. Öcalan'ın ve Karayılan'ın yıllar önce dile getirdiği "Âdem-i merkeziyetçi sistem kabul edilmezse, demokratik konfederal sistem bağımsız biçimde ilan edilir" söylemleriyle birebir örtüşüyor. Bu noktada Bahçeli gibi devletin kuruluş kodlarına bağlı siyasi figürlerin, Lozan'a yönelen bu ağır ithamlara sessiz kalması ise düşündürücüdür.
Türk milletinin tarihsel ve anayasal varlığı hedef alınırken; toz pembe gösterilen tablo, başka oyunların parçası olmaktan öteye geçemez. Lozan'sız bir Türkiye yok hükmündedir. Türk'ü, Kürt'ü, Alevi'si, Sünni'si ile bu toprakların geleceği; ulusu cemaatlere bölerek değil, halkı eşit yurttaşlık temelinde birleştirerek kurulabilir.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi / diğer yazıları
- PKK feshedildi mi, yeniden mi kuruldu? / 22.05.2025
- Trump’ın Türkiye’ye bakışı: Hayranlık mı, hesap mı? / 20.05.2025
- Zafer Günü töreni ve dış politika üzerine / 19.05.2025
- Neopatrimonyalizm ve muhalefetin yol haritası / 18.05.2025
- Muhalefetsiz demokrasi olmaz / 17.05.2025
- Hindistan, ABD ve İslamofobi üzerine düşünceler / 16.05.2025
- Bu olanların hiçbiri sürpriz değil / 15.05.2025
- Barış mı, dağılmanın eşiği mi? / 14.05.2025
- Hedef “Atatürksüz Türkiye” / 13.05.2025
- Havuç-Sopa politikası: Avrupa-Türkiye ilişkileri / 12.05.2025
- Trump’ın Türkiye’ye bakışı: Hayranlık mı, hesap mı? / 20.05.2025
- Zafer Günü töreni ve dış politika üzerine / 19.05.2025
- Neopatrimonyalizm ve muhalefetin yol haritası / 18.05.2025
- Muhalefetsiz demokrasi olmaz / 17.05.2025
- Hindistan, ABD ve İslamofobi üzerine düşünceler / 16.05.2025
- Bu olanların hiçbiri sürpriz değil / 15.05.2025
- Barış mı, dağılmanın eşiği mi? / 14.05.2025
- Hedef “Atatürksüz Türkiye” / 13.05.2025
- Havuç-Sopa politikası: Avrupa-Türkiye ilişkileri / 12.05.2025