İmam Ali’nin Eşbah Hutbesi -1-
El-Eşbah hutbesi olarak bilinir. Bu hutbe onun en değerli ve yüce hutbelerindedir. Me'sade b. Sadaka'nın İmam Sadık'tan rivayet ettiğine göre Emir'el-Mü’minin bu hutbeyi Kufe minberinde okudu
24.05.2025 15:18:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi





El-Eşbah hutbesi olarak bilinir. Bu hutbe onun en değerli ve yüce hutbelerindedir. Me'sade b. Sadaka'nın İmam Sadık'tan rivayet ettiğine göre Emir'el-Mü'minin bu hutbeyi Kufe minberinde okudu.
Bir adam gelip kendisine şöyle dedi: "Ya Emir'el Mü'minin şu maddi gözlerimizle göreceğimiz gibi bize Rabbimizi anlat ki, ona karşı olan sevgimiz daha fazla artsın ve onu daha iyi tanıyalım."
Bunun üzerine Emir'el Mü'minin kızıp "Cemaat namazına" diye seslendi. Halk öylesine geldi ki cami dolup tastı, sinirli ve rengi değişmiş bir şekilde minbere çıktı, Allah'a hamd edip, Resulü'ne salât ve selamdan sonra şu konuşmayı yaptı:
"Hamd; kısmakla, vermemekle varlığı artmayan, vermek ve cömertlikte bulunmakla da varlığı azalmayan Allah'a aittir. Çünkü ondan başka her verenin varlığı azalır ve her vermeyen kınanır.
Nimetleriyle kullarına ikramda bulunan, faydalarıyla faydalandıran O'dur. Yaratıkları, O'nun rızkını yiyenlerdir. Onların rızkını garantilemiş, yiyeceklerini takdir etmiştir.
Kendine rağbet edenlere ve nezdindekileri isteyenlere açık yolunu göstermiştir. Kendinden istenilmeyenlere, istenilenlerden daha az cömert değildir.
O, öncesi olmayan, dolayısıyla kendisinden önce var olabilecek bir varlık bulunmayan Evvel'dir.
O sonrası olmayan, dolayısıyla kendisinden sonra olabilecek bir varlık bulunmayan Ahir'dir.
Göz bebeklerini zatını görmekten, idrak etmekten aciz bırakmıştır. Değişen bir zamanı yoktur ki değişimiyle hali de değişsin.
Bir mekânı yoktur ki başka yere intikali caiz olsun. Dağlardaki madenlerden çıkanları, denizlerdeki sedeflerin gülümsemesinden çıkan gümüş, saf altın, kaygan inciler ve mercan salkımlarını devşirip verse bütün bu bağışlar cömertliğine tesir etmez, varlık genişliğini eksiltmez.
Nimet hazineleri, insanların isteklerinin tüketemeyeceği kadar çoktur. O öyle bir cömerttir ki, isteyenlerin arzuladığı şeyler nimetini azaltmaz, ısrarla isteyenlerin ısrarı onu cimri yapmaz.
Ey soru soran, bir bak! Kur'an, sana, O'nun sıfatlarından neyi anlatıyorsa ona uy, hidayeti gösteren nuru ile ışıklan; şeytanın bilmeni mükellef kıldığı, ama Kitap'ta sana farz kılınmayan, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde ve hidayet önderlerinde de eseri olmayan şeylerin ilmini şanı yüce olan Allah'a bırak. Allah'ın, üzerindeki nihai hakkı budur.
Bil ki ilimde derinleşenler; örtülüp gizlenmişleri tefsir etme hususunda bütün bilgisizliklerini ikrar edişleri, kendilerini büyük gayb kapılarına girmekten müstağni kıldığı kimselerdir.
İlimleriyle kuşatıp-kavramadıkları şeylerdeki acizliklerini itiraf etmeleri sebebiyle Allah da onları övmüştür.
Allah, onların künhünden bahsetmekle mükellef kılınmadıkları şeylerde derinleşmemelerini, "ilimde derinleşme" olarak isimlendirir. Sen de bununla yetin ve şanı yüce ve münezzeh olan Allah'ın azametini aklınla ölçmeye kalkışma, sonra helak olanlardan olursun.
Öyle bir kudret sahibidir ki vehim ve akıllar onun kudretinin derecesini anlamaya çalışsa, vesvese tehlikesinden uzak yüce bilginlerin zekâsı melekût gaybının derinliklerini derk etmek için çabalasa,
Aşk ve iştiyak dolu kalpler sıfatlarının niteliklerini anlamak için çırpınsa ve akıllar anlatılmaz bir biçimde, oldukça ince yollardan zatının ilmini elde etmek için yürümeye kalksa yine de hepsi eli boş geri döner ve gaybın karanlıklarında kendi kurtuluşları için Allah-u Teala'ya sığınırlar. (Hiç kimse zatının künhüne eremez.)
Büyük çaba ve telaşlarına rağmen ümitlerini kesince geri dönerler ve Allah'ı tanımanın künhüne erişilemeyeceğini, beşeri nakıs akıl ve fikirlerle O'nu derk edemeyeceklerini ve izzet ve celalinin bilginlerin kalbinden dahi geçmeyeceğini itiraf ederler.
O hiç bir örneğe bakmadan, kendisinden önce hiç bir yaratıcı ve mabudun takdirini örnek almadan ilk defa yaratandır.
Kudretinin melekûtunu ve hikmetinin eserlerini ifade eden inceliklerini bize göstermesi ve her varlığın sadece O'nun kudretiyle ayakta durabildiğini itiraf etmesi, bir hüccet olarak bizleri gayr-i ihtiyari O'nu tanımaya ve marifetine sevk etmiştir.
Eşsiz, örneksiz yoktan var ederek yarattıklarında sanatının eserleri, hikmetinin delilleri apaçık ortadadır. Her yarattığını, varlığına hüccet ve delil kılmıştır. Yarattığı sussa da açık bir dille tedbir ve tasarrufuna delildir ve eşsiz/örneksiz yaratıcısına delaleti sabittir.
(Ey Rabbim!) Şahadet ederim ki seni yarattıklarının uzuvları gibi uzuvları var sanıp onlara benzeten, hikmet ve tedbirince ete, deriye büründürdüğün kemiklerin benzerine sahip olduğunu sanan (sana cisim isnat eden kimse), sana dair bilgi ve düşüncelerini bir esasa bağlayamamış;
Kalbi, eşin ve örneğin olmadığına yakin etmemiştir. Sanki o, kıyamette uyanların uydukları şeylerden beri olduklarını ilan ettiklerini duymamıştır: "Allah'a andolsun sizi âlemlerin Rabbiyle bir tuttuğumuz zaman apaçık bir sapıklık içindeydik."(Şuara: 97-98)
Putlarına benzeterek sana eş koşanlar, vehimleriyle sana yaratılmışların elbisesini giydirenler, zanlarıyla seni cisimler gibi parçalara ayıranlar ve kusurlu akıllarıyla seni de yaratıkların gibi farklı kuvvelerin bileşiği bilenler yalan söylemiştir.
Şahadet ederim ki seni yarattıklarından birine denk tutan, onu sana eş tutmuş olur; sana eş koşan indirdiğin muhkem ayetleri ve ona şahadet eden apaçık delilleri inkâr etmiş olur.
Şüphesiz akıllara sığmayan, dolayısıyla da düşünce esintileriyle nitelendirilemeyen Allah sensin. Hatırlara gelen düşüncelere sığmazsın, bu yüzden varlığına sınır konamaz, akıllar tasarrufta bulunamaz." Devam edecek Nehc'ul Belaga 91 Hutbe
Bir adam gelip kendisine şöyle dedi: "Ya Emir'el Mü'minin şu maddi gözlerimizle göreceğimiz gibi bize Rabbimizi anlat ki, ona karşı olan sevgimiz daha fazla artsın ve onu daha iyi tanıyalım."
Bunun üzerine Emir'el Mü'minin kızıp "Cemaat namazına" diye seslendi. Halk öylesine geldi ki cami dolup tastı, sinirli ve rengi değişmiş bir şekilde minbere çıktı, Allah'a hamd edip, Resulü'ne salât ve selamdan sonra şu konuşmayı yaptı:
"Hamd; kısmakla, vermemekle varlığı artmayan, vermek ve cömertlikte bulunmakla da varlığı azalmayan Allah'a aittir. Çünkü ondan başka her verenin varlığı azalır ve her vermeyen kınanır.
Nimetleriyle kullarına ikramda bulunan, faydalarıyla faydalandıran O'dur. Yaratıkları, O'nun rızkını yiyenlerdir. Onların rızkını garantilemiş, yiyeceklerini takdir etmiştir.
Kendine rağbet edenlere ve nezdindekileri isteyenlere açık yolunu göstermiştir. Kendinden istenilmeyenlere, istenilenlerden daha az cömert değildir.
O, öncesi olmayan, dolayısıyla kendisinden önce var olabilecek bir varlık bulunmayan Evvel'dir.
O sonrası olmayan, dolayısıyla kendisinden sonra olabilecek bir varlık bulunmayan Ahir'dir.
Göz bebeklerini zatını görmekten, idrak etmekten aciz bırakmıştır. Değişen bir zamanı yoktur ki değişimiyle hali de değişsin.
Bir mekânı yoktur ki başka yere intikali caiz olsun. Dağlardaki madenlerden çıkanları, denizlerdeki sedeflerin gülümsemesinden çıkan gümüş, saf altın, kaygan inciler ve mercan salkımlarını devşirip verse bütün bu bağışlar cömertliğine tesir etmez, varlık genişliğini eksiltmez.
Nimet hazineleri, insanların isteklerinin tüketemeyeceği kadar çoktur. O öyle bir cömerttir ki, isteyenlerin arzuladığı şeyler nimetini azaltmaz, ısrarla isteyenlerin ısrarı onu cimri yapmaz.
Ey soru soran, bir bak! Kur'an, sana, O'nun sıfatlarından neyi anlatıyorsa ona uy, hidayeti gösteren nuru ile ışıklan; şeytanın bilmeni mükellef kıldığı, ama Kitap'ta sana farz kılınmayan, Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinde ve hidayet önderlerinde de eseri olmayan şeylerin ilmini şanı yüce olan Allah'a bırak. Allah'ın, üzerindeki nihai hakkı budur.
Bil ki ilimde derinleşenler; örtülüp gizlenmişleri tefsir etme hususunda bütün bilgisizliklerini ikrar edişleri, kendilerini büyük gayb kapılarına girmekten müstağni kıldığı kimselerdir.
İlimleriyle kuşatıp-kavramadıkları şeylerdeki acizliklerini itiraf etmeleri sebebiyle Allah da onları övmüştür.
Allah, onların künhünden bahsetmekle mükellef kılınmadıkları şeylerde derinleşmemelerini, "ilimde derinleşme" olarak isimlendirir. Sen de bununla yetin ve şanı yüce ve münezzeh olan Allah'ın azametini aklınla ölçmeye kalkışma, sonra helak olanlardan olursun.
Öyle bir kudret sahibidir ki vehim ve akıllar onun kudretinin derecesini anlamaya çalışsa, vesvese tehlikesinden uzak yüce bilginlerin zekâsı melekût gaybının derinliklerini derk etmek için çabalasa,
Aşk ve iştiyak dolu kalpler sıfatlarının niteliklerini anlamak için çırpınsa ve akıllar anlatılmaz bir biçimde, oldukça ince yollardan zatının ilmini elde etmek için yürümeye kalksa yine de hepsi eli boş geri döner ve gaybın karanlıklarında kendi kurtuluşları için Allah-u Teala'ya sığınırlar. (Hiç kimse zatının künhüne eremez.)
Büyük çaba ve telaşlarına rağmen ümitlerini kesince geri dönerler ve Allah'ı tanımanın künhüne erişilemeyeceğini, beşeri nakıs akıl ve fikirlerle O'nu derk edemeyeceklerini ve izzet ve celalinin bilginlerin kalbinden dahi geçmeyeceğini itiraf ederler.
O hiç bir örneğe bakmadan, kendisinden önce hiç bir yaratıcı ve mabudun takdirini örnek almadan ilk defa yaratandır.
Kudretinin melekûtunu ve hikmetinin eserlerini ifade eden inceliklerini bize göstermesi ve her varlığın sadece O'nun kudretiyle ayakta durabildiğini itiraf etmesi, bir hüccet olarak bizleri gayr-i ihtiyari O'nu tanımaya ve marifetine sevk etmiştir.
Eşsiz, örneksiz yoktan var ederek yarattıklarında sanatının eserleri, hikmetinin delilleri apaçık ortadadır. Her yarattığını, varlığına hüccet ve delil kılmıştır. Yarattığı sussa da açık bir dille tedbir ve tasarrufuna delildir ve eşsiz/örneksiz yaratıcısına delaleti sabittir.
(Ey Rabbim!) Şahadet ederim ki seni yarattıklarının uzuvları gibi uzuvları var sanıp onlara benzeten, hikmet ve tedbirince ete, deriye büründürdüğün kemiklerin benzerine sahip olduğunu sanan (sana cisim isnat eden kimse), sana dair bilgi ve düşüncelerini bir esasa bağlayamamış;
Kalbi, eşin ve örneğin olmadığına yakin etmemiştir. Sanki o, kıyamette uyanların uydukları şeylerden beri olduklarını ilan ettiklerini duymamıştır: "Allah'a andolsun sizi âlemlerin Rabbiyle bir tuttuğumuz zaman apaçık bir sapıklık içindeydik."(Şuara: 97-98)
Putlarına benzeterek sana eş koşanlar, vehimleriyle sana yaratılmışların elbisesini giydirenler, zanlarıyla seni cisimler gibi parçalara ayıranlar ve kusurlu akıllarıyla seni de yaratıkların gibi farklı kuvvelerin bileşiği bilenler yalan söylemiştir.
Şahadet ederim ki seni yarattıklarından birine denk tutan, onu sana eş tutmuş olur; sana eş koşan indirdiğin muhkem ayetleri ve ona şahadet eden apaçık delilleri inkâr etmiş olur.
Şüphesiz akıllara sığmayan, dolayısıyla da düşünce esintileriyle nitelendirilemeyen Allah sensin. Hatırlara gelen düşüncelere sığmazsın, bu yüzden varlığına sınır konamaz, akıllar tasarrufta bulunamaz." Devam edecek Nehc'ul Belaga 91 Hutbe
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.