İnsan terbiyesinde zikrin fonksiyonup Prof. Dr Haydar Baş
Nefs-i Emmâre
Nefsin ilk basamağıdır; kötüyü emreder. Hak düşünülmez, gaye ve gayeye varmak için düşünülenler bâtıldır. Islahı için, uyulan kimsenin sözlerini, 'paha biçilmez mücevherdir', diye değerlendirip nazarına mazhar olmak için gayret etmek gerekir. Zor bir düşmandır. Hiçbir mücadele, onunla yapılan kadar zor olmaz. Bu mücadelede tevhid başı çekerse kurtuluş kolaydır. Yani, çokça "Lâilâhe illâllah" demek işin başıdır. Nefis, vücut ülkesini tasarrufu altına aldığı an akıl, irade, hisler kısaca herşey onun emrindedir. Böyle insan hem maddeten, hem mânen tehlikelidir.
Nefs-i Levvame
Mücahede ve mücadele ile nefsin bu ülkesinden ve tasallutundan kurtulan insan, "Levm Sahrası"nda kendini bulur. Buna 'Nefs-i Levvâme' denir.Burada Nefs-i Emmâre ile mukayese edilemeyecek nispette ilâhî üstünlükler mevcuttur. Kabul etmek lazım ki, burası da emin bir yer değildir. Sâlik, burada Hakk'a biraz daha yakın olmasına rağmen mâsivânın içinde bulunur. Hatâ eder, günah işler, ama pişman olur. Nedametle ağlar. Ah, vah eder; sonunda aynı hataları tekrar eder. Kısaca, "Hak yolculuğu"nda, bir hal üzerinde devam eden bir istikrarı yoktur. Kurtulmak için nisbet olunan 'Kâmil'e teslimiyet, bir kayda bağlanmamalı. Muhabbeti ile muhabbetlenmeli, 'İsm-i celâl'e cankurtaran simidi gibi sarılıp, onu dilden ve kalbden kesmemeli. Sonunda 'Kâmil İnsan'ın himmet ve nazarı erişir; bu vâdi de geçilir.
Nefs-i Mülhime
Mânen devam eden yolculuğun bu noktasında "Mülhime Ülkesi" ne varılır. Bu makamda salik, 'Hu' ismini vird edinir. Bu âlem, sinyaller âlemidir. Varlığın izâfî, 'Mutlak Varlık'ın ise hakikî olduğunun şifreleri çözülür. Rahmânî tecelliler olduğu gibi, sadık olmayan ilhamlar da bu halde zuhur eder. Esma-i İlâhiye'nin tecellisini salik bu makamda görür, çeşitli nûranî berzahlardan geçer. Kapılmaması, "maksadım Allah rızasıdır" deyip teslimiyet ile yolculuğuna devam etmesi şarttır. Bu makam, nefis âleminde Hak ile bâtılın sınırıdır. Kâmil mürşidi olmayanın buradan öteye seyri mümkün değildir. Şu kadar ki, yaptığı zikrin mükâfatını alır, fakat mânen yolculuğu burada noktalanır. Bu noktaya gelmişken, zamanımızda bilerek veya bilmeyerek yanlış ifade edilen bir meseleyi izah etmek istiyorum.
Mesele şu:
"Seyr ü Sülûk'a karar vermiş bir insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi şarttır." Aşağı-yukarı, iddianın özü budur. Buna cevaben deriz ki; Seyr ü Sülûk'ta bulunan insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi mümkün değildir. Seyr ü Sülûk için esas; teslimiyet, mahviyet ve hizmettir. İslâm'ın zahirî düsturlarının öğrenilmesi bu yolculukta hâl iledir. Yani burada, kâl'in (sözün) değeri yoktur. Maksadı Allah rızası olan salikin hâli; zikir, havfullah, muhabbetullahtır. Durum bu olunca, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmeyen ümmî insan için "Seyr ü Sülûk'ta bulunamaz" iddiası ilmî mesnedden mahrumdur.
Nefs-i Emmâre
Nefsin ilk basamağıdır; kötüyü emreder. Hak düşünülmez, gaye ve gayeye varmak için düşünülenler bâtıldır. Islahı için, uyulan kimsenin sözlerini, 'paha biçilmez mücevherdir', diye değerlendirip nazarına mazhar olmak için gayret etmek gerekir. Zor bir düşmandır. Hiçbir mücadele, onunla yapılan kadar zor olmaz. Bu mücadelede tevhid başı çekerse kurtuluş kolaydır. Yani, çokça "Lâilâhe illâllah" demek işin başıdır. Nefis, vücut ülkesini tasarrufu altına aldığı an akıl, irade, hisler kısaca herşey onun emrindedir. Böyle insan hem maddeten, hem mânen tehlikelidir.
Nefs-i Levvame
Mücahede ve mücadele ile nefsin bu ülkesinden ve tasallutundan kurtulan insan, "Levm Sahrası"nda kendini bulur. Buna 'Nefs-i Levvâme' denir.Burada Nefs-i Emmâre ile mukayese edilemeyecek nispette ilâhî üstünlükler mevcuttur. Kabul etmek lazım ki, burası da emin bir yer değildir. Sâlik, burada Hakk'a biraz daha yakın olmasına rağmen mâsivânın içinde bulunur. Hatâ eder, günah işler, ama pişman olur. Nedametle ağlar. Ah, vah eder; sonunda aynı hataları tekrar eder. Kısaca, "Hak yolculuğu"nda, bir hal üzerinde devam eden bir istikrarı yoktur. Kurtulmak için nisbet olunan 'Kâmil'e teslimiyet, bir kayda bağlanmamalı. Muhabbeti ile muhabbetlenmeli, 'İsm-i celâl'e cankurtaran simidi gibi sarılıp, onu dilden ve kalbden kesmemeli. Sonunda 'Kâmil İnsan'ın himmet ve nazarı erişir; bu vâdi de geçilir.
Nefs-i Mülhime
Mânen devam eden yolculuğun bu noktasında "Mülhime Ülkesi" ne varılır. Bu makamda salik, 'Hu' ismini vird edinir. Bu âlem, sinyaller âlemidir. Varlığın izâfî, 'Mutlak Varlık'ın ise hakikî olduğunun şifreleri çözülür. Rahmânî tecelliler olduğu gibi, sadık olmayan ilhamlar da bu halde zuhur eder. Esma-i İlâhiye'nin tecellisini salik bu makamda görür, çeşitli nûranî berzahlardan geçer. Kapılmaması, "maksadım Allah rızasıdır" deyip teslimiyet ile yolculuğuna devam etmesi şarttır. Bu makam, nefis âleminde Hak ile bâtılın sınırıdır. Kâmil mürşidi olmayanın buradan öteye seyri mümkün değildir. Şu kadar ki, yaptığı zikrin mükâfatını alır, fakat mânen yolculuğu burada noktalanır. Bu noktaya gelmişken, zamanımızda bilerek veya bilmeyerek yanlış ifade edilen bir meseleyi izah etmek istiyorum.
Mesele şu:
"Seyr ü Sülûk'a karar vermiş bir insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi şarttır." Aşağı-yukarı, iddianın özü budur. Buna cevaben deriz ki; Seyr ü Sülûk'ta bulunan insanın, İslâm'ın zahirî düsturlarını tam bilmesi mümkün değildir. Seyr ü Sülûk için esas; teslimiyet, mahviyet ve hizmettir. İslâm'ın zahirî düsturlarının öğrenilmesi bu yolculukta hâl iledir. Yani burada, kâl'in (sözün) değeri yoktur. Maksadı Allah rızası olan salikin hâli; zikir, havfullah, muhabbetullahtır. Durum bu olunca, İslâm'ın zahirî düsturlarını bilmeyen ümmî insan için "Seyr ü Sülûk'ta bulunamaz" iddiası ilmî mesnedden mahrumdur.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.