İmam Ali’nin El-Kasia Hutbesi -2-
İmam Ali (a.s): “Dikkat edin azgınlıkta ileri gittiniz ve yeryüzünde bozgunculuk ettiniz. (Çünkü) Allah'a açık düşmanlık ettiniz ve müminlerle savaştınız
17.06.2025 00:15:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





İmam Ali (a.s): "Dikkat edin azgınlıkta ileri gittiniz ve yeryüzünde bozgunculuk ettiniz. (Çünkü) Allah'a açık düşmanlık ettiniz ve müminlerle savaştınız.
Allah için, Allah için büyüklenme kibrinden ve cahiliye övüncünden vazgeçin. Her ikisi de kinin asısı, şeytanın üfürüğü, onlarla geçmiş zamanlardaki ümmetleri aldattığı şeydir.
Sonunda kolayca istediği yere sürülerek ve ona teslim olarak cehalet karanlıklarına ve sapıklık çukurlarına daldılar. Bu işte (kibir ve asabiyette) kalpler birbirine benzemiş ve yıllarca bu hal üzere yaşamışlardır. Hâlbuki kibir, göğüsleri daraltıp sıkıntıya düşürür.
Dikkat edin, dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına karşı büyüklenen, kazasına karşı koyarak ve nimetlerini görmezlikten gelerek Rablerine çirkin şeyler isnat eden ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri inkâr eden büyüklerinize ve idarecilerinize itaat etmekten sakının. Çünkü onlar, asabiyet esas sütunları, fitne binasının temeli, cahiliye devri övüncünün kılıçlarıdır.
O halde Allah'tan korkun; verdiği nimetlere karşı gelmeyin, bahşettiği üstünlüklere haset etmeyin. Saf suyunuza bulanık sularını katıp içtiğiniz, sıhhatinize hastalıklarını karıştırdığınız, hak inancınıza batıllarını girdirdiğiniz nesebi şüpheli kimselere uymayın.
Onlar fışkın temeli, isyanın ayrılmaz parçalarıdır. İblis onları sapıklık binekleri ve insanların üzerine saldığı ordu edinmiştir. İblisin tercümanıdır onlar, onların dili ile konuşur.
Böylece akıllarınızı çeler, gözlerinize girer, kulaklarınıza fısıldar. Sonunda sizi oklarına hedef, ayaklarının bastığı yer, ellerinin tuttuğu şey yapar.
Allah'ın azaba ve belaya uğrattığı sizden önceki büyüklenen ümmetlerin başlarına gelenlerden ve uğradıkları cezadan ibret alın. Toprağa değen yanaklarından ve toprağa uzanmış yanlarından öğüt alın. İbret alın.
Zamanın musibetlerinden Allah'a sığındığınız gibi, kibir aşısından Allah'a sığının. Allah, kullarından birinin kibirde bulunmasına izin verseydi, onu nebileri ve evliyası arasından seçerdi.
Fakat onlara büyüklük taslamayı kötü gördü, onlar için tevazuya razı oldu. Onlar da yanaklarıyla yere kapandılar, yüzlerini toprağa dayadılar. Kanatlarını müminler için yaydılar. Onlar, mustazaf bir topluluktu.
Allah onları açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara uğratarak imtihan etti. Onları zorluklarla halis kıldı. Mal ve oğul sahibi olmayı, Allah'ın gazap veya rızasına ölçü saymayın. Zira bu kudret ve zenginliğin imtihan için verildiğini bilmemektir.
Allah, "Kendilerine mal ve oğullar vermekle onlara iyilik etmekte acele ettiğimizi mi sanıyorlar; hayır onlar şuurunda değiller."(Mü'minun: 55-56) buyurmuştur.
Allah, büyüklenen kullarını, onların gözlerinde zayıf olan dostlarıyla sınamaktadır. İmran oğlu Musa, kardeşi Harun ile birlikte, sırtlarında yünden elbiseler, ellerinde asalar olduğu halde Firavun'un yanma gitti.
Ona, eğer hakka teslim olursa saltanatının süreceğini ve kudretinin devam edeceğini söylediler.
Firavun: "Fakirlik ve çaresizlik içinde olduklarını gördüğünüz şu ikisinin bana saltanatımın ve üstünlüğümün devam edeceğini söyleyip şart koşmalarına şaşmıyor musunuz?" dedi.
Altın sahibi olmayı bir büyüklük, yün giyinmeyi alçaklık saydı da "Neden onlara altın bilezikler verilmemiş?" dedi. Münezzeh olan Allah dileseydi, nebilerini gönderdiği zaman altın definelerini, altın madenlerini ihsan eder; bağlar, bahçeler verir; onların etrafına göğün uçan kuşlarını, yerin vahşi hayvanlarını toplardı.
Fakat bunu yapsaydı imtihan ortadan kalkar, cezalar boşa gider, vaatler yok olurdu. O zaman da denenip kazananlara ecirleri verilmez; müminler, Muhsinlerin sevabını elde edemez; isimler, anlamlarına uygun olmazdı.
Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi. Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir yokluk verdi.
Eğer elçiler, karşı konulmaz bir kuvvete, başa çıkılmaz bir üstünlüğe ve görenlerin başlarını çevirecekleri bir saltanata sahip olsalardı ve insanlar kendilerine gelmek için her taraftan sefer hazırlığı halk öğütlerini daha kolay kabul eder, onlara karşı durmazlar ve düştükleri korkudan veya kendilerine meylettiren bir rağbetten dolayı iman ederlerdi. Bu takdirde de insanların niyetlerinde bir ortaklık olur, iyilikler paylaşılırdı.
Ancak münezzeh olan Allah peygamberlerine uymayı, kitaplarını tasdik etmeyi, kendisine huşu etmeyi, emrini kabul etmeyi ve itaatine teslim olmayı kendisine has kılmış ve başka şeylerle karışmasını dikmemiştir. Bela ve imtihan ne kadar büyük olursa, sevabı ve ödülü de o kadar çok olur.
Allah'ın Âdem'in (a.s) zamanından beri bu dünyada ilk ve son bütün insanları ne kimseye zararı ve ne de faydası dokunan, görmeyen ve duymayan taşlarla denediğini görmüyor musunuz? O taşları kendine saygın bir ev ve evini de "İnsanlar için kıyam yeri" kıldı.
Sonra onu, yeryüzünün taşı en çok, ot bitmez, dar bir vadide, sarp dağlar arasında, savrulan kumlar içinde, suyu az pınarların ve birbirinden kopuk köylerin bulunduğu bir bölgede kurdu. Orada ne deve, ne at, ne inek ve ne de koyun barınırdı.
Sonra, Âdem ve evladına oraya yönelmelerini emretti. Böylece orası seyahatlerin konağı, kervanların durağı oldu. Gönüllerin seyri orayadır. İnsanlar, çölleri aşarak, yükseklerden inerek, geniş yollan, yurtlarım, adalarım bırakarak oraya gelirler.
Omuzlarını oynatarak, eziklikle hoşnutluğunu isteyerek yürürler, koşuşurlar. Saçları darmadağın, toz toprak içinde kalırlar, elbiselerini çıkarıp arkalarına atarlar, yaratılışlarındaki güzelliklerden olan saçlarını kestirirler.
Bunlar büyük bir deneme, çetin bir imtihan, apaçık bir seçim, güzel bir arıtmadır. Allah, onu rahmetine vasıta, cennetine ulaşmaya sebep kılmıştır.
Allah dileseydi, hürmetli evini büyük yerleşim yerlerine yakın, bahçeler ve nehirler arasında; düz, kolay ve istikrarlı bir yerde; ağacı çok, meyvesi bol, binaları sık, köylerin bitişik ve yakın olduğu bir yerde kurardı.
Kızıla çalan buğdayların, yemyeşil çayırların yetiştiği, sulak bir yerde; taze bitkilerin, güzelim suların, mamur yolların bulunduğu bir mevkide bina ederdi. Böyle yapsaydı imtihanların azlığına karşı mükafatın da az olması gerekirdi.
O, yapıldığı gibi değil de; yeşil zümrüt, kızıl yakutla süslü, nurlu ışıklar saçan, parıl parıl parıldayan bir bina olarak yapılsaydı, gönüllerdeki şüphe azalır, iblisin kalplerdeki savaşı biter, insanların arasında dalgalanıp duran vesveseler giderilmiş olurdu.
Kalplerindeki kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huzu ve huzuru yerleştirsin, yüzlerine rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama araçlarını kolayca versin diye Allah, kullarını çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve çeşitli belalara duçar kılmaktadır." Nehc'ul Belaga 192 Hutbe
Allah için, Allah için büyüklenme kibrinden ve cahiliye övüncünden vazgeçin. Her ikisi de kinin asısı, şeytanın üfürüğü, onlarla geçmiş zamanlardaki ümmetleri aldattığı şeydir.
Sonunda kolayca istediği yere sürülerek ve ona teslim olarak cehalet karanlıklarına ve sapıklık çukurlarına daldılar. Bu işte (kibir ve asabiyette) kalpler birbirine benzemiş ve yıllarca bu hal üzere yaşamışlardır. Hâlbuki kibir, göğüsleri daraltıp sıkıntıya düşürür.
Dikkat edin, dikkat edin! Makamıyla övünen, nesebiyle başkalarına karşı büyüklenen, kazasına karşı koyarak ve nimetlerini görmezlikten gelerek Rablerine çirkin şeyler isnat eden ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri inkâr eden büyüklerinize ve idarecilerinize itaat etmekten sakının. Çünkü onlar, asabiyet esas sütunları, fitne binasının temeli, cahiliye devri övüncünün kılıçlarıdır.
O halde Allah'tan korkun; verdiği nimetlere karşı gelmeyin, bahşettiği üstünlüklere haset etmeyin. Saf suyunuza bulanık sularını katıp içtiğiniz, sıhhatinize hastalıklarını karıştırdığınız, hak inancınıza batıllarını girdirdiğiniz nesebi şüpheli kimselere uymayın.
Onlar fışkın temeli, isyanın ayrılmaz parçalarıdır. İblis onları sapıklık binekleri ve insanların üzerine saldığı ordu edinmiştir. İblisin tercümanıdır onlar, onların dili ile konuşur.
Böylece akıllarınızı çeler, gözlerinize girer, kulaklarınıza fısıldar. Sonunda sizi oklarına hedef, ayaklarının bastığı yer, ellerinin tuttuğu şey yapar.
Allah'ın azaba ve belaya uğrattığı sizden önceki büyüklenen ümmetlerin başlarına gelenlerden ve uğradıkları cezadan ibret alın. Toprağa değen yanaklarından ve toprağa uzanmış yanlarından öğüt alın. İbret alın.
Zamanın musibetlerinden Allah'a sığındığınız gibi, kibir aşısından Allah'a sığının. Allah, kullarından birinin kibirde bulunmasına izin verseydi, onu nebileri ve evliyası arasından seçerdi.
Fakat onlara büyüklük taslamayı kötü gördü, onlar için tevazuya razı oldu. Onlar da yanaklarıyla yere kapandılar, yüzlerini toprağa dayadılar. Kanatlarını müminler için yaydılar. Onlar, mustazaf bir topluluktu.
Allah onları açlıkla denedi, meşakkatlere, korkulara uğratarak imtihan etti. Onları zorluklarla halis kıldı. Mal ve oğul sahibi olmayı, Allah'ın gazap veya rızasına ölçü saymayın. Zira bu kudret ve zenginliğin imtihan için verildiğini bilmemektir.
Allah, "Kendilerine mal ve oğullar vermekle onlara iyilik etmekte acele ettiğimizi mi sanıyorlar; hayır onlar şuurunda değiller."(Mü'minun: 55-56) buyurmuştur.
Allah, büyüklenen kullarını, onların gözlerinde zayıf olan dostlarıyla sınamaktadır. İmran oğlu Musa, kardeşi Harun ile birlikte, sırtlarında yünden elbiseler, ellerinde asalar olduğu halde Firavun'un yanma gitti.
Ona, eğer hakka teslim olursa saltanatının süreceğini ve kudretinin devam edeceğini söylediler.
Firavun: "Fakirlik ve çaresizlik içinde olduklarını gördüğünüz şu ikisinin bana saltanatımın ve üstünlüğümün devam edeceğini söyleyip şart koşmalarına şaşmıyor musunuz?" dedi.
Altın sahibi olmayı bir büyüklük, yün giyinmeyi alçaklık saydı da "Neden onlara altın bilezikler verilmemiş?" dedi. Münezzeh olan Allah dileseydi, nebilerini gönderdiği zaman altın definelerini, altın madenlerini ihsan eder; bağlar, bahçeler verir; onların etrafına göğün uçan kuşlarını, yerin vahşi hayvanlarını toplardı.
Fakat bunu yapsaydı imtihan ortadan kalkar, cezalar boşa gider, vaatler yok olurdu. O zaman da denenip kazananlara ecirleri verilmez; müminler, Muhsinlerin sevabını elde edemez; isimler, anlamlarına uygun olmazdı.
Fakat Allah, elçilerini iradelerinde güç sahibi kıldı, görenlere karşı hallerini zayıf gösterdi. Gözleri, gönülleri dolduran bir kanaat, kulaklara ve gözlere eza olan bir yokluk verdi.
Eğer elçiler, karşı konulmaz bir kuvvete, başa çıkılmaz bir üstünlüğe ve görenlerin başlarını çevirecekleri bir saltanata sahip olsalardı ve insanlar kendilerine gelmek için her taraftan sefer hazırlığı halk öğütlerini daha kolay kabul eder, onlara karşı durmazlar ve düştükleri korkudan veya kendilerine meylettiren bir rağbetten dolayı iman ederlerdi. Bu takdirde de insanların niyetlerinde bir ortaklık olur, iyilikler paylaşılırdı.
Ancak münezzeh olan Allah peygamberlerine uymayı, kitaplarını tasdik etmeyi, kendisine huşu etmeyi, emrini kabul etmeyi ve itaatine teslim olmayı kendisine has kılmış ve başka şeylerle karışmasını dikmemiştir. Bela ve imtihan ne kadar büyük olursa, sevabı ve ödülü de o kadar çok olur.
Allah'ın Âdem'in (a.s) zamanından beri bu dünyada ilk ve son bütün insanları ne kimseye zararı ve ne de faydası dokunan, görmeyen ve duymayan taşlarla denediğini görmüyor musunuz? O taşları kendine saygın bir ev ve evini de "İnsanlar için kıyam yeri" kıldı.
Sonra onu, yeryüzünün taşı en çok, ot bitmez, dar bir vadide, sarp dağlar arasında, savrulan kumlar içinde, suyu az pınarların ve birbirinden kopuk köylerin bulunduğu bir bölgede kurdu. Orada ne deve, ne at, ne inek ve ne de koyun barınırdı.
Sonra, Âdem ve evladına oraya yönelmelerini emretti. Böylece orası seyahatlerin konağı, kervanların durağı oldu. Gönüllerin seyri orayadır. İnsanlar, çölleri aşarak, yükseklerden inerek, geniş yollan, yurtlarım, adalarım bırakarak oraya gelirler.
Omuzlarını oynatarak, eziklikle hoşnutluğunu isteyerek yürürler, koşuşurlar. Saçları darmadağın, toz toprak içinde kalırlar, elbiselerini çıkarıp arkalarına atarlar, yaratılışlarındaki güzelliklerden olan saçlarını kestirirler.
Bunlar büyük bir deneme, çetin bir imtihan, apaçık bir seçim, güzel bir arıtmadır. Allah, onu rahmetine vasıta, cennetine ulaşmaya sebep kılmıştır.
Allah dileseydi, hürmetli evini büyük yerleşim yerlerine yakın, bahçeler ve nehirler arasında; düz, kolay ve istikrarlı bir yerde; ağacı çok, meyvesi bol, binaları sık, köylerin bitişik ve yakın olduğu bir yerde kurardı.
Kızıla çalan buğdayların, yemyeşil çayırların yetiştiği, sulak bir yerde; taze bitkilerin, güzelim suların, mamur yolların bulunduğu bir mevkide bina ederdi. Böyle yapsaydı imtihanların azlığına karşı mükafatın da az olması gerekirdi.
O, yapıldığı gibi değil de; yeşil zümrüt, kızıl yakutla süslü, nurlu ışıklar saçan, parıl parıl parıldayan bir bina olarak yapılsaydı, gönüllerdeki şüphe azalır, iblisin kalplerdeki savaşı biter, insanların arasında dalgalanıp duran vesveseler giderilmiş olurdu.
Kalplerindeki kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huzu ve huzuru yerleştirsin, yüzlerine rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama araçlarını kolayca versin diye Allah, kullarını çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve çeşitli belalara duçar kılmaktadır." Nehc'ul Belaga 192 Hutbe
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.