Hz. Mevlana, 'gel' diyor, 'sev' diyor, 'kusur arama' diyor. 'Kin gütme, öfke saçma, zulmetme, adaletten ayrılma, gönül kırma' (…) diyor.
Anlamak işimize gelmediği için çok değerli sözlerin spikerliğini yapıyoruz. İlginçtir bu ara spikerler de azaldı.
Son birkaç yıla kadar devlet erkânı, muhalefet liderleri, sosyal örgütler, sanatçılar(!), papazlar, hahamlar vs. Konya'ya koşar, mikrofonları kimseye bırakmaz, gözyaşlarıyla şiirler okur, dünyaya barış, sevgi mesajlar verirlerdi.
Şimdilerde bu sahneler yok. Neden mi?
Hz. Mevlana, 'gel' dedi. Hepsi geldiler. Ama ellerindeki, dillerindeki, gönüllerindeki hırs ile kin ile zehir ile fesat ile öfke ile kan ile geldiler. Ama o aşk membaından ne içtiler, ne de yıkandılar!
Haliyle geldikleri gibi gittiler.
Hz. Mevlana hakkında yazılmış sayılı eserlerden olan Prof. Dr.
Haydar Baş'ın 'İslam ve Mevlana' adlı eserinde Sayın Baş, anladığım kadarıyla Hz. Mevlana'nın 'gel' çağsını bugün şöyle dile getiriyor;
"Günümüzde ne hikmetse hep su-i zanla hareket ediyoruz. Hep insanı suçlayan noktalardan hareket ile üzerine gidip, ille de, bu Müslüman değildir diye ispatlamaya çalışıyoruz.
Sen, kendi nefsinin adam olmasına, nefsinin iman etmesine gayret etsene! Böyle bir gayretimiz yok.
Başkasının üstüne gidiyoruz. Onda çok şey arıyoruz. Bir de bakıyoruz kendi halimize, namazı dosdoğru kılmıyoruz, Allah'ı (c.c) zikirden, Allah'ı (c.c) sevmekten, Allah'tan (c.c) korkmaktan mahrumuz.
Sanki İslam başkası için geldi, bizim için gelmedi. Evvela kendi nefsimize dönüp de; "Niçin Allah'ı (c.c) sevemiyorum, neden O'ndan korkamıyorum, niçin huşu içerisinde namaz kılamıyorum?" sorgulamasını, bu muhasebeyi iyi yapmamız gerekirken, elimize bir kâğıt-kalem alıyoruz, başlıyoruz tasnif etmeye. İşte yanlış olan nokta bu…"
Şunu iyi bilelim ki! Ne Hz. Mevlana'nın, ne Hacı Bektaş-i Veli'nin ve ne de Anadolu'yu karış karış aşk ocağına çeviren Mürşid-i Kamillerin, Evliyanın hiç birinin övgüye ihtiyacı yoktur. Onlar zaten sevilmiş, seçilmiş kullar. İhtiyacı olan sensin, benim.
Mevlana'ya gıptayla bakar, dizelerini hayranlıkla dinler veya seslendiririz. Peki, ama Mevlana'yı Mevlana yapan şey nedir, kimdir?
Tabi bu gibi soruların ilk cevabı bir âlim-arif olan babası Bahaeddin Veled, sonra Hocası Seyyid Burhanettin Hazretleri ve Hz. Şems cevap olarak verilir. (Allah (c.c) hepsinin şefaatine nail eylesin.)
Ama bu isimlerin hepsi birer aşk, takva, züht, ilim musluğu. Asıl soru; bu muslukların hangi deryadan beslendikleri, sorusunun cevabıdır.
Bu sorunun cevabını aramaya başladığımızda kendimizi, 'ilim şehrinin kapısında' buluruz. Yani İmam Ali'nin (a.s) kapısında.
Bu büyük insanlar, o mübarek kapıya gittiler, o kapının rızasını aldılar ve ilim şehrine girdiler. Alabildiklerini de Hz. Mevlana'ya aktardılar.
Yani o aşk kapısına gitmeden aşktan bahseden, Resûlullah'ı sevmekten bahseden, sünnetine uymaktan bahseden yalancıdır.
O kapıya gitmeden ne aşk olur, ne ilim olur, ne takva olur ne de makbul bir ibadet olur. Çünkü o kapı, Allah Resûlünden sonra hidayet kapısıdır, irşat kapısıdır, velayet, hilafet kapısıdır. Bakın Hz. Mevlana, O kapıyı nasıl anlatıyor;
"O açıklayıcı İmam, o Allah'ın velisi, safa ehlinin vücut güneşidir. Yerde, gökte, mekânda, zamanda Hakla duran o imamın zatı, iç ve dış temizliğiyle vasıflanmak vaciptir. Çünkü küfürden, ikiyüzlülükten kurtulmuştur, temizdir...
O, şeriatta ilim şehrinin kapısıdır. Hakikatte ise iki cihanın beyidir. İki cihanın sultanı Muhammed, hakka yakınlık gecesinde, Allah'a kavuşmanın harem yerinde onun sırrını gördü…
Allah yolunda gidenler isteyicidirler; Ali istenilendir. Söyleyenler söylerler, susarlar. O susmaz söyler.
Ebedî ilim, onun göğsünde parlayıp göründü. Vahyolunanların sırlarını, o hakikat olarak bildi ve bildirdi. Ümmetlere haykırdı: "Allah yolunda Ali, sizin kılavuzunuzdur." (Hz. Mevlana, Nat-i Ali)
Evet, o aşk kapısına gidebilen her kul bir Yunus'tur, Mevlana'dır, Hacı Bektaş-i Veli'dir.
Ama o kapıya senin, benim tek başımıza gitmemiz mümkün değildir. İlimde, takvada, aşkta o kapının yani
Ehl-i Beyt'in yaşayan kılavuzları vardır. Onlara teslim olunmadan, onlara âşık olunmadan, o kapıya gidilmez.