Zikrin bazı kavramlarla manasından saptırılışı
Şath: İspatsız bir takım iddiaları ifade eden asılsız sözler mânâsına gelir. Çeşitli makam iddiaları, üstü kapalı ifadelerle (hal ve makamdan uzak olarak) güya Hak'tan ilham aldığını iddia etmek gibi haller şatha misal verilebilir. Sevgili Peygamberimiz bu konuda bizleri uyarmakta ve "Sizden biriniz bir cemaate anlayamayacağı şekilde hitap ederse, o söz cemaatte fitne uyandırır." buyurmaktadır. Bunun zikirle hiçbir ilgisi yoktur ve olamaz.
Tâmmât: Mânâsı belli olan şer'î delil ve sözleri asıl mânâlarından uzaklaştırıp farklı mânâlara çekmek, bir nevi kişisel rey ile tefsir yapmaktır. Bu tip sözlerin ve izahların zikirle bir ilgisi olmayacağı gibi, bunlar söyleyen kişiyi tehlikeye sokar, saptırır ve sırat-ı müstakimden uzaklaştırır.
Resul-i Ekrem Efendimiz bu konuda ümmetine pekçok uyarıda bulunmuştur:
"Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan kendine tefsir ve söz ederse ateşteki yerini hazırlasın"
"Bir kimse, benim söylemediğimi kasten söyledi diye bana isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın." Bütün bu izahlardan anlaşılacağı gibi zikri hakikî mânâsından uzaklaştırmaya çalışanlara müsaade edilmemeli, zikrin kaynağındaki o gerçek mânâya dönülmelidir.
Zikrin mertebeleri, çeşitleri ve zikrin mertebeleri
1. Dilin zikri olup, kalbin gafil olmasıdır. Bunun tesiri azdır. Fakat tamamen tesirsiz de değildir. Çünkü hizmet ile meşgul olan dil, gereksiz şeylerle vakit geçiren ve hiçbir şey söylemeyen dilden daha üstündür.
2. Kalbin zikridir. Fakat kalbe yerleşmiş ve devamlı olmamıştır. Ancak uğraşarak kalbe yaptırılabilir. Bu uğraşma ve gayret olmazsa gaflet ve düşünce sebebi ile kalp eski haline döner.
3. Zikrin kalbe yerleşmesi, kalbi kaplaması ve devamlı olmasıdır. Ancak uğraşarak kalbe başka şey getirilebilir. Bu büyük bir iştir.
4. Zikrolunan mezkürün kalbi kaplamasıdır.
Yine İmam-ı Gazalî, kalbin mânevî hastalıklarına ilaç bahsinde buyuruyor ki:
"İnsanlar dört kısımdır:
Bir kısım insanlar vardır ki, kalbi zikrullaha müsteğraktır. Dünyaya hiç iltifat etmez. Ancak geçim zaruretlerinde dünyaya o nispette cüzî iltifatı vardır. Bu kişi sıddıklardandır. Bu rütbeye, uzun riyazetler ve yine uzun müddet şehvete sabırla erişebilir.
İkinci nevi insanın kalbini dünya kaplamıştır. Kalbinde zikrullaha yer kalmamıştır. Ancak dili ile lakırdı kabilinden zikrullah yapar. Allah ismi dilinden bazen çıkarsa da kalbine girmemiştir.
Üçüncü sınıf insan da hem dünya, hem de din işiyle meşguldur, velakin kalbinde galip olan dindir. Bu kişinin cehenneme girmesi zaruridir. Ancak kalbinde zikrullahın galebesi nispetinde cehenemden kurtulması süratli olur.
Şath: İspatsız bir takım iddiaları ifade eden asılsız sözler mânâsına gelir. Çeşitli makam iddiaları, üstü kapalı ifadelerle (hal ve makamdan uzak olarak) güya Hak'tan ilham aldığını iddia etmek gibi haller şatha misal verilebilir. Sevgili Peygamberimiz bu konuda bizleri uyarmakta ve "Sizden biriniz bir cemaate anlayamayacağı şekilde hitap ederse, o söz cemaatte fitne uyandırır." buyurmaktadır. Bunun zikirle hiçbir ilgisi yoktur ve olamaz.
Tâmmât: Mânâsı belli olan şer'î delil ve sözleri asıl mânâlarından uzaklaştırıp farklı mânâlara çekmek, bir nevi kişisel rey ile tefsir yapmaktır. Bu tip sözlerin ve izahların zikirle bir ilgisi olmayacağı gibi, bunlar söyleyen kişiyi tehlikeye sokar, saptırır ve sırat-ı müstakimden uzaklaştırır.
Resul-i Ekrem Efendimiz bu konuda ümmetine pekçok uyarıda bulunmuştur:
"Kim Kur'an hakkında ilme dayanmadan kendine tefsir ve söz ederse ateşteki yerini hazırlasın"
"Bir kimse, benim söylemediğimi kasten söyledi diye bana isnat ederse cehennemdeki yerine hazırlansın." Bütün bu izahlardan anlaşılacağı gibi zikri hakikî mânâsından uzaklaştırmaya çalışanlara müsaade edilmemeli, zikrin kaynağındaki o gerçek mânâya dönülmelidir.
Zikrin mertebeleri, çeşitleri ve zikrin mertebeleri
1. Dilin zikri olup, kalbin gafil olmasıdır. Bunun tesiri azdır. Fakat tamamen tesirsiz de değildir. Çünkü hizmet ile meşgul olan dil, gereksiz şeylerle vakit geçiren ve hiçbir şey söylemeyen dilden daha üstündür.
2. Kalbin zikridir. Fakat kalbe yerleşmiş ve devamlı olmamıştır. Ancak uğraşarak kalbe yaptırılabilir. Bu uğraşma ve gayret olmazsa gaflet ve düşünce sebebi ile kalp eski haline döner.
3. Zikrin kalbe yerleşmesi, kalbi kaplaması ve devamlı olmasıdır. Ancak uğraşarak kalbe başka şey getirilebilir. Bu büyük bir iştir.
4. Zikrolunan mezkürün kalbi kaplamasıdır.
Yine İmam-ı Gazalî, kalbin mânevî hastalıklarına ilaç bahsinde buyuruyor ki:
"İnsanlar dört kısımdır:
Bir kısım insanlar vardır ki, kalbi zikrullaha müsteğraktır. Dünyaya hiç iltifat etmez. Ancak geçim zaruretlerinde dünyaya o nispette cüzî iltifatı vardır. Bu kişi sıddıklardandır. Bu rütbeye, uzun riyazetler ve yine uzun müddet şehvete sabırla erişebilir.
İkinci nevi insanın kalbini dünya kaplamıştır. Kalbinde zikrullaha yer kalmamıştır. Ancak dili ile lakırdı kabilinden zikrullah yapar. Allah ismi dilinden bazen çıkarsa da kalbine girmemiştir.
Üçüncü sınıf insan da hem dünya, hem de din işiyle meşguldur, velakin kalbinde galip olan dindir. Bu kişinin cehenneme girmesi zaruridir. Ancak kalbinde zikrullahın galebesi nispetinde cehenemden kurtulması süratli olur.