İnsanoğlu hayatı bir denge içinde yaşamalıdır. Bu dengeyi Fahri kâinat Efendimiz ne güzel tarif etmiştir; "Mümin iki kanatlı kuş gibidir. Bir kanadı dünyada diğer kanadı da ahirettedir. Dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını yıkmaz." Mümin, hayatı dengeli yaşar.
Bu dengeli yaşayışı isteyen iki temel özelliğinin farkında olmak zorundadır. Bunlar, kalp ve kalıptır. Kalp ve kalıbın ihtiyaçları birbirinden çok farklıdır. Kalbin ihtiyacı, maneviyat iken kalıbın ihtiyacı maddedir.
Belki maddi zenginlikle, servetle kalıbın ihtiyaçlarını görebilirsiniz, ama kalbin ihtiyacını, kalbin aradığını maddeyle veremezsiniz.
Dünya herhalde kuruldu kurulalı bu kadar çok servete sahip insanları üzerinde barındırıp yaşatmadı ve bu kadar zenginin olduğu bir devir de görmedi; ama maalesef bu kadar sefalet içinde yaşayan insanları da bu yaşlı gezegen görmedi, şahit olmadı. Demek ki insana, insanlığa sadece mal, mülk, servet saadet getirmiyor.
Soru şu, peki servet niçin saadet getirmiyor?
Çünkü servet kazanmak, zengin olmak tek gaye olunca insanlar hiçbir ahlaki, insani, ilahi, hukuki kuralı umursamıyor ve servet için, güç için birbirini yiyor. İnsanlar birbirinin kurdu oluyor. Güçlü olan zayıf olanı yok ediyor, kimin gücü kime yeterse, zayıfın tüm varlığına çökülür ve hak hukuk tanımayanlar servet elde etmek için her yolu mubah kabul eder, hatta kardeş kardeşin hakkını hukukunu bile tanımaz, bin bir türlü alavere, dalavere ile hak gaspı yaparlar. Böylesi bir anlayışın, zengin olmanın, servet sahibi olmanın tek gaye olduğu bir dünyada huzur, saadet olur mu?
Peki, çözüm ne olacak? Servet, zenginlik gaye olmayacak. Servet, zenginlik vasıta olacak. Neye vasıta olacak tabii ki Hakk'ın rızasını kazanmaya, insanların Hak adına gönüllerini kazanmaya, batıldan insanları korumaya zulmü önlemeye, vesile olacak.
Serveti, zenginliği, ahiretimizi kazanmaya köprü yapacağız.
Ancak, Allah (c.c )'ın murat ettiği biçimde kazanabilmek, harcayabilmek bir nasip meselesidir.
Şunu da hatırlatalım İnsanlar serveti ne zaman amaç olarak değil de araç olarak kazanmaya, kullanmaya başlar biliyor musunuz? Ne zaman ki semavi cazibeye tutunur, o cazibenin zevkini yaşarsa.
Semavi cazibenin muhabbeti ve onu kaybetmenin korkusunu yaşayan bir insan kendisine ait hiçbir şeyinin olmadığını bütün mülkün sahibinin cenabı Hak olduğu bilincine sahip olur. Kendisinin bir emanetçi olduğunu bilir. Bu emanet edilen serveti, zenginliği Hakk'ın rızası için Hak yoluna harcar ve bundan çok büyük bir zevk alır. Bu anlayışa sahip olmak tamamen bir iman meselesidir.
Aslında Allah'a güvenip iman eden, Allah'a itimat eden insan ne kadar rahat yaşar. Ne muazzam bir yaşayıştır o.
Allah'a itimat etmeyen, iman etmeyen aslında köledir, Allah'a iman eden ve itimat eden insan hür bir hayat sürer. Hakkı'n verdiği bütün varlığı yerli yerinde sarf eder sonra Hakk'a teslim olur. Sonuca tevekkül eder.
Tedbirini alır, özellikle kötülere ve kötülüklere karşı galip gelmek için her türlü önlemini almaya çalışır.
Kalbini ilahi cazibenin kontrolüne teslim eden iyiler, karakterliler, ilkeliler maddeye, dünyaya öyle hâkim olacaklar ki öyle güçlü olacaklar ki, dik duruşlarıyla dosta güven, düşmana güçleriyle korku salacaklar.
Güçlü olan iyilerin amacı daha çok mal, mülk, servet, iktidar elde etmek değil, kalbi cazibelerinin, güzelliklerinin sahibi olan Âlemlerin Rabbinin birliğine, ilahi davetine insanlığı çağırmak, insanlığı mutluluğa, huzura, zenginliğe, adalete ulaştırmak tek gayeleridir. Yoksa hakkın, hukukun, inancın felsefesini yapıp dünyalık elde etmek, insanları mağdur etmek gayeleri olmamalı.
Güç hüküm demektir. İstiklalini korumak istiyorsan hem kalpte hem de kalıpta güçlü olacaksın. Güç kötünün elinde hiçbir hukuk tanımaz; ırza, namusa, cana tasallut eder. Ama iyinin elinde ise güç; adaletin kılıcı olur, insanların ne namusuna ne ırzına tecavüz etmez. Sadece esenliği ve barışı ikame etmek ister. İnsanlar baskı altında yaşamasınlar huzurlu, mutlu özgür bir şekilde yaşasınlar diye insanlığın yoluna çıkan engelleri ortadan kaldırır.
Mümin insan hayatı dengeli yaşar, dünyasını ahiretine köprü yapar. Dünyası için ahiretini yıkmaz. Gerekli olan bütün tedbirleri alır, serveti insanlığın saadeti için kazanır ve insanlığın saadeti için harcar.
Kalbi olgunluğunu kazanan insan maddenin esiri olmaz, maddeyi esir alır. Bu güzel insanlar her zaman ve zeminde Hakk'ı tutar, her zaman ve her zeminde Hakk'ın yanındadır aynı zaman da Hakk'ın kontrolündedirler. Kalp ile kalıbın işini birbirlerinden ayırırlar. Dünyayı elde etmede aklı kullanırken, dünyalık telaşını kalplerine sokmazlar. Kalplerini sadece Hakk'ın tecellilerine hazırlarlar, dünyalık sevgisini kalplerine koymazlar. Bilirler Kalıbın yani bedenin maddeye ihtiyacı var. Kalbinde Hakk'a ihtiyacı var. Bunları birbirine karıştırmamaya çalışırlar.
İnsanı, evreni anlamanın ön şartı önce insanın bir kalbinin olmasıdır.
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025